Reşat Nuri’nin en büyük özelliği, sürekli yaşatmak
istediği “memleket sevgisi”dir. Bu sevgi hiçbir zaman,
yüksek sesle ön plana çıkartılarak yansıtılmamış,
açık açık “şöyle sevin, böyle kıymetini bilin”
biçiminde dile getirilmemiş, ancak her romanında,
satır aralarında en sade ve en güzel biçimde sunulmuştur.
Türk edebiyatının ünlü romancısı Reşat Nuri Güntekin’in bu ay ölüm yıldönümüdür. Aralık ayının 7’sinde kendisini 46’ncı kez minnet duygularımız ve gönül borcumuz ile anacağız.
Değerli edebiyatçımız Prof. Dr. İnci Enginün yazarımızı “Şüphesiz ki toplumumuzu, eğitim dünyamızı ve dar dünyaları basit yaşayışları içine hapsolmak zorundaki insanları en iyi anlatan yazarımızdır” diye tanımlıyor.
Reşat Nuri’nin güçlü bir sezgisi, toplumsal olguları toplamak için eşsiz bir büyüteci vardır. En karakteristik toplumsal ilginçlikleri zarif bir söyleşi ile belirterek, bizi en duygulu zamanımızda bile, gülmeye zorunlu bırakan bir mizah gücüne sahiptir. Tanzimat ve Servet-i Fünun romanlarından sonra, “Çalıkuşu” bir zirve olmuştur. Adeta yapma çiçeklerden sonra bahçeyi bulan insanlar gibi, toplum “Çalıkuşu”na sahip çıkmıştır. Feride’nin arkasından kentler köyler aşarak onunla acısını yaşar, inlersiniz. Yazar Çalıkuşu’nun benliğini, kendi benliğine doldurmuş ve kendi ruhunu onun ruhunda eritmiştir. Bu tür büyük başarılar ancak büyük ve içten bir samimiyetten doğabilirYou are not allowed to view links.
Register or
Login “Çalıkuşu”nda bu samimiyet en içten ve en güzel Türkçe ile anlatılmıştır. Bugün bile yapıt, sadeleş tirmeye gerek duymaksızın okunabilmektedir. Yapıt yayımlandığı tarihte ülke işgal altındadır. Reşat Nuri, “Çalıkuşu”nda 33 yaşındadır. Romancımız yapıtında işgal altındaki kentlerimizi yalnızca kurtarmakla kalmamış adeta cumhuriyeti ilan etmiş, Feride’yi Anadolu’ya Türk devrimlerinin bir temsilcisi olarak yollamayı başarmıştır. Cevat Dursunoğlu anılarında “Cepheye giden her subayın manevra sandığında bir ‘Çalıkuşu’ vardı” derken, yapıtın etkisini en güzel biçimde açıklamaktadır.
Bana tek bir tümce ile “Reşat Nuri’nin en büyük özelliği nedir?” diye soracak olursanız, yanıtım, “Sürekli yaşatmak istediği memleketsevgisi” olacaktır. Bu sevgi hiçbir zaman, yüksek sesle ön plana çıkartılarak yansıtılmamış, açık açık; “Şöyle sevin, böyle kıymetini bilin” biçiminde dile getirilmemiş; ancak her romanında, satır aralarında en sade ve en güzel biçimde ve sarsılmayacak güçte tüm okuyuculara işlenmiş ve yerleştirilmiştir.
Reşat Nuri’nin romanları edebiyatımızın mitleşmiş yapıtlarıdır ve kuşaktan kuşağa aynı heyecan, aynı tat ve aynı güzellikte geçmekte dir. Yazarımızın bir özelliği de, kısa öykülerinde göstermiş olduğu büyük başarıdır.
Öykü yazarlığı göreceli olarak roman yazarlığından daha zordur. Yeriniz kısıtlıdır. Kurgunuz detaya inemez, arka planlar işlenemez, okuyucu gerektiği biçimde olaylara ve karakterlere hazırlanamaz. Şairin dediği gibi “Mektubumun uzun oluşunun kusuruna bakmayınız, kısa yazacak kadar çok vaktim yoktu” tezi en çok öyküler için geçerlidir.
Öykülerinin hepsi ayrı ayrı çok güzeldir. Ancak, “Mektuplar”, “Kuş Yemi”, “Bilek Saati”, “Gamsızın Ölümü” ve “Kirazlar”ın benim gönlümdeki yeri başkadır. Seçim yapmanın çok zor olduğu bu güzel öykülerden “Bilek Saati”ni sizlerle paylaşmak istiyorum.
Karşınızda bir toplum düşünün: Cumhuriyetin ilk yılları. Eski alışkanlıklar ve gelenekler devam ediyor. Aile, öğretmen, anne ve baba olarak büyük çoğunluk eğitimsiz. Ve, siz ünlü bir yazar olarak birkaç sayfada tüm bu kitlelere, çocuk eğitimi konusunda mesaj vermek istiyorsunuz. İşte Reşat Nuri “Bilek Saati”nde bunu başarmıştır.
Reşat Nuri Güntekin’in Yaşamından Notlar
•26 Kasım 1889’da İstanbul’da doğdu. •Annesi bir vali kızı olan Lütfiye Hanım, babası askeri doktor Nuri Bey’dir. •İlköğrenimini Çanakkale’de tamamladı. •1912’de İstanbul’da edebiyat fakültesini bitirdi. •Çeşitli illerimizde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı. •Milli Eğitim müfettişi olarak çok sık Anadolu’da bulundu. •1939-1943 arası Çanakkale milletvekiliydi. •Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Topluluğu’ndaki kültür ataşesi oldu. •Paris’te talebe müfettişi olarak da bulundu. •1954’te emekliye ayrılarak yurda döndü. •Daha sonra akciğer kanseri ortaya çıktı. •Tedavi için gittiği Londra’da 7 Aralık 1956’da öldü. •İstanbul’da Karacaahmet Mezarlığı’na gömüldü.•