EVLENMENİN UNSUR VE ŞARTLARI
1. Evlenme nedir?
Cevap: Birçok özelliği açısından diğer akitlerden
ayrılmakla birlikte sonuçta evlilik akdi de bir akittir.
Bundan hareketle klasik dönem fakihleri evliliği,
“tarafların birbirinden cinsel yönden yararlanmasını
mümkün kılan bir akittir” şeklinde tanımlar. Fakihlerin
yaptığı evlilik tanımı, evliliği sadece cinsel faydalanmaya
indirgiyor gibi görünse de bu, diğer hususların
görmezlikten gelindiği anlamına gelmez. Bu, daha ziyade
tanım tekniği açısından, nikahın mevzuu (gayesi)
gözetilerek yapılmış bir tanımdır. Çünkü akitleri
birbirinden ayıran temel özellikleri, mevzuları olup bu da
akdin ne için yapıldığıdır.
2. İslam hukukunda nişanlanmanın hükümleri nelerdir?
Cevap: Nişanlanma, örf ve âdet gereği genellikle dünür
gitmeden sonra evlenmeye söz verilmesini içeren ve
yüzüklerin takılması ile yapılan bir merasimdir. Bu
merasimden evliliğe kadar geçen süre nişanlılık
dönemidir. Evlilik öncesi böyle bir dönemin geçirilmesi
şart olmamakla birlikte tarafların birbirini tanıması, evlilik
konusunda sağlıklı bir karar verebilmeleri ve sonradan
ortaya çıkabilecek sakıncaların daha işin başında iken
giderilmesi amacını taşıyan meşru ve önemli bir
merasimdir.
3. Nişanlanmanın şartları ile ilgili hükümler nelerdir?
• Nişanlanacak taraflar arasında evlenme engelinin
bulunmaması gerekir. Evlenme engelleri, aşağıda
nikahın şartlarında ele alındığı gibidir. Bundan
sadece kocasının ölümü üzerine vefât iddeti
bekleyen kadına yapılan üstü kapalı evlilik teklifi
istisna edilmiştir (Bakara 2/235).
• Hz. Peygamberin “Kişi, kendisi izin vermedikçe
kardeşinin evlenme teklifi üzerine evlenme
teklifinde bulunmasın” sözünden dolayı izin
verinceye veya olumsuz bir şekilde
sonuçlanıncaya kadar dünür gidilmiş veya
nişanlanmış bir kıza evlenme teklifinin yapılması
yasaktır. Fakihlerin çoğunluğu, bunun haram
veya tahrîmen mekruh olduğunu söylemekle
birlikte bu ikinci teklif üzerine gerçekleşen
evliliğin geçerli olduğu görüşündedir
4. Nişanlılık dönemi ile ilgili hükümler nelerdir?
Cevap:
• Nişanlanma, taraflara evliliğin verdiği hak ve
yetkileri vermez. Bu yüzden taraflar arasındaki
mahremiyet ilişkileri önceden olduğu gibi devam
eder. Nişanlıların, meşru şekildeki
görüşmelerinde bir sakınca olmamakla birlikte bu
görüşmelerinde mahremiyet sınırlarına uymaları
gerekir.
• Nişanlanma evlilik değil, esas itibariyle bir
evlilik vaadinden ibarettir. Bu yüzden nişanlılar,
her zaman için bu nişanı bozma hakkına sahiptir,
taraflar birbirlerini evliliğe zorlayamaz.
5. Nişanın bozulması ile ilgili hükümler nelerdir?
Cevap: Herhangi bir sebeple nişanın bozulması
durumunda mehir olarak verilen şeylerin ve hediyelerin
durumu ve nişanın bozulması yüzünden tarafların gördüğü
maddî veya manevî zararlar hukukî açıdan önem arzeder.
Buna göre:
• Nişanlanmada mehir belirlenmiş ve kıza
verilmişse veya mehre sayılmak üzere takı gibi
şeyler verilmişse bunlar mevcut olduğu takdirde
aynen iade edilir, değilse bedeli ödenir. Çünkü
mehir evliliğe ait hükümlerdendir, evlilik ise
olmamıştır.
• Nişanlılık döneminde tarafların birbirlerine
verdiği hediyelerde hediye hükümleri geçerlidir.
Hanefîlere göre tarafların, verdikleri hediyeleri
istemesi halinde hediye mevcut ise aynen iade
edilir, tüketilmiş veya esaslı bir değişikliğe
uğramış ise iadesi gerekmez. Mâlikîlere göre ise
nişanı bozan erkek tarafı ise verdiği hediyeleri
geri alamaz. Nişanı bozan kız tarafı ise erkek
tarafı verdiği hediyeleri, mevcutsa aynen alma,
mevcut değilse tazmin edilmesini isteme hakkına
sahiptir.
• Nişanlanma gibi bir müessesenin yer almaması
nedeniyle nişanın bozulması durumunda
tarafların birinin gördüğü maddî ya da manevî
zararın tazmini konusu, klasik fıkıh doktrininde
ele alınmamıştır. Genel ilkeler açısından
bakılacak olursa nişanlılık evlenme mecburiyeti
yüklemediği için nişanı bozan kimsenin, sahip
olduğu bir hakkı kullandığı için nişanın
bozulmasından doğan zararı tazmin ile yükümlü
tutulmasının doğru olmayacağı söylenebilir.
6. Evlenme akdinin unsurları nelerdir?
Cevap: Bir akitten bahsedebilmek için gerekli olan şeyler
o akdin unsurlarını oluşturur. Mezhepler arasında bazı
farklılıklar bulunmakla birlikte akdin unsurları taraflar,
irâde beyanı ve akdin konusu olmak üzere üç şeyden
oluşur. Evlilik akdinde bu unsurlar, şunlardır:
• Evlenme akdinde taraflar, evlenecek kadın ve
erkektir. Taraflar, şartlarını taşıyorlarsa akde
bizzat katılabilir. Asıl olan budur. Ancak nikah
akdinin evlenecek kimselerin velileri veya
vekilleri vasıtasıyla da yapılabileceği bütün
fakihler tarafından kabul edilmiştir.
• Her akitte irade beyanlarının yöneldiği ve akdin
hükmünü kabule elverişli bir konunun (mahal)
bulunması gerekir. Örneğin alım-satım akdinde
akdin konusu, satılan maldır. Kira akdinde ev,
arazi veya hizmet türünden kiralanan şeydir.
Nikah akdinin konusu ise menfaat türünden bir
şey olup bu da tarafların birbirinden cinsel
yönden yararlanma imkanıdır.
7. Evlenme akdinin şartları nelerdir?
Cevap: Evlenme akdinin yukarıdaki unsurlar ile ilgili
taşımaları gereken birtakım şartları vardır. Bu şartlardan
bir kısmı, bulunması gerekli (müspet) şartlar, bir kısmı da
bulunmaması gereken (menfî) şartlardır. Diğer yandan
akdin varlığına etkileri ve sonuçları bakımından bu
şartların hepsi aynı düzeyde değildir. Hanefîler, bu şartları
dört ayrı grupta ele alarak inceler. Bunlar in‘ikad, sıhhat,
nefaz ve lüzum şartlarıdır.
8. İn‘ikad şartları nelerdir?
Cevap: İn‘ikad şartları, kuruluş şartları olup bunlar akde,
hukuken varlık kazandırır. Bu şartlardan birinin yokluğu
durumunda akit bâtıl olur. Mezhepler arasında kuruluş
şartları ile ilgili bazı farklılıklar olmakla birlikte belli başlı
kuruluş şartları şunlardır:
• Ehliyet Akdin taraflarının, edâ ehliyetine sahip
olması gerekir. Buna göre mümeyyiz olmayan
küçüklerin ve akıl hastalarının yaptıkları
evlilikler bâtıldır.
• Meclis Birliği Tarafların rızalarını gösteren îcâb
ve kabûlün birbirine, araya herhangi bir işin veya
îcabdan dönme anlamına gelebilecek bir
davranışın girmediği aynı toplantıda bağlanması
gerekir. Buna meclis birliği (ittihâdü’l-meclis)
denir.
• Îcâb ve Kabûlün Birbirine Uygun Olması Akdin
kurulabilmesi için îcâb ve kabûlün her yönden
birbirine uygun olması gerekir.
• Evliliğin Ta‘lîkî Bir Şarta Bağlanmaması Akit
sırasında ileri sürülen şartlar iki gruptur. Ta‘lîkî
şartlar, takyîdî şartlar. Bunlardan ta‘likî şart,
akdi, bir durumun gerçekleşmesine
bağlayangeciktirici şarttır. Bu şartı içeren irade
beyanıyla akit kurulmuş olmaz. Örneğin “fakülte
bitince seninle evlenmeyi kabul ediyorum” gibi.
İleride bu şartın gerçekleşmesi, geçmişteki irade
beyanı ile evliliğin gerçekleşmesini gerektirmez.
Takyîdî şartlara, sıhhat şartlarında değinilecektir.
• Süreklilik Evlilik akdinin, süre belli olsun veya
olmasın, geçici bir süre için yapılmaması şarttır.
Aksine evlilik akdinin süreklilik (ebedilik) için
yapılmış olması şarttır. Bu yüzden evlilik akdinin
unsur ve şartlarını taşıdığı halde geçici bir süre
için yapılan müt‘a nikahı, dört mezhebin
hukukçularının da içinde bulunduğu İslam
hukukçularının geneline göre bâtıldır.
• Evlenme Engelinin Bulunmaması Evlenecek
erkek ile kadın arasında şer‘î açıdan
evlenmelerine engel bir durumun olmamasıdır.
Evlenme engelinin bulunmamasının in‘ikad şartı
mı yoksa sıhhat şartı mı sayılacağı tartışmalıdır.
Bunun nedeni, diğer akitlerde olduğu gibi nikah
akdinde bâtıl-fâsit ayırımının yapılıp
yapılmayacağı ve evlenme engeli bulunduğu
halde evlilik yapılmış ise buna bir sonuç bağlanıp
bağlanmayacağı gibi konularda farklı
yaklaşımların bulunmasıdır.
9. Velayet nedir? Türleri nelerdir?
Cevap: Velayet, velinin velayeti altındaki kimselere karşı
cebir (zorlama) hakkının bulunup bulunmamasına göre
velayet-i icbar (zorlayıcı velayet) ve velayet-i nedb veya
ihtiyar (zorlayıcı olmayan velayet) olmak üzere ikiye
ayrılır: Velayet-i icbar, veliye velayeti altındaki kimseleri
rızalarına bakmaksızın evlendirme yetkisi veren velayettir.
Bu tür velayet altına eksik ehliyetliler ve ehliyetsizler
girer. Velayet-i nedb ise veliye, velayeti altındabulunan
kimseyi ancak onun rızasıyla evlendirme yetkisi veren
velayettir. Bu velayet altına tam ehliyetli kızlar girer.
Velayetin bu taksimi, Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’a göredir.
Muhammed ise velayeti velayet-i istibdâd ve velayet-i
şirket olmak üzere ikiye ayırır. Velayet-i istibdâd az
önceki velayet-i icbardır. Velayet-i şirket ise veli ile
bülûğa ermiş kız arasında ortak olan bir velayettir. Buna
göre veli, rızasını almadan kızı evlendiremez, kız da
velisinin rızasını almadan evlenemez.
10. Hangi durumlarda evlenme engeli ortaya çıkar?
Cevap: Evlenme engelleri sürekli evlenme engelleri ve
geçici evlenme engelleri olmak üzere ikiye ayrılır: Sürekli
evlenme engelleri, taraflar arasında evliliği ebedî olarak
engelleyen durumlardır. İslam hukuku açısından sürekli
evlenme engelleri, kan bağı, sıhriyet (evlilik) bağı ve süt
emme sebebiyle olmak üzere üç türe ayrılır.
11. Sürekli evlenme engeli olan durumlar nelerdir?
Cevap:
• Kan bağı sebebiyle haram olanlar, erkek esas
alındığında şu dört gruptur: 1) Erkeğin usûlü:
Annesi ve yukarı doğru nineleri. 2)
Erkeğinfürû‘u: Kızları ve aşağı doğru oğlunun
kızları, kızının kızları. 3) Erkeğin anne ve
babasının fürû‘u: Kızkardeşleri, aşağı doğru
kızkardeşlerinin kızları, erkek kardeşlerinin
kızları. 4) Erkeğin dede ve ninelerinin çocukları:
Halaları ve teyzeleri.
• Sıhriyet sebebiyle haram olanlar, evlilik
sebebiyle haram olanlar olup bunlar da dört
gruptur: 1) Usûlün eşleri: Bundan maksat,
erkeğin annesinin dışında babasının diğer
eşleridir. 2) Fürû‘un eşleri: Aşağı doğru oğlunun,
torununun eşleri. 3) Hanımının usûlü:
Kayınvalide ve kayınvalidesinin her iki taraftan
usûlü. 4) Hanımının fürû‘u: Üvey kızları ve
bunların kızları.
• Süt emme sebebiyle haramlık ise çocukla öz
annesi dışında onu emziren kadın ve bu kadının
akrabaları arasında meydana gelen haramlıktır.
Çünkü Kur’ân’da “Sizi emziren süt anneleriniz
ve süt kızkardeşleriniz size haram kılındı” (Nisâ
4/23) buyurulmuştur. Burada kural şudur: Süt
emen çocuk, emziren kadının öz çocuğu gibi
kabul edildiğinde yukarıda sayılankan ve sıhriyet
sebebiyle kimler haramsa onlar, süt emen bu
çocuğa haram olur. Hz. Peygamberin “Nesep
yoluyla haram olanlar, sütten dolayı da haram
olur” şeklindeki sözü, bu kuralı ifade eder.
12. Geçici evlenme yasakları nelerdir?
Cevap: Geçici evlenme engelleri, ortadan kalkması her
zaman mümkün olan evlenme engelleridir. Başlıca geçici
evlenme engelleri şunlardır:
• Din farkı: Müslüman bir erkek veya kadının
müşrik biri ile evlenmesi yasaktır (Bakara 2/221).
Müslüman kadın, sadece müslüman erkekle
evlenebilir; ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyan) da
olsa başka dinden bir erkek ile evlenemez. Buna
karşılık müslüman bir erkek ehl-i kitap bir kadın
ile evlenebilir. Evlenilmesi yasak olan bu
kimseler, müslüman oldukları takdirde evlenme
yasağı da kalkar.
• İki akraba ile birden evlenme: Birisi erkek
farzedildiğinde diğeri ona haram olan iki kadını
bir nikah altında birleştirmek yasaktır. Örneğin
iki kız kardeş veya hala ve yeğenini ya da teyze
ve yeğenini birleştirmek yasaklanmıştır. Bu
şekilde olan iki kadının ikisi ile evlenemez.
Ancak bu şekilde olan iki kadından evli olduğu
kadın ölür ya da onu boşarsa diğeri ile
evlenebilir.
• Beşinci kadın: İslam’da adaleti gözetmek şartıyla
bir erkek en fazla dört kadınla evlenebilir. Dört
hanımı olan birisi, beşinci bir kadınla evlenemez.
• Başkasının eşi olma: Evli olan veya iddet
bekleyen bir kadın ile evlenmek yasaktır. Evli
olan kadın, önceki kocasından boşandığı veya
kocası öldüğü ve iddetini bitirdiği takdirde başka
bir erkek ile evlenebilir.
• Üç kere boşama: Bir erkek, üç kere boşadığı
kadın ile bu kadın başka bir erkek ile evlenip
ondan meşru bir şekilde ayrılmadığı sürece
yeniden evlenemez.
13. Evliliğin sıhhat şartları nelerdir?
Cevap: Sıhhat şartları, akdin hukuken geçerlilik
kazanabilmesi için taşıması gereken şartlardır. Bu
şartlardan birinin yokluğu durumunda akit, sahih olmaz.
İn‘ikad şartlarından birini taşımayan bâtıl akitten farklı
olarak fâsit akde birtakım sonuçlar bağlanır. Hangi
durumların sıhhat şartı sayılacağı mezheplere göre
farklılık göstermekle birlikte belli başlı sıhhat şartları
şunlardır:
• Şahitlerin Bulunması: Sıhhat şartlarının en
önemlisi, evlilik akdinin yapıldığı esnada iki
şahidin bulunmasıdır. Şahit bulundurmaksızın
yapılan nikahın sahih olmadığı konusunda Mâlikî
mezhebi dışında mezhepler hem fikirdir.
• İkrâhın Olmaması: Hanefîler, ikrâhın olmamasını
bir sıhhat şartı saymazlar. Onlara göre mükrehin
(evliliğe zorlanan kişinin) yaptığı nikah
geçerlidir. Hanefîlerin dışındaki çoğunluğa göre
ise mükrehin yaptığı evlilik, sahih değildir.
• Evlilikte İleri Sürülen Takyîdî Şartlar: Takyîdî
şartlar, akdin kurulmasından sonrası ile ilgili
şartlar olup “şöyle şöyle olmak üzere” şeklinde
ileri sürülen şartlardır. Bu şartları da evlilik
düzenine ve akdin ruhuna aykırı olan ve olmayan
şartlar olarak iki grupta değerlendirmek
mümkündür.
14. Nefaz Şartları nelerdir?
Cevap: Kuruluş ve geçerlilik şartlarını taşıması sebebiyle
hukuken varlık kazanan bir evlilik akdi, bazen birtakım
eksikliklerden dolayı yürürlüğe girmez, işlerlik kazanmaz.
İşte nefaz şartları akdin yürürlüğe girmesi ve sonuçlarını
doğurması için gerekli olan şartlardır. Bu şartları
taşımayan bir evlilik akdi, askıdadır. Yani hukuken
varolmakla birlikte henüz sonuçlarını doğurmaya hazır
değildir.
15. Lüzum (Bağlayıcılık) Şartları nelerdir?
Cevap: Feshi mümkün olan birçok akitten farklı olarak
evlilik akdi, lâzım (bağlayıcı) akitlerdendir. Akdin
bağlayıcı olmasının anlamı, akit yapıldıktan sonra
taraflardan birinin veya her ikisinin isteği üzerine akdin
feshedilememesidir. Evliliğin sona ermesi konusunda
geleceği üzere talak, bir fesih değildir. Evlilik akdinin
geriye döndürülemeyecek şekilde olmasını gerektiren
şartlara, lüzum (bağlayıcılık) şartları denir. Fakat bazı
durumlarda ilgili tarafların veya velilerinin akde itiraz
ederek feshettirme hakları vardır. Böyle bir hakkın
bulunması, ilgili kişi açısından akdin bağlayıcı hale
gelmesini engeller. Akdin bağlayıcı hale gelmesini
engelleyen durum, çoğu kez velinin, itiraz hakkının
bulunmasından kaynaklanır. Şöyle ki, tam ehliyetli olan
bir kız, velilerinin rızasını almaksızın evlenme akdini
bizzat kendisi yapmış iseevlendiği erkeğin kendisine denk
ve mehrinin de mehr-i misil olması gerekir. Aksi halde
velilerin, hâkime müracaat ederek akdi feshettirme hakları
vardır. Bununla birlikte veliler, kefâetin bulunmamasına
ve mehrin de mehr-i misil olmamasına rağmen yapılan
akde razı olurlarsa veya bu haklarını kullanmaktan
vazgeçerlerse artık yapılan evlilik akdi, bağlayıcı hale
gelir.
EVLENMENİN HUKUKÎ SONUÇLARI
16. Mehir nedir?
Cevap: Mehir Mehir, erkeğin evlenirken kadına verdiği
veya vermeyi taahhüt ettiği malî değeri olan bir şeydir.
Farklı şekillerde olmak üzere birçok toplumda benzeri bir
uygulamaya rastlanır. Kur’an’da mehrin kadına içten
gelen bir bağış olarak verilmesi emredilmiştir (Nisâ 4/24).
Bu açıdan mehir, kadının evliliğe ısındırılması,
birlikteliğin bir sembolü ve boşanma halinde de maddî bir
güvence anlamı taşır. Mehir, evlenen kadının hakkıdır ve
kadın aldığı mehir ile çeyiz yapmaya zorlanamaz. Mehir,
evlilik akdinin şartı değil sonucudur. Bu yüzden evlilik
sırasında belirlenmemiş olsa da kadın mehir almaya hak
kazanır. Eğer mehrin miktarı evlilik sırasında belirlenmiş
ise buna mehr-i müsemmâ denir. Evlilik sırasında miktarı
belirlenmemiş ise kadın, baba tarafındaki benzer durumda
bulunan kadınların aldıkları mehre hak kazanır ki, buna
mehr-i misil denir. Diğer yandan mehrin tamamının peşin
olması şart değildir. Hepsi peşin olarak verilebileceği gibi
bir kısmı peşin, bir kısmı daha sonra veya tamamı da daha
sonra verilebilir. Peşin verilen mehre mehr-i muaccel,
sonra verilmek üzere kararlaştırılan mehre mehr-i müeccel
denir.
17. Nafaka nedir? Şartları nelerdir?
Cevap:
Nafaka, başkasının yaşamasını sağlamak için kişinin
yüklendiği masraflar anlamına gelir. Nafaka ile yükümlü
olan kocadır. Kadın zengin bile olsa nafaka yine kocaya
aittir. Kocanın karşılamakla yükümlü olduğu nafakanın
kapsamına yiyecek, giyecek, mesken, tedavi ve ilaç
masrafları ve bazı durumlarda hizmetçi masrafları girer.
Nafakanın belirlenmesinde bazı İslam hukukçularına göre
kocanın gelir seviyesi esas alınır, bazılarına göre bununla
birlikte kadının da durumu dikkate alınır. Kocanın nafaka
ile yükümlü olması, diğer bir ifadeyle kadının nafakaya
hak kazanabilmesi için şu şartlar gereklidir:
• Evlilik akdinin sahih bir şekilde yapılmış olması
gerekir. Fâsit evliliklerde evliliği devam ettirme
imkanı olmadığı için, bunun bir gereği olan
nafaka da söz konusu olmaz.
• Kadının evliliğe hazır bir fizikî olgunluğa sahip
olması gerekir. Bu olgunluğa sahip olmayan eş,
nafakaya hak sahibi olamaz.
• Kadın, kocasının istifade edeceği bir durum ve
yerde olmalıdır. Buna göre kadının, kocasının
evine taşınmış olması gerekir. Aksi takdirde koca
nafaka ile yükümlü olmaz. Yine kadın, kocasının
izni olmadan evi terk ederse bu süre zarfında
nafaka hakkı kaybolur.
18. Fasit evlilik nedir? Sonuçları nelerdir?
Cevap: Unsurları ve in‘ikad şartları tamam olmakla
birlikte sıhhat şartlarından biri eksik olan evliliğe, fâsit
evlilik denir. Örneğin şahitsiz evlilik böyledir. Alım-satım
gibi hukukî işlemlerde bâtıl-fâsit ayırımı yapan Hanefîlere
göre evlilik akdinde böyle bir ayırım yapılıp
yapılamayacağı tartışmalıdır. Fakat uygulamada aralarında
fark gözeterek fâsit evliliğe birtakım sonuçlar bağladıkları
görülmektedir. Fâsit bir evlilik, zifaf (birleşme) olmamışsa
hiçbir sonuç doğurmaz. Zifaf olmuş ise şu sonuçlar doğar.
1) Evliliğin sonuçlarında geleceği üzere mehr-i misil ile
mehr-i müsemmadan hangisi az ise kadın buna hak
kazanır. 2) Böyle bir evlilikten doğan çocuğun nesebi sabit
olur. 3) Hurmet-i musâhere sabit olur. 4) Kadının boşama
iddeti beklemesi gerekir. Mirasçılık ise sahih evliliğin
sonuçlarından olup fâsit evlilik mirasçılığı doğurmaz.
Fâsit bir evlilik akdinde zifaf olsun olmasın tarafların
hemen ayrılmaları gerekir. Kendi rızalarıyla ayrılmazlarsa
hâkim, zorla ayırır.
EVLİLİĞİN SONA ERMESİ
19. Aile hukukunda fesih nedir?
Cevap: Fesih, akit sırasında veya sonradan meydana gelen
bir eksiklik veya bozukluk sebebiyle evliliğin sona
erdirilmesidir. Akdin yapıldığı sırada var olan eksiklik
veya bozukluğa şu durumlar örnek verilebilir: Akitten
sonra sıhhat şartlarından birinin bulunmadığının
anlaşılması. Örneğin şahitsiz evlenme, kadının önceki
kocasından beklediği iddet müddetinde evlenme, tam
ehliyetli kızın velisinin rızasını almadan dengi olmayan
biriyle veya mehr-i misilden az bir mehirle evlenmesi
durumunda velinin evliliği feshettirmesi böyledir. Fesih ile
talak arasında mahiyet ve sonuçları bakımından bazı
farklar vardır. Bunlar kısaca şöyledir:
• Fesih, evlilik birliğine derhal son verirken talakta
bu gerçekleşen talakın türüne göre değişiklik
gösterir. Bâin talak evliliği hemen sona erdirirse
de ric‘î talakta iddet süresinin tamamlanmasıyla
sona erer. Bu süre dolmadan kocanın talaktan
vazgeçme hakkı vardır.
• Fesih, talak sayılmadığı için kocanın sahip
olduğu üç talak hakkını eksiltmez. Zifaftan önce
fesih yoluyla ayrılmalarda mehir gerekmez, talak
da ise belli durumlarda belirlenen mehrin yarısı
ya da müt‘a gerekir.
• Talak, genel olarak hâkimin hükmüne bağlı
değilken, fesih bu açıdan ikiye ayrılır. Örneğin
denklik, mehrin eksikliği gibi durumlarda fesih,
hâkimin hükmüne bağlıdır. Hâkim, feshedene
kadar evlilik tüm sonuçlarını doğurur. İrtidat,
hürmet-i musâhereyi doğuran münasebet, yakın
akrabalık gibi durumlar ise hâkimin hükmüne
ihtiyaç olmaksızın hemen evliliğin sona ermesini
gerektirir.
20. Talak nedir?
Cevap: Talak, belli sözler ile evlilik bağını çözmek ve
ortadan kaldırmaktır ve İslam hukukunda evlilik birliğini
sona erdirmenin en yaygın yoludur. Talakın özellikleri
şunlardır: Talak, özellikle kocanın hakkıdır. Koca, bu
hakkını kullanırken bir sebebe dayanmak zorunda değildir.
Yine koca, bu hakkını kullanırken eşinin rızasını almak
zorunda da değildir. Talakın geçerli olabilmesi için bir
hâkim kararına ihtiyaç yoktur. Talakta Kullanılan Sözler
ve Talakın Sayısı Boşamayı ifade etmek için kullanılan
sözler, sarîh (açık) sözler ve kinayeli sözler olmak üzere
iki türlüdür.
• Sarîh sözler, söylendiğinde kendisiyle boşamanın
kastedildiğinin açıkça anlaşıldığı sözlerdir.
Örneğin “Sen boşsun”, “Seni boşadım” gibi
sözler açık sözlerdir. Bu tür sözler ile yapılan
boşamada kişinin niyeti, yani bu sözlerle
boşamayı kastedip etmediği dikkate alınmaz. Bu
sözleri telaffuz etmiş olması boşamanın
gerçekleşmesi için yeterlidir.
• Kinayeli sözler ise hem boşama anlamına
gelebilecek hem de başka bir anlama gelebilecek
türden sözlerdir. Örneğin erkeğin, hanımına
söylediği “Babanın evine git” sözü, boşama
anlamına gelebileceği gibi gerçekten babasının
evine gitmesini istemesi anlamına da gelebilir.
Bu yüzden kinayeli sözlerle boşama, ancak
boşama niyetinin bulunması veya halin delalet
etmesi ile geçerli olur.
21. Talak türleri nelerdir?
Cevap: Talak, dönülebilir olup olmamasına göre ric‘î ve
bâin talak, sünnete uygun olup olmamasına göre de sünnî
ve bid‘î talak kısımlarına ayrılır.
• Ric‘î talak, yeniden nikah ve mehire gerek
olmaksızın kocaya, boşadığı eşine dönme imkanı
veren talaktır. Bir talakın ric‘î olabilmesi için
bazı şartlar vardır. Talaktan önce evliliğin fiilen
başlamış olması, zifafın gerçekleşmiş olması; bu
talakın üçüncü talak olmaması; Hanefîlere göre
talakta kullanılan sözlerin sarih (açık) olması
gerekir. Kinayeli, şiddet ve mübalağa ifade eden
sözler kullanılmamalıdır. Ric‘î talakta koca, iddet
içerisinde eşine tekrar dönebilir. Bu konuda
eşinin rızasını almak zorunda değildir.
Çoğunluğa göre kocanın eşine döndüğünü sözlü
olarak ifade etmesi gerekirken Hanefîlere göre bu
dönüş, evlilik hayatına devam etmek suretiyle
fiilen de olabilir. Dönüşün şahitle tespiti Şâfiîlere
göre şart iken diğerlerine göre şart değildir.
Ancak şahit bulundurulması müstehaptır. Ric‘î
talakta dönüş imkanıbulunduğu için iddet bitene
kadar evlilik bağı devam eder. Bu yüzden ric‘î
talak mirasçılığa engel değildir. İddet içinde
eşlerden biri öldüğü takdirde diğeri ona mirasçı
olur. Mehrin ödenmesinde boşamaya kadar süre
tanınmışsa ric‘î talak ile borcun vadesi gelmiş
sayılmaz. Ric‘î talakta koca, iddet süresinde eşine
dönmezse bâin talaka dönüşür.
• Bâin talak, yeni bir akit ve yeni bir mehir ile
evlenmedikçe kocaya, boşadığı eşine dönme
imkanı vermeyen talaktır. Bir talak, şu
durumlarda bâin sayılır. Evlilik akdinden sonra
fakat zifaftan ve halvet-i sahîhadan önce yapılan
boşamalar, bâindir. İleride geleceği üzere kadının
isteğiyle kocanın bir bedel karşılığında boşaması
(muhâlea) da bir bâin talaktır. Erkeğin üçüncü
boşama hakkını kullanarak yaptığı boşama,
bâindir. Hanefîlere göre kinayeli sözlerle veya
şiddet ve mübalağa ifade eden sözlerle yapılan
boşamalar da bâindir. Bâin talak, dönüş imkanı
olmadığı için evlilik birliğini hemen sona erdirir
ve mirasçılığa engel olur. Dolayısıyla iddet
süresinde eşlerden biri öldüğü takdirde diğeri ona
mirasçı olamaz. Mehrin ödenmesinde boşamaya
kadar süre tanınmış ise bâin talak ile borcun
vadesi gelmiş sayılır.
22. Talakın şartları nelerdir?
Cevap: Talakın geçerli olabilmesi için bir kısmı boşayan
kocada, bir kısmı boşadığı eşinde olmak üzere bazı şartları
taşıması gerekir. Boşayan kimsenin kocanın, kendisi
olması gerekir. Evlilikte olduğu gibi koca, bu hakkını
bizzat kullanabileceği gibi vekil veya elçi vasıtasıylada
kullanabilir. Kocanın bu hakkı, evlilik akdi sırasında veya
daha sonra eşine vermesi de mümkündür. Buna, tefvîz-i
talak denilir. Bu durumda kadın, bu hakkı o anda veya
daha sonra, dilediği bir zamanda kullanabilir. Kocanın,
boşama hakkını hanımına vermesi, kocanın boşama
hakkını ortadan kaldırmaz. Boşayan kocanın tam ehliyetli
olması, akıllı ve bülûğa ermiş olması gerekir. Buna göre
mümeyyiz de olsa küçüğün, akıl hastasının ve ma‘tûhun
boşaması geçerli değildir. Aile hukuku bakımından tam
ehliyetli kabul edilen sefîhin boşaması ise geçerlidir.
Eksik ehliyetlileri ve bazı şartlarda ehliyetsizleri velileri
evlendirebilirse de bunların eşlerini onlar adına
boşayamaz. Bunların dışında ikrah, sarhoşluk, ölüm
hastalığı gibi bazı durumlarda kocanın boşamasının
geçerli olup olmadığı İslam hukukçuları arasında
tartışmalıdır. Boşamanın geçerli olması için talakın
muhatabı olan kadında da bazı şartların bulunması gerekir.
Evli olan veya ric‘î talak iddeti bekleyen kadın hakkında
talakın geçerli olduğunda görüş birliği vardır. Bâin talak
iddeti bekleyen kadın hakkında yeni bir talakın geçerli
olup olmadığı konusunda farklı görüşler vardır. Hanefîler
iddet, nafaka, mesken ve başkasıyla evlenememe gibi
sonuçların devam ettiği gerekçesiyle bâin talak ile boşanan
kadın hakkında yeni bir talakın geçerli olduğu
görüşündedirler. Diğerleri ise bâin talak ile evlilik bağının
ortadan kalktığı gerekçesiyle yeni bir talakın geçerli
olmadığı görüşündedirler.
23. Muhâlea nedir?
Cevap: Muhâlea (Hul’), aralarında anlaştıkları bir bedel
karşılığında kadının, kocayı, kendisini boşamaya razı
etmesidir (Bakara 2/229). Bunun için kararlaştıralan
bedele de muhâlea (hul‘) bedeli denir. Muhâleada anlaşma
sağlandığı takdirde boşamanın gerçekleşmiş olması için
İslam hukukçularının büyük çoğunluğuna göre hâkim
kararına ihtiyaç yoktur.
24. Aile hukukunda tefrik nedir?
Cevap: Kadının, istemediği bir evlilikten kurtulmasının
diğer bir yolu da belli sebeplerin bulunması halinde
hâkime başvurmak suretiyle ayrılmayı istemesidir. Bu
talep üzerine hâkimin ayrılığa hükmetmesine tefrik denir.
• Hastalık ve Kusur Sebebiyle Tefrik: Tefriki
gerektiren hastalık ve kusur iki türlüdür:
Birincisi, erkekte bulunan iktidarsızlık gibi cinsel
ilişkiye engel bir kusur ve hastalığın
bulunmasıdır. Bunun, tefriki gerektiren bir sebep
olduğu konusunda İslam hukukçuları hem
fikirdir. Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf’a göre tefriki
gerektiren sebep de sadece budur. İkincisi,
cüzzam gibi karşı tarafta tiksinti uyandıran veya
bulaşıcı bir hastalığın bulunmasıdır. Diğer üç
mezhep ve Hanefîlerden Muhammed’e göre bu
tür hastalıklar da tefrik sebebidir. Hanbelîlerden
İbnü’l-Kayyim el- Cevziyye gibi bazı
hukukçulara göre zarar veren ve tiksinti
uyandıran her türlü kusur ve hastalık tefrik
sebebidir. Bu kusur ve hastalıkların önceden var
olması ile sonradan ortaya çıkması arasında fark
yoktur. Ancak önceden var olan kusur ve
hastalıklarda kadının, tefrik talebinde
bulunabilmesi için akit sırasında bunu bilmemesi
ve öğrendikten sonra da razı olmaması gerekir.
Bu tür kusurlar sebebiyle hâkime
başvurulduğunda hâkim, hastalık iyi olabilecekse
tefriki bir sene erteler, değilse hemen tefrike
hükmeder.
• Kocanın Kaybolması Sebebiyle Tefrik:
Kayıplıkta iki durum söz konusudur. Birincisi,
kocanın kaybolup kendisinden haber
alınamaması, ölü mü diri mi olduğunun
bilinmemesidir. Bu şekilde olan kimseye mefkûd
denir. İkincisi, hayatta olduğu bilinmekle birlikte
evine gelmeyen kimsedir. Buna da gâib denir.
• Nafakayı Temin Etmemek Sebebiyle Tefrik:
Evliliğin bir sonucu olarak kocanın nafaka ile
yükümlü olduğu daha önce geçmişti. Kocanın
nafakayı temin edememesi iki şekilde olur. Ya
imkanı olduğu halde temin etmiyordur ya da
imkanı olmadığı için temin edemiyordur.
Hanefîlere göre her iki durumda da kadın tefrik
talebinde bulunamaz. Hanefîlere göre bu
durumda kadın mahkemeye müracaat eder ve
nafaka takdir ettirir veya koca borçlandırılır.
Diğerlerine göre ise kadın, nafakanın temin
edilmemesi sebebiyle mahkemeye başvurabilir.
• Fena Muamele ve Geçimsizlik Sebebiyle Tefrik:
Fena muamele ve geçimsizlik her iki taraftan söz
konusu olabilecek bir durumdur. Böyle bir
durumda Kur’an’da iki taraftan birer hakem
seçilerek tarafların aralarının düzeltilmesi tavsiye
edilmiştir (Nisâ 4/33-34). Hanefîlere ve
Şâfiîlerdeki tercih edilen görüşe göre fena
muamele ve geçimsizlik halinde hâkim, kocaya
nasihatta bulunur fakat tefrike hükmedemez.
Tarafların arasını düzeltmek için seçilen
hakemler de boşamaya karar veremezler.
Hanbelîlerdeki iki görüşten biri de bu yöndedir.
• Îlâ Sebebiyle Tefrik: Îlâ, bir kimsenin dört ay
veya daha fazla hanımına yaklaşmayacağına
Allah’ın adını anarak yemin etmesi veya
yaklaşmamayı ağır bir ibadete bağlamasıdır.
Cahiliye döneminde koca tarafından eşine zarar
vermek amacıyla kullanılan bu âdeti Kur’an,
düzelterek birtakım kayıt ve şartlara bağlamıştır
(Bakara 2/226-227). Hanefîlere göre îlâ, bir tefrik
sebebi değildir. Koca, süre içinde eşine dönerse,
yemin etmiş ise yemin keffaretini, bir ibadete
bağlamış ise o ibadeti yapması gerekli olur. Dört
ay geçtiği halde dönmemişse hâkim kararına
gerek kalmaksızın kadın bir bâin talakla
boşanmış sayılır. Hanefîlerin dışındaki diğer üç
mezhebe göre ise dört ayın geçmesiyle kadın
boşanmış sayılmaz. Dört ay geçtikten sonra koca
ya hanımına döner ya da onu boşar. Bu iki şıktan
birine yanaşmazsa kadın, durumu hâkime bildirir
ve hâkim de kocayı bu iki şıktan birini yapmaya
davet eder. Koca yine bu iki şıktan birine
yanaşmazsa hâkim aralarını ayırır. Bu ayrılık, bir
ric‘î talak sayılır, koca iddet içinde tekrar eşine
dönebilir. Dört ay geçtiği için de yemin keffareti
ya da ibadet gerekli olmaz.
• Liân Sebebiyle Tefrik: Erkek, eşinin zina ettiğini
veya doğan çocuğun zinâ mahsulü olduğunu
iddia eder ve bunu da dört şahit ile ispat
edemezse hâkim önünde eşiyle karşılıklı olarak
özel bir şekilde yeminleşir (Nûr 24/6-8). Buna
liân veya mülâane denir. Eşler arasında liânın
yapılabilmesi için her ikisinin de hür olması,
akıllı ve bülûğa ermiş olması, iffetli olması ve
daha önce iftira (kazf) suçundan hüküm
giymemiş olmaları gerekir. Ebû Hanîfe ve
Muhammed’e göre liân tamam olunca eşler
arasında haramlık sabit olur, fakat hâkimin
tefrike karar vermesine kadar evliliğin diğer
hükümleri devam eder. Hâkimin tefriki ile
meydana gelen ayrılık bir bâin talaktır. Taraflar,
belli şartlarla tekrar evlenebilir.
EVLİLİĞİN SONA ERMESİNİN SONUÇLARI
25. İddet nedir? Süresi ne kadardır?
Cevap: İddet talak, fesih ve ölüm gibi bir sebeple evliliği
sona eren kadının, başkası ile evlenebilecek hale gelmesi
için beklemesi gereken süredir. İddet, kadının hamile olup
olmadığının tespiti, vefat eden kocanın hatırasına saygı
gösterilmesi, ric‘î talakta kocaya eşine geri dönme
fırsatının tanınması gibi maksatlara yönelik olarak
emredilmiştir.
Kadının durumuna göre iddette değişik süreler tespit
edilmiştir:
• Hayız veya temizlik süresi ile iddet: İddeti
gerektiren sebeplerden biri ile boşanan veya
ayrılan kadın hamile değil ise ve hayız (ay hali)
görüyorsa bunun bekleyeceği iddet süresi üç
kur’dur (Bakara 2/228). Hanefîlere ve
Hanbelîlere göre üç kur’dan kasıt üç hayızdır.
Mâlikîlere ve Şâfiîlere göre ise üç temizlik
süresidir.
• Doğuma bağlı iddet: İster boşanmış ister fesih
yoluyla ayrılmış isterse kocası ölmüş olsun kadın,
hamile ise doğumla birlikte kadının iddeti sona
erer (Talak 65/4).
• Zamana bağlı iddet: Kocaları vefat eden ve
hamile de olmayan kadınların iddeti 4 ay 10
gündür (Bakara 2/234). Küçük olduğu için henüz
hayız görmeyen veya yaşlılık (menopoz)
yüzünden hayızdan kesilmiş olan kadınların
iddeti 3 aydır (Talak 65/4).
26. İddet nafakası nedir?
Cevap: Hanefîlere göre ric‘î talak ve bâin talak ve bazı
istisnalarla birlikte fesihten dolayı iddet bekleyen kadının
yiyecek, giyecek ve mesken gibi ihtiyaçları kocasına aittir.
Mâlikîlere ve Şâfiîlere göre ric‘î talakta ve kadının hamile
olduğu bâin talak iddetinde kadının nafakası boşayan
kocaya aittir. Fakat bâin talak iddetinde hamile değilse
kadın sadece meskene hak kazanır.
27. Nesep nedir?
Cevap: Nesep, çocuğun anne-babasıyla olan kan bağını
ifade eder. Çocuğun, doğduğu kadın ile nesep bağı sabit
olduğu için herhangi bir ispat vasıtasına ihtiyaç duyulmaz.
Bu daha çok baba açısından söz konusu olan bir
durumdur. Çocuğun babası ile nesep bağının tespiti için üç
yol vardır ve sonuçları açısından aralarında bir fark
yoktur.
• Birincisi, sahih evlilikte nesebin sabit olmasıdır.
Sahih bir evlilikte doğan çocuğun nesebi kocaya
bağlanır. Ancak sahih evlilikte çocuğun
nesebinin kocaya bağlanabilmesinin iki şartı
vardır. 1) Çocuğun, evlilikten en az altı ay sonra
doğmuş olması, 2) eşlerin bir araya gelmelerinin
imkan dahilinde olması gerekir. Hanefîlere göre
bu ikinci şart gerekli değildir, sadece sahih bir
evliliğin bulunması yeterlidir.
• İkincisi, fasit evlilikte ve evlilik şüphesi ile
birleşmede nesebin sabit olmasıdır. Fasit bir
evlilikte nesebin sabit olması için akit yeterli
değildir, fiilî birleşme şartı aranır. Bu tür
evliliklerde çocuğun nesebinin sabit olabilmesi
için yine altı ay veya daha fazla bir zaman
geçtikten sonra doğmuş olması gerekir. Yine fasit
bir nikahda ayrılıktan sonra azamî hamilelik
süresi içinde doğan çocuğun nesebi kocadan sabit
olur.
• Üçüncüsü, ikrar ile nesebin sabit olmasıdır.
Nesep, bir kimsenin birinin kendi çocuğu veya
babası olduğunu ikrar etmesi, kabul etmesiyle de
sabit olur. İkrar yoluyla nesebin sabit olabilmesi
için şu şartlar aranır: Baba ile çocuk arasında
uygun bir yaş farkının bulunması, çocuğun
nesebinin bilinmiyor olması, çocuğun zinâ
mahsulü olduğunun söylenmemiş olması ve şayet
çocuk mümeyyiz ise onun da bu ikrarı kabul
etmiş olması gerekir.