Tarih, millî kimliğin inşası ve değerlerin aktarımı için bir araçtır.
Aile içinde yapılan sohbetlerden, okuldaki derslerden, televizyonda izlenilen programlardan, kitap, dergi ve gazetelerden tarihle ilgili pek çok şey öğrenilir. Kitaplarda, televizyonlarda, sinemalarda, Genel Ağ’da tarihle ilgili pek çok konu ve bilgi bulunabilir. Tarih dediğimiz zaman aslında iki farklı şeyden bahsetmiş oluruz: Birincisi geçmişte yaşanılanlardır ve bunlar
tarihin olgular kısmıdır. İkincisi ise tarihçinin kanıtlara dayalı olarak geçmişi sorgulamasıdır ki burada tarihin içindeki yorum kısmı ortaya çıkar. Karşılaşılan tarihî bilgiler ya geçmişte yaşanılanların olduğu gibi aktarılması ya da tarihçinin olaylara kendi yorumunu katarak yansıtmasıdır.
Âşık Paşazade’nin, Fatih Sultan Mehmet Dönemi’nde vezir olan Rum Mehmet Paşa ile ilgili olarak yazdığı bu ifadelerde geçmişte yaşanan olay ve olguların yanında, Âşık Paşazade’ye ait yorumlar da bulunmaktadır. Tarihî kaynaklardaki bilgiler, bilimsel bilgi olmayabilir. Bunun yanında tarihçiler, eserlerine birtakım yorumlar katabilir. Böylece tarihte, bilgi ve olguların yanında yorumlar da yerini almış olur. Bu yüzden tarihçi, geçmişin aynası değil aynayı tutan kişi olarak karşımıza çıkar.
Tarihçinin fikirleri, zihniyeti, hayata bakış açısı gibi durumlar ve kullandığı kaynağın güvenilirliği aynanın büyüyüp küçülmesinde etkilidir.
Tarihçi, bir kimyacı bir fizikçi ya da bir biyolog gibi olayları dışarıdan gözlemleyemez. Çünkü tarihî olaylar geçmişte kalmıştır, benzersizdir ve tekrar etmeyen olaylardır. Tarihçi geçmiş olay ve olguları ele alırken kendi değer yargılarından uzak değildir.
Tarihçinin bakış açısını siyasi, sosyal, dinî, millî, kültürel ve yaşadığı çevresel unsurlar etkiler ve biçimlendirir. Buradan da anlaşılacağı gibi tarihçi eserini oluştururken; inançlarını, duygu ve düşüncelerini, dünya görüşünü eserlerine yansıtabilir. Bu yüzden bir tarihçi araştırmalarında ne kadar çok ve çeşitli kaynak kullanırsa gerçeğe o kadar yaklaşmış olacaktır.
XIII. yüzyılın sonlarında Söğüt ve çevresinde kurulmuş olan Osmanlı Uç Beyliği’nin, kısa sürede Devlet-i Âliyye hâline gelmesi Türk tarihinin olduğu kadar dünya tarihinin de ilgi çekici konularından birisi olmuştur. Dört yüz çadırdan oluşan bir aşiretin tesis ettiği küçük bir uç beyliğinin kısa sürede büyümesi ve yüzyıllar boyunca bir hanedan tarafından yönetilmesi dünya tarihinde özel bir yere sahiptir. Osmanlıların kuruluşu, yerli ve yabancı pek
çok tarihçinin dikkatini çekmiş ve XX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren bu konuyla ilgili pek çok tartışma yapılmıştır.
Günümüzde tarih bilimine insanların ilgisi artarak devam etmektedir. Yerli ve yabancı yazarların tarihî romanları, son zamanlarda “çok satanlar” listelerinde yer almaktadır. Ayrıca tarihî konuları işleyen belgeseller, açık oturumlar, tartışma programları, televizyon dizileri ilgiyle takip edilmektedir. Böylelikle başta yazılı-görsel medya olmak üzere, popüler tarih bilgileri giderek artmaktadır.