Giriş
Tefsir: Allah’ın kelamı olan Kuran’ı Kerim’in anlaşılma
ve açıklanma faaliyetidir. Kuran, Allah sözü olduğu için,
insani bir bakışın ötesinde Allah’ın sözünü açıklama
çabası olmasından dolayı tefsir faaliyetleri oldukça
kritiktir. Bu bakımdan tefsir hassas bir ilimdir. Tefsirde,
birinci olarak ifadelerin sözlük anlamları ortaya
konulacağı gibi, ifadelerin arkalarında yatan manaları da
açıklama çabası da tefsirin bir diğer boyutudur. Bu açıdan
müfessirler, kelimelerin altında yatan anlamlara
kendilerini götürecek manalara çok öenem vermişlerdir.
Bu bakımdan tefsir kendine özgü terminolojisi ile bir ilim
alanı olarak ortaya çıkmıştır.
Kavramsal Çerçeve
Tefsir: Köken itibariyle, keşfetmek, üzerindeki örtüyü
açmak, beyan etmek gibi anlamlara gelmektedir. Kuran
tefsiri ise: kurandaki ifadelerin manevi anlamlarını ortaya
çıkarma faaliyetidir. Bu açıdan müfessirler, Arapçanın
bütün dilbilimsel unsurlarından yararlanarak ve belagatını
iyi bilerek tefsir faaliyetine başlamalıdır. Buradan yola
çıkarak, tefsir tek bir manaya ulaşma çabasıdır. Yoksa,
çelişen anlamları uzlaştırma girişimi değildir. Bu açıdan
Hazreti Peygamber (sav)’den doğrudan aktarılan
anekdotlardan yararlanılmaktadır.
Tevil: köken olarak aslında döndürmek anlamına
gelmektedir. Tefsir açısından ise: birden fazla anlamı
karşılayabilecek bir ayeti mevcut durumdaki kuvvetli
deliller yardımı ile alabileceği en kuvvetli manaya
döndürmek anlamına gelmektedir. Eğer bir ifadenin
anlamı tek ise, o durumda tevil yapılmaz, tefsir yapılabilir.
Ancak bu kelime Kur’ân bütünlüğü içerisinde farklı
anlamlar ifade etmektedir:
Ancak bu kelime Kur’ân bütünlüğü içerisinde farklı
anlamlar ifade etmektedir:َّ
Tefsîr •ِ ancak tefsîrini Onun Allah bilir” (Âl-i İmrân (3), 7),
Sebep•
َ“Hakkında sabredemediğin şeylerin te’vîlini/sebebini sana bildireceğim” (Kehif (18),
Sonuç•ِ Bu daha iyidir ve te’vîl/sonuç bakımından daha güzeldir” (Nisâ (4)
59),
• Rüyâ tabiri,
Yûsuf dedi ki: Babacığım! İşte bu daha önce
gördüğüm rüyanın te’vîli/tabiridir” (Yusuf (10),
100) gibi.
Tevilin Şartları
Bir ayetin manası açıksa tevil uygun olmaz. Ancak, birden
fazla anlama gelebilen ve birbiriyle çelişiyor gibi duran
ayetlerin uzlaştırılmasında ve ortak bir hükme
ulaşılmasında tevil gerekmektedir. Bu açıdan tevilin
şartları şu şekildedir:
• Tevilin manası mecaz bile olsa orijinal ifadenin
içerdiği temel anlamlardan olmalıdır
• Tevil anlam olarak açık olan bir ayetle
çelişmemelidir
• Ayetin ilk bakışta görülen anlamının dışında bir
anlam ortaya çıksa da bu dini bir delile
dayanmalıdır
Görüldüğü gibi yukarıda belirtilen tevilin şartları; dilin
kullanımı, örfi boyutu ve hükümsel karşılığına ilişkin
şartlardır. Bu şartlar aracılığı ile objektiflik sağlanmaya
çalışılmıştır. Ancak günümüzde bu ölçütleri kontrol
edecek bir koordinasyon birimi bulunmamaktadır.
Tevilin Çeşitleri
İslam literatüründe üç çeşit tevil görülmektedir. Bunlar,
beyani, burhani ve irfani tevsirlerdir.
• Beyani tevil: Arap dilinin kuralları aracılığı ile
kurandaki anlamları bulma faaliyetidir. Daha
ziyade fıkıhçılar, müfessirler ve dilbilimciler
tarafından kullanılmaktadır. Bu açıdan Beyani
tefsir bir anlamda bir içtihattır. İçtihat ise bir
anlamda kuranın manalarını öznel bir açıdan ortaya
çıkarma çabasıdır. Bu açıdan beyani teviller
sorgulanabilir.
• Burhani tevil: en önemli temsilcisi ibni rüşt’tür.
Akıl ve vahyi uzlaştırma çabası görülmektedir.
Eğer zahir anlam akılla çelişmiyorsa doğrudan
alınır. Ortada bir çelişme varsa, zahir mananın
altında yatan kuvvetli anlamlardan birisi akıl
yürütme araççılığı ile ortaya çıkarılır. Bu anlamda
beyani tevilde olduğu gibi burhani tevil de içtihat
şeklindedir.
• İrfani Tevil: irfani Tevilde tasavvuf ehline ilham ve
kalben keşif yöntemi ile verilen bilgi sonucu ortaya
çıkmıştır. İrfani tevile ilişkin bazı kavramların
tanımı aşağıda verilmiştir.
Tedebbür: Kuran’a sıkı bir şekilde odaklanarak Kuran’ı
okumaktır.
Teemmül: dış dünyada soyutlanarak ebedi ve ezeli
hakikatlere ulaşma çabasıdır.
Tefekkür: eşyanın yaratılış hikmeti ve genel anlamda
yaratılışın sırları üzerine fikir yürütmektir.
Genel anlamıyla bakıldığında, irfani tevil kalp ile
ulaşıldığı, keşif, sezgi gibi metotlardan yararlanıldığı için
öznellik taşımaktadır. Sufilerin tefsirleri buna örnek
gösterilebilir. Burada belirtilen üç tevil türünden en
uygunu beyani tevildir. Beyani tevil aklı naklin önüne
geçirmemektedir.
Tefsir ile Tevil arasındaki Farklar
a. Tefsir Hazreti Peygamber (sav)’e dayandığı için
kesindir, tevil öznellik barındırmaktadır.
b. Tefsir lafızda, tevil ise manada olur.
c. Tefsir hakikate işaret ettiği için tek bir anlam, tevil
yoruma dayandığı için birden çok anlam olabilir.
d. Tefsir hakikat aracılığı ile açık olan anlamları, tevil
ise içsel anlamları ortaya çıkarmaktadır.
e. Tevil yalnızca semavi kitaplarda kullanılır, tefsir
ise diğer kitaplarda da kullanılabilir.
Özetle tevil ve tefsir arasındaki farklar yukarıda
belirtilmiştir. Bu türden farklar olsa da günümüzde iki
kavram birbiri yerine kullanılabilmektedir. Kuranı
açıklamaya çalışanlara müfessir, bu faaliyete de tefsir
denilmesi bu duruma örnek gösterilebilir.
Tercüme
Sözlük anlamı olarak, bir dilden başka bir dile çeviri
yapmaktır. Duyguları anlamak, aynı dildeki ifadeleri
açıklamak da tercümenin anlamları arasında görülebilir.
Kavramsal anlamı ise, iki dil arası çeviri sürecinde
ifadesel anlamda denklik sağlamaktır. Tercüman çeviri
yapan, mütercim ise tercüme yapılmış üründür. Bu açıdan
tercüme sözlü, müterccimlik ise yazılı olarak
yapılmaktadır.
Tercüme Çeşitleri
En genel anlamıyla Tercüme, harfi tercüme ve tevsiri
tercüme olarak ikiye ayrılmaktadır. Harfi (lafsi)
tevsirlerde, orijinal dildeki söz dizimi korunarak birebir
tercüme yapılır. Ancak bu belagatten dolayı Kuran
tercümesinde yapılamamaktadır. Çünkü anlamsal açıdan
yanlışlıklara yol açabilmektedir. Bu açıdan kuranın
belagati, fesahati, ve icazı göz önüne alınarak tam bir harfi
tercümesinin yapılması mümkün değildir.
Tefsiri tercüme: asıl dilden metnin niteliklerini de göz
önüne alarak, şerh ve açıklamalar araççılığı ile tercüme
yapmaktır. Bu tercüme tarzında önemli olan, tercüme
edilecek metindeki gaye ve maksatların doğru bir şekilde
ifade edilebilmesidir. Yani harfi tercümenin temel vasfı
sayılan nazmında ve tertibinde asla benzeme şartı bu
tercüme tarzında aranmamaktadır. Bundan dolayı tefsîrî
tercüme, lafzî tercüme kadar zor bir tercüme değildir. İşte
bu özelliği sebebiyledir ki günümüz tercümelerinde daha
çok tefsîrî tercüme yapılmaktadır. Bu söylediğimiz esasen
genel anlamdaki tercüme için söz konusudur. Şayet
Kur'ân' ın tercümesinden söz edilecek olursa, bu durumda
zorunlu olarak harfî değil, tefsîrî tercüme akla gelir. Tüm
bunlar göz önüne alındığında kuranın hakkıyla terccümesi
mümkün değildir. Bu durumun sebepleri somutlanması
adına aşağıda maddeler halinde verilecektir.
Kur'ân' ın fesâhatı, belâgatı, üslubu bakımından olan icazı
onun nazmı vasıtası ile tecelli etmektedir. Tercüme ile bu
nazım ortadan kalkınca Kur'ân' ın icazından da söz etmek
mümkün olmayacaktır.
Kur'ân' ın nazmı, onun çeşitli kırâat vecihleriyle
okunmasına imkan tanımaktadır. Bu kırâat vecihleriyle de
çeşitli nükteler ve incelikler ortaya çıkarmak mümkündür.
Kur'ân'ın tercümesi ise kırâat vecihlerine, dolayısıyla
onların ortaya koyduğu nüktelere imkan vermemektedir.
Arapça'ya mahsus olan bir takım edatlar vardır. Bu
edatlar, diğer kelimelerle kullanılınca çeşitli anlamlar,
nükteler ve incelikler ortaya çıkmaktadır. Halbuki bu
edatlar çoğu dillerde bulunmamaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'in
mevcut nazmı, onun çeşitli şekillerde irab edilmesine
(tahlil yapılmasına) imkan vermektedir. Böylece Kur'ân'ın
çeşitli incelikleri ve nükteleri ortaya çıkmaktadır.
Tercümeyle bu durum da ortadan kalkmaktadır. Kur'ân'da
bir takım müteşabih âyetler bulunmaktadır. Bu âyetleri
orijinal Arapça şekliyle anlamak bir hayli zordur. Bu
durumda bu âyetlerin tercümesini yapmanın daha da zor
olduğu çok açıktır.
Tefsir ile Tercüme Arasındaki Farklar
Tefsir ile tercüme arasında temel bazı farklar
bulunmaktadır. Bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:
• Tercümeyle, asıl metinden müstağni olma
kastedilir. Yani tercüme aslın yerine geçer ve artık
asla ihtiyaç kalmaz. Tefsîr ise böyle değildir. Tefsîr
aslın aynı olmayıp açıklamasıdır. O, aslın yerine
geçemediği gibi asıl ile irtibatını da kesemez.
• Tercümede istidrat (daha fazla izah ve açıklama)
mümkün değildir. Çünkü tercüme, ne fazla ne
noksan, aslın tıpa tıp aynıdır. Lafza bakarak bundan
şu mana da anlaşılabilir denemez; denilirse tercüme
aslın aynı olmaktan çıkar. Tefsîr ise böyle değildir.
Onda istidrat yapmak caiz, hatta bazen gerekli bile
olmaktadır. Zira tefsîr bir beyan ve izah demektir.
• Tercüme örf yönünden aslın bütün mana ve
maksatlarına uygunluk manasını taşır. Tefsîr için
böyle bir durum söz konusu değildir. Tefsîr aslın
bütün mana ve maksatlarına uygun olma manasını
ihtiva etmez.
• Tercüme, teknik anlamda mütercimin naklettiği
maksat ve manaların, tercümesi yapılan sözün ifade
ettiği anlamlar olduğuna ve bu sözün sahibinin de
söz konusu anlamları kasdettiğine dair bir güven
duygusu vermelidir. Halbuki tefsîr böyle değildir.
Ancak müfessirin yanında birçok delil bulunursa
karşı tarafta böyle bir güven duygusu oluşur.
Meal
Mealin sözlük anlamı bir şeyin özünü ifade etmek olsa da
bir şeyi eksik ifade etmek anlamına da gelmektedir.
Kavram olarak da, "bir sözün manasını tam olarak değil
de, biraz noksanıyla ifade etmek" demektir.
Tercüme konusunu ele alırken de ifade ettiğimiz gibi
Kur'ân hem lafız hem de mana yönüyle Allah kelâmı
olduğundan, onu mükemmel bir şekilde, eksiksiz olarak
tercüme etmek mümkün değildir. İşte bu imkânsızlık
nedeniyledir ki yapılan Kur'ân çevirilerine, tercüme
denilmeyip, onun yerine daha ılımlı ve yapılan işin
mahiyetine daha uygun olan meâl kavramı kullanılmıştır.
Çünkü bu kavram, yukarıda da belirtildiği gibi "eksik ve
hatalı tercüme" demektir. Kur'ân' ın ifade ettiği bütün
manaları tercüme yoluyla aksettirmenin imkânsızlığı
düşünülürse, tercüme yerine "meâl" kavramını
kullanmanın daha isabetli olduğu söylenebilir.
Kur'ân meâllerine ihtiyaç olup olmaması meselesi, ilk
dönemlerden itibaren üzerinde tartışılan konulardan
biridir. Bu konuda görüş beyân edenlerden bir kısmı,
meâllerin tahrife yol açacağı düşüncesiyle böyle bir yola
gidilmemesini ileri sürerken; bir kısmı da Allah tarafından
bütün insanlığa gönderilen bu kitabın çeşitli dillere
çevrilmesinin zaruri olduğunu savunmuştur.
Müfessir
Tefsiri gerçekleştiren kimseye denilmektedir.
Terminolojik olarak ise, Kuran’ı baştan sona belirli bir
metedoloji ile açıklayan kimseye denilmektedir.
Müfessirliğin Kriterleri
Müfessir olabilmek, öncelikle sağlam bir inanca ve itikada
sahip olmakla mümkün olacaktır. Bunun dışında temiz bir
niyetle çıkılması gerekmektedir. bunların dışında: Suyuti;
lügat, nahiv, sarf, iştikak, meânî, beyân, bedîî, Kırâat,
kelâm, fıkıh usûlü, esbâb-ı nüzûl, nâsih-mensûh, fıkıh,
hadis, mevhibe (ilham) ilmine âşina olunmasını da şart
koşmaktadır. Bunun dışında tefsir için diğer bilimlere ve
Arap dilinin inceliklerine hakim olmak gerekmektedir.
Tefsîrin Konusu, Gayesi ve Önemi
İnsanlığa ulaşması gerekmektedir. Bu açıdan tefsir
edilmesi zorunludur. Ayrıca herkezin Kuran’ı
yorumlaması bir dizi soruna yol açacaktır.
Kur’ân’ı tefsîr etmeyi zorunlu kılan bazı hususlar
vardır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:
1) Bilindiği gibi semâvî kitapların sonuncusu ve en
mükemmeli Kur’ân-ı Kerîm’dir. Çünkü o, Hz.
Peygamber (sav)’e verilen ve yeryüzüne inişinden
itibaren kıyamete kadar yürürlükte kalacak olan
evrensel bir kitaptır. Ancak onun bütün âyetleri
muhkem yani tefsîre ihtiyaç göstermeyecek
derecede açık ve anlaşılabilir nitelikte değildir. Bir
kısmı böyle olmakla beraber bir kısmı da tefsîre
ihtiyaç duyacak âyetlerden oluşmaktadır. İşte bu
özelliği sebebiyle söz konusu kitabın tefsîr edilmesi
elbette ki zarurîdir.
2) Yüce Allah (cc) Hz. Peygamber (sav)’e, “Ey
Peygamber! Sana Rabbinden gönderileni tebliğ et.
Eğer bunu yapmazsan O’nun elçilik görevini
(insanlara) ulaştırmamış olursun” (Mâide (5), 67).
“Sana Kur’ân’ı gönderdik ki insanlara indirileni
onlara açıklayasın” (Nahl (16), 44) âyetlerinde de
ifade edildiği gibi Kur’ân’ı tefsîr etmesini
emretmiştir.
3) Kur’ân, ilk muhataplarının terim olarak anlamını
bilmedikleri “salât/ الصلاة” ,“ zekât/ الزكاة “ vb.
birtakım kavramlara yeni mana ve mefhumlar
yüklemiştir. Bildiğimiz kadarıyla Kur’ân öncesi
dönemlerde bu kelimeler lügat anlamında
kullanılıyordu. Buna göre meselâ salât, dua etmek,
yalvarmak ve bağışlanma dilemek demekti. Ancak
İslâmiyet’ten sonra bu kelime Allah tarafından farz
kılınan, belli vakitlerde yapılması istenen ve bir
merasimden ibaret olan namaz ibâdetine isim oldu.
Bu durum, bir taraftan hicrî ikinci asırda el-vücûh
ve’n-nezâir adıyla müstakil bir ilmin ortaya
çıkmasına zemin hazırlarken; diğer taraftan söz
konusu lafız ve kavramlarla ilgili olarak yapılması
gereken semantik tahliller, Kur’ân tefsîrine olan
ihtiyacı gündeme getirmiştir.
4) Kur’ân, müminlerin şahsî ve toplumsal hayatlarını
düzenlemek gayesiyle ibâdât ve muâmelât
konularında hükümler koymuştur. Bu hükümleri
ortaya çıkarmak yalnızca Kur’ân metnini dilsel
açıdan çözümlemekle mümkün değildir. Bunun
için onu öncelikle kendi bütünlüğü içerisinde ele
almak, ardından da Hz. Peygamber (sav)’in sahih
sünnetinden, ashâbın şahsî tercihlerinden, esbâb-ı
nüzûl rivâyetlerinden, kısacası ilk muhatapların
yaşadığı tarihî ve sosyo-kültürel gerçeklikten
hareket etmek suretiyle tefsir etmek gerekmektedir.
Tefsîrde Öznellik
Öznellik, özneye ait olmak, sübjektif hareket etmek
demektir. Buna göre Kur’ân tefsîrinde öznellik, değişik
sebeplerden dolayı nassların farklı biçimlerde algılanması
ve yorumlanması anlamına gelir. Bu da iki sebebe
dayandırılabilir. Birincisi, tefsîre konu olan Kur’ân’ın
farklı yorumlara açık olması; diğeri de onu tefsîr etmeye
çalışan müfessirlerin anlayış farklılıklarıdır. Yani tefsîrin
öznelliği bir taraftan Kur’ân diğer taraftan da müfessirden
kaynaklanmaktadır.
Kur’ân’dan Kaynaklanan Öznellik
Kur’ân’dan kaynaklanan öznelliğin bir takım
sebeplerinden söz edilebilir. Bunları ana hatlarıyla şöyle
sıralamak mümkündür:
• Kur’ân-ı Kerîm, /“Sana Kitab’ı indiren O’dur.
Onun (Kur’ân’ın) bazı âyetleri muhkemdir, bunlar
Kitab’ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir” (Âl-i
İmrân (3), 7) âyetiyle içerdiği nassların bir
kısmının muhkem bir kısmının da müteşâbih
olduğunu ifade etmektedir. Muhkem âyetlerin
anlaşılması ve yorumunda herhangi bir problem
söz konusu değildir. Ancak müteşâbih âyetlerde
antropomorfik (insan biçimci) ve sembolik bir dil
kullanıldığı için onları anlamada bazı sıkıntılar
bulunmaktadır. Bu yüzden müteşâbihâtın
yorumlanmasında mutlaka başka nasslara ihtiyaç
vardır ve yapılan yorumların Allah’ın maksadını
kesin olarak ortaya koyduğunu iddia etmek de
zordur.
• Kur’ân-ı Kerîm, gaybî (metafizik) konulara da
zaman zaman değinmektedir. Sözgelimi ölüm,
berzah (kabir âlemi), ba’s (yeniden dirilme), haşir
(mahşerde toplanma), yargılama, cezâ ve mükâfat,
cennet ve cehennem gibi âhiretle ilgili temel
kavramların söz konusu ettiği hususlar, Kur’ân’ın
bildirdiği bazı gaybî haberlerdir. Kur’ân bunları
anlatırken kendine özgü bir üslup tarzı
kullanmaktadır. Anlatılanların muhataplar
tarafından tecrübe edilme imkânı da olmadığı için,
söz konusu nassların farklı yorumlanmaları
mümkün olabilmektedir.
• Kur’ân, indirildiği dönemin Arap toplumundaki
bireysel ve toplumsal hayatla ilgili cevaplar,
tespitler, öğütler, tavsiyeler, emir ve yasaklara yer
vermiştir. Bu tür nasslar da yorumcunun farklı bir
şekilde onları anlamasına ve te’vîl etmesine yol
açabilmektedir.
• Kur’ân’la uğraşan her insan kendi gerçeği
doğrultusunda onda bir şeyler bulabilmektedir. Bir
başka ifadeyle Kur’ân her muhatabı farklı bir
açıdan kendisine çekmektedir. Bu da onun bir din
ve ahlâk kitabı olarak bütün insanlığı kucaklama
hedefinin bir göstergesidir. Böyle olması
sebebiyledir ki Kur’ân’ın anlam boyutuyla
ilgilenen herkes gerek anlama gerekse yorumlama
konusunda kişisel tercih ve yaklaşımlarda
bulunmaktadır.
• Müfessirlerin farklı anlayışlara gitmesine yol açan
önemli bir öznellik sebebi de Kur’ân’ın farklı
kırâatlerle okunmasıdır. Bilindiği gibi bu
kırâatlerin bir kısmı sahih bir kısmı da şaz olarak
nitelendirilmektedir. Ancak ekseriyetin anlayışına
göre şaz kırâatlerle Kur’ân okuma ve amel câiz
değildir.
Müfessirden Kaynaklanan Öznellik
Kur’ân’ın içerik, üslup ve metinsel özelliklerinden
kaynaklanmaktadır. Ancak şunu hemen belirtelim ki
öznellik, doğası gereği Kur’ân’ı anlama ve tefsîr etme
durumunda bulunan özne ile de yakından ilişkilidir.
Burada söz konusu ilişkiyi doğuran birtakım sebeplerden
söz edilebilir:
• Müfessirler akıl, zekâ, kabiliyet ve bilgi birikimi
yönünden birbirlerinden farklı seviyededirler.
Doğal olarak bu da Kur’ân yorumunda farklılığa
yol açmaktadır.
• Ayrıca insanların farklı medeniyet, kültür, çevre ve
ortamlarda sahip oldukları bilinç farklılığı da
Kur’ân yorumcusunun öznel anlayışında etkili bir
unsur olarak görünmektedir.
• İlk dönemlerden itibaren Kur’ân tefsîrinde başlıca
iki eğilim söz konusudur. Bunlardan biri naklî,
diğeri aklî yaklaşımdır. Tarihe bakıldığı zaman
görülecektir ki başlangıçtan itibaren ortaya çıkan
tefsîr hareketi her iki örneği de içerisinde
barındırmıştır. Ancak her müfessirin naklî tefsir
malzemesine olan ihtiyacı sebebiyle olsa gerektir ki
bu tefsîr şekline –tenkide açık bazı yönleri hariç–
hiçbir zaman karşı çıkılmamış; buna karşılık hemen
her dönemde aklî tefsîri câiz görmeyip ona karşı
çıkanlar olmuştur. İşte aklî tefsîrin yanında yer
alma veya ona karşı çıkma olgusu, tefsîr
geleneğinde doğal olarak farklı yorumların ortaya
çıkmasına da zemin hazırlamıştır.
• Bilindiği gibi insan, olgular dünyasında
yaşamaktadır. Yani o, bulunduğu dünyaya ve
yaşadığı çevreye aittir. Bu sebeple içinde var
olduğu anlam dünyasından koparak yorumda
bulunamaz.
• İslâm düşünce tarihi boyunca çeşitli ilim dallarına
mensup din bilginlerinin, Kur’ân nasslarını
yorumlama konusunda farklı bakış açısı
benimsedikleri anlaşılmaktadır. Bu gruplar
içerisinde kesinlikle kabulm edilemeyecek nitelikte
olanı, Kur’ân nasslarının zâhirî tarafını hiç dikkate
almayarak yalnızca bâtınî yönüne itibar etme
anlayışıdır. İşte bu anlayışın tezâhürüne aşırı yorum
denilmektedir.
Tefsîrin Diğer İslâmî İlimlerle İlişkisi
Kur’ân’ın anlaşılmasını temin etmeye çalışırken başta
hadis olmak üzere siyer, tarih, Arapça, ahlâk vb. İslâmî
ilimlerden yararlanan tefsîr, elde ettiği sonuçları
Müslümanların itikâdî ve amelî hayatlarında çok önemli
bir yere sahip olan kelâm ve fıkıh gibi iki temel bilim
dalına takdim etmiştir. Onlar da elde etmiş oldukları bu
malzemeyi, kendi yöntemleriyle işleyerek Kur’ân eksenli
bir hayat için altyapı oluşturmaya çalışmışlardır.