MÜLKİYET HAKKI1. Aynî haklar nelerdir?
Cevap: Aynî haklar bir kimseye bir mal (eşya) üzerinde
doğrudan doğruya hakimiyet sağlayan ve herkese karşı
ileri sürülebilen haklardır.
2. Alacak hakkı nedir?
Cevap: Alacak hakkı, bir kimseye (alacaklıya) bir
başkasından (borçludan) bir şeyi isteme yetkisi sağlayan
haklara denir.
3. İslâm hukukunda “milk” kavramı ne anlama
gelmektedir?
Cevap: Milk teriminin en yaygın tanımlardan biri şudur:
Bir eşya üzerinde hak sahibine ait, diğer tüm şahısların
hakimiyet ve müdahale alanından çıkarılmış bir inhisar ve
önceliktir. Bu tanımda milkin iki unsuruna dikkat çekilir:
Birincisi, belirli bir eşya üzerinde hak sahibinin
inhisarında olan ve ona doğrudan tasarruf kudreti veren bir
bağ olmasıdır. Bu niteliği, kimsenin bu hakları ihlale
yetkisinin olmadığını de ifade eder. İkincisi ise, ihlal eden
herkese karşı bu hakkın ileri sürülebilmesidir.
4. Milk türleri nelerdir?
Cevap:
1. Mutlak milk: Kâmil (ya da tam) milk de denilen
bu yetki mülkiyet hakkıdır. Bir eşyanın hem
ayn’ı hem de menfaati üzerinde kuruludur
(milku’l-ayn ve’l-menfaa). Bir eşya üzerinde
mümkün olan her türlü yetkiyi içeren ya da başka
bir deyişle kapsamı en geniş olan milk türü
mülkiyettir. Burada eşyanın hem aynı hem de
menfaati yani her türlü kullanma yetkisi milk’e
konu olduğundan eşya üzerindeki hakimiyet en
geniş kapsamına ulaşmaktadır.
2. Sınırlı (nâkıs) milk: Mülkiyette bulunan yetkilerden
birini veya bir kaçını verdiği için kapsamı mülkiyete
göre daha dar olan milk türüdür. Sınırlı milk birden
çok farklı hak türünü içine alır. Kendi içinde şu
gruplara ayrılır: a. Bir eşyanın sadece menfaatlerini
içerin milk (milku'l-menfaa bilâ ayn). Mülkiyet
hakkından sonra milk’in en yaygın kısmı olan bu hak
türünde hak sahibi, başkasına ait bir eşyayı kullanma
ve ondan istifade etme hakkına sahiptir. Eşyanın ayn’ı
başkasına ait olduğu için ayn üzerinde bir yetki söz
konusu değildir. Menfaatler, bir eşyanın ayn’ından
müstakil olarak hak konusu olarak düşünülmektedir.
Özellikle irtifak hakları bu grupta yer alır. b. Sadece
ayn üzerinde kurulu olup menfaatleri içermeyen milk
(milkü'l-ayn bilâ menfaa). Buna çıplak mülkiyet de
denilir. Bir eşyanın tüm menfaatleri bir başkasına ait
ise, mal sahibinin bu eşya üzerindeki mülkiyeti
böyledir. c. Bir eşyanın aynını elinde tutma ve
zilyetliğinde (yed) bulundurma konusundaki milk
(milku’l-habs ve’l-yed). Hanefîlere göre rehin hakkı
bu tür bir aynî haktır.
5. Mülkiyet nedir?
Cevap: Mülkiyet, sahibine eşya üzerinde en geniş ve tam
yetkiler veren aynî haktır. Mülkiyet hakkı hukukta
rastlayabileceğimiz en geniş kapsamlı yetkidir. Ayrıca
insanın eşya ve tabiat üzerinde ferdi hakimiyet kurmasıyla
ilgilidir. İnsanın ihtiyaç duyduğu mallara kimin ne şekilde
sahip olacağı, özellikle üretim araçlarının özel mülkiyete
mi yoksa toplum mülkiyetine mi konu olacağı değişik
felsefi görüşler tarafından tartışılmaktadır. Mülkiyetin
eşya hukuku bağlamında alacağı şekil de hukuk alanının
dışına taşan bu genel mülahazaların ve bakış açılarının
tesirinde gelişmiştir. İslâm hukuku açısından da mülkiyet,
İslâm kültürünün genel anlayışları doğrultusunda şekil
almış bir hukuki kurumdur.
6. İslâm’da özel mülkiyetin yeri nedir?
Cevap: İslâm özel mülkiyet anlayışını tartışmasız olarak
kabul etmiş ve fıkıh mezhepleri sistemlerini bu esas
üzerine oturtmuşlardır. Pek çok Kur’an ve sünnet nassı
İslâm’ın özel mülkiyet anlayışını benimsediğini ortaya
koyar. Kur’an’ı Kerim’de açıkça insanların mallara
“mâlik” olduğu; özel mülkiyetin fıtri bir durum olduğu,
mal sevgisinin insan açısından hayatın temel hazlarından
biri olduğu; bu hazzın kontrol altına tutulması ve iyi
işlerde toplum menfaatini temin edecek şekilde
kullanılması gerektiği ifade edilmiştir. Hz. Peygamber de
başkasının malının haram olduğu ve ona el uzatılmaması
gerektiği ilkesini sık sık vurgulamıştır.
7. İslâm hukuku açısından “malın” tanımı nedir?
Cevap: Hanefî doktrininde mal, daha ziyade örfi ve tabii
bir kavramdır. Mecelle malı: “Tab-’ı insani mail olup da
vakt-i hacet için iddihar olunabilen şeydir” diye tanımlar
(md. 126). Bu tarif şöyle açılabilir: “Mal, insanın tabiatı
icabı meylettiği ve ihtiyaç vakti için saklanabilen şeydir”.
• İnsanların bir ihtiyacını gidererek fayda temin
etmesi (örf unsuru). Tanımdaki “insan tabiatının
meyletmesi” ifadesi insanların mal dediği ve
yararlandığı, başka bir ifadeyle örfen ve iktisadi
olarak değer taşıyan şeyleri ifade eder. Buna göre
bir şekilde fayda temin etmediği için iktisadî
değer taşımayan, mesela az miktardaki toprak, leş
(meyte), akmış kan mal tanımının dışında
kalmaktadır. Ayrıca tek bir buğday tanesi gibi tek
başına bir fayda temin etmeyen nesneler de
böyledir. Bir şeyin mal olabilmesi için o şeyden
bir şekilde yararlanmanın bir ilahi din tarafından
mubah görülmüş olması bir ön şart
mesabesindedir.
• Müstakil bir varlığı olması (fiziki unsur). Hanefî
doktrininde bir nesnenin mal olmasının ikinci
şartı Mecelle’nin tanımındaki “iddihar
olunabilme” ifadesinin içerdiği, üzerinde
doğrudan ferdi hakimiyet kurulabilmesi
unsurudur. Bu unsur özellikle bir malın
kullanılması ile elde edilecek faydayı ifade eden
“menfaat”i mal tanımının dışında tutmak
gayesiyle eklenmiştir. Zira menfaatlerin
doğrudan ihraz edilmesi Hanefîler’e göre
mümkün değildir. Bundan dolayı menfaatlerin
tek başına konu oldukları akitleri (kira vb.) hacet
ilkesinin bir gereği olarak kabul ederler.
8. Hanefîlerin eşya ile ilgili terimleri kaç aşamalıdır?
Cevap: Hanefîlerin eşya ile ilgili terimleri üç aşamalıdır:
• Birinci aşama mal olmayan şeylerdir. Kan, leş,
tek bir pirinç tanesi gibi.
• İkinci aşama mal olup, mütekavvim olmayan
nesneler, başka bir deyişle mütekavvim olmayan
mallardır. Bunlar sadece üç tanedir: Hamr
(şarap), domuz ve şer’î yollarla kesilmeden
(boğularak vb.) ölen hayvanlar. Bu üç nesne de
ehl-i kitap açısından teknik anlamda maldır.
• Üçüncü aşama mütekavvim mallar olup, bu üç
şeyin dışında olup, iktisadi değeri olan ve
Müslümanlara mubah kılınmış nesnelerdir.
9. Malın değişik tür ve tasnifleri nelerdir?
Cevap:
• Ayn-menfaat ve ayn-deyn ayırımı: Malın ayn ve
menfaat şeklindeki ayırımına yukarıda yer
vermiştik. Bu doğrultuda aynî hakların ve hukuki
işlemlerin konusu olarak doğrudan “mal” terimi
gösterilmeyip malın aynı ya da menfaati
gösterilir. Buna göre bir eşyanın satımı, ayn
üzerinde gerçekleşen bir işlem iken; mesela kira
akdi eşyanın menfaati üzerinde gerçekleşen bir
işlem olarak tasarlanmıştır. Bu tasarımın eşya
üzerindeki haklara yansıması şu şekilde olur:
Menfaat üzerinde gerçekleşen akitler eşyanın
kendisi (ayn’ı) değil de “menfaat”i üzerinde
kurulmuştur. Dolayısıyla böyle bir akit
milku’lmenfaa doğurur. Eşyanın bizzat kendisi
gibi eşyadan elde edilecek faydalar da müstakil
bir varlık ve hak konusu olarak tasarlanmıştır.
• Mislî Mal-Kıyemî Mal Ayırımı: Özellikle borçlar
hukuku açısından mallarla ilgili en önemli ayırım
mislî-kıyemî mal ayırımıdır. Bu ayırıma göre
aynı türe ait olup, görünüm, içyapı, ekonomik
fayda vb. bakımlardan eş özellikte olan ve bu
sebeple dikkate değer bir fark olmadan birbirinin
yerine geçebilen mallar mislî; böyle olmayan
mallar ise kıyemîdir. Miktarları tartı, hacim
ölçüsü, uzunluk ölçüsü, ya da adet hesabıyla
belirlenen mallar kural olarak misli maldır.
Mesela, buğday, kumaş, yumurta ve para mislî
mal olup akitlerde genellikle fert olarak
belirlenmeyip cins olarak belirlenirler. Akitte
belirtilen cinsten herhangi bir çuval buğday ya da
bir toptan herhangi birkaç metre kumaş
verildiğinde akit gerçekleşir. Kıyemî mallar ise
tam olarak aynı değer ve şartlarda aynı cinsini
bulmanın kolayı olmadığı mallardır. Büyükbaş
bir hayvan, arazi, ikinci el bir araba böyledir.
Misli-kıyemi mal ayırımı borçların cins borcuparça
borcu ayırımıyla olan paralelliği sebebiyle
özel bir önem taşır. Bir borç ilişkisinde taraflar
aksini kararlaştırmadıkları sürece, borç misli
mallar ile ilgili olduğunda ortada bir cins borcu
(deyn niteliğinde bir borç); kıyemi mallar söz
konusu olduğunda ise parça borcu (ayn’ı teslim
borcu: ferden muayyen bir borç) söz konusudur.
• Menkul - Gayrımenkul (Akar) Ayırımı: Bu
ayırım malların en temel özelliği olan ‘nakle
konu olabilme’ açısından yapılmıştır. Özüne
zarar vermeksizin bir yerden başka bir yere
taşınabilen eşyalar menkul, taşınamayanlar ise
gayrımenkuldür. Bazı hukuklarda eşya
hukukunun beklemiği bu ayırım üzerine
kurularak hukukun birçok alanında kendisine
önemli sonuçlar bağlanmıştır. Buna göre
taşınırlar üzerinde aynî hakkın nakli malın teslimi
(zilyetliğin nakli) ile mümkün iken;
taşınmazlarda tapu kütüğüne tescil zorunlu
görülmüştür. Ancak İslâm hukukunda bu ayırım
aynı öneme sahip olmayıp zilyetlik (mal
üzerindeki fiili hakimiyet) aynî hakların açıklığı
için yeterli görülerek gayrımenkullere özgü ayrı
bir sisteme teorik olarak ihtiyaç duyulmamıştır.
Bu sebeple menkul ve gayrımenkul ayırımına
bağlanan sonuçlar ikinci derece önemli bazı
farklılıklardır.
• Sahipsiz mallar, özel mallar ve kamu malları.
Malın sahibinin mal ile ilişkisi bakımından
mallar, sahipsiz mallar, özel mallar ve kamu
malları şeklinde üç gruba ayrılabilir. A. Sahipsiz
(mübah) mallar: Üzerinde mülkiyet hakkı
olmayan mallardır. B. Özel mallar: Özel mülkiyet
altında olan ve diğer insanların hakimiyet
alanından çıkarılmış mallardır. C. Kamu malları:
Özel mülkiyet altına alınmaya elverişli olmayan
ve umumun ya da belirli bir yer halkının
ahalisinin doğrudan doğruya ve serbestçe
yararlanmasına terk edilen mallardır.
10. İslâm hukuku açısından mülkiyet hakkının çeşitleri
nelerdir?
Cevap:
• Tek şahıs mülkiyeti ve hisseli mülkiyet: Mülkiyet
hak sahibinin sayısı bakımından tek şahıs
mülkiyeti (müstakil/ferdi mülkiyet) ve hisseli
(birlikte) mülkiyet şeklinde ikiye ayrılır. Müstakil
mülkiyet, belirli ve bütün halinde bir eşya
üzerinde tek bir şahsa ait olan mülkiyettir.
Birlikte mülkiyet ise bir eşyanın, bütününden
ayrılıp müstakil hale getirilmemiş bir hissesine
malik olmaktır. Mesela bir tarlaya üçte bir, üçte
iki gibi oranlarla malik olan kişilerin mülkiyeti
böyledir.
• Ferdi (özel) mülkiyet - kolektif mülkiyet:
Mülkiyetin diğer bir ayırımı yukarıda temas
edilmiş olan ferdi (özel) mülkiyet ile kolektif
mülkiyet (toplum mülkiyeti) ayırımıdır. Özel
mülkiyette hak sahibi tek bir kişi ya da sayıları
belirli birkaç ortaktır. Kolektif mülkiyet kavramı
ise tüm toplumun eşit seviyede hak ya da
özgürlük sahibi olduğu malları ifade eder.
Aslında kolektif mülkiyet teknik anlamda bir
mülkiyet ve aynî hak türü olmadığı için mülkiyet
denilince asıl akla gelen özel mülkiyettir.
11. İslâm hukukunda mülkiyet kazanım şekilleri nelerdir?
Cevap:
• Aslen kazanma bir eşya üzerinde ilk olarak
mülkiyetin kurulmasını sağlayan yolları içine alıp
en tipik türü istilâ denilen sahipsiz (mubah) malın
ele geçirilmesidir. İslâm alimleri mülkiyet
ilişkisinin başlamadığı ve her şeyin herkese ait
olduğu teorik bir “ibaha” döneminden hareket
ederek mülkiyet müessesesinin, malik olmak
kastıyla bu mubah nesnelerin ele geçirilmesiyle
başladığını belirtirler. İstila bu şekilde mülkiyetin
fiilen doğmasının sebebi olarak teorik ve tarihi
bir ilke niteliğine sahiptir. Aynı zamanda av, ihya
edilen arazi, su vb. mubahları ele geçirme de
istilanın bir türü olup sürekli ve pratik bir
mülkiyet sebebidir. İstila, işgal ve ihraz terimiyle
de aynı anlamda kullanılabilmektedir.
• Mülkiyetin naklen kazanılması ise temel olarak
satım akdi, hibe vb. hukuki işlemler yoluyla
mevcut mülkiyetin bir başkasına nakledilmesidir.
İslâm hukukunda satım akdinde satılan mal
(mebî) üzerindeki mülkiyet akitle alıcıya
geçmektedir. Hukuki tağyir yoluyla mülkiyetin
kazanılması da naklen kazanma içinde ele alınır.
Mesela gasıbın gasp ettiği malı, niteliği değişecek
şekilde tağyir etmesi durumunda ona malik
olması böyledir.
• Halefiyet (yerini alma) ise başlıca bir şahsın
miras ve vasiyet yoluyla diğer bir şahsa halef
olması, yani onun yerine geçmesidir. İslâm
hukukunda mirasın vârislerin mülkiyetine
intikali, mûrisin ya da vârislerin (verese) rızasına
bağlı olmaksızın gerçekleşmektedir.
12. İslâm hukukunda mülkiyet hakkının sınırlamaları
nelerdir?
Cevap:
• Asli sınırlamalar: Aslî sınırlamalar her halükarda
mülkiyete bağlı olan ve ondan ayrılmayan
sınırlamalardır. Bazı mülkiyet takyitleri bir malın
mülkiyet altına alınması ile ilgilidir. İslâm
hukuku ilk olarak faiz, ihtikâr, rüşvet ve kumar
gibi işlemlerle haram nesnelerin alınıp satılmasını
yasaklayarak mülkiyet sebeplerine yönelik
sınırlamalar getirmiştir. Öncelikle İslâm israf ve
savurganlığı yasaklamış ve malını kullanma ve
harcama noktasında tedbirsiz davranan sefih
kişilere hacir koyarak bu şekilde hem sefih
kişinin, hem toplumun hem de veresenin
haklarını korumaya çalışmıştır.
• İradi sınırlamalar: İradi takyitler malikin kendi
iradesiyle yaptığı hukuki işlemler yoluyla
mülkiyet hakkına getirdiği sınırlamalardır. Malını
rehin veren malik, bu mal üzerindeki mülkiyet
hakkını kendi iradesiyle sınırladığı gibi, malikler
mülkiyet haklarını bir bedel karşılığında ya da
karşılıksız olarak sınırlayabilirler.
• İstisnâî sınırlamalar: Bununla kastedilen özellikle
devletin istimlak, mali ceza verme, istisnaî
vergiler koyma gibi temelde kamu menfaatine
yönelik kısıtlamalarıdır. Bu tür kısıtlamalar teorik
temelini “Zarar-ı âmmı def için zarar-ı hâs ihtiyar
olunur” (md. 26) prensibinde bulur. Bunlar
devamlı ve sabit kısıtlamalar olmayıp bir ihtiyaca
binaen ortaya çıktığından dolayı istisnaî olarak
nitelenir.
13. Sınırlı aynî haklardan irtifak hakları ne anlama
gelmektedir?
Cevap: İrtifak hakkı terimi, bir gayrimenkul (akar)
üzerinde başkasına ait bir akar yararına kurulmuş olan ve
hak sahibine sınırlı bir yararlanma sağlayan aynî hakları
ifade eder. Mesela bir arazi malikinin, arazisine geçmek
için ana yola bitişik olan komşu arazinin sahibiyle
sözleşme yaparak o araziden geçme yetkisi (geçit hakkı)
elde ettiğini düşünelim (irtifak sözleşmesi). Bu yetki
sadece komşu akarın menfaatlerinden yararlanma yetkisini
içermekte olduğu için milku’l-menfaa niteliğinde sınırlı
bir aynî haktır. Ayrıca kural olarak bu hak geçit
irtifakından istifade eden akara (hakim akar) bağlıdır ve
bu akarlar el değiştirse bile irtifak hakkı kural olarak
varlığını korur. Yeni malik bu akara malik olma sıfatıyla
hakkı kullandığı gibi, irtifakla yüklü akarın yeni maliki de
arazisi üzerinde kurulu bu hakka katlanmak zorundadır.
Ancak dilerse ve karşı taraf kabul ederse, irtifakı
kaldırmak üzere anlaşma yapabilirler (sulh akdi). İrtifak
haklarını temelde irtifak sözleşmesiyle kurulduğu gibi,
arazilerin satımı esnasında şart koşma ile ve zaruret
durumunda doğrudan kanun sebebiyle de kurulabilir.
14. İrtifak haklarının türleri nelerdir?
Cevap: İrtifak haklarının temel türleri şunlardır:
• Kaynak (su alma) hakkı (hakku’ş-şirb): Bir akar
malikinin başkasına ait bir su kaynağından
arazisini sulama, ya da içme ve kullanma
gayesiyle düzenli olarak su alma hakkıdır.
• Geçit hakkı (hakku’l-murûr, hakku’l-memerr):
Bir arazi malikine başkasına ait bir arazi ya da
yoldan geçme yetkisi veren hak.
• İnşaat (üst) hakkı (hakku’l-karâr, hakku’t-teallî):
Hak sahibine başkasına ait bir akarın üstünde
inşaat yapma veya ağaç dikme yetkisi veren
irtifaktır.
• Mecrâ hakkı: (hakku’l-mecrâ: hakku’l-mesîl):
Mecra hakkı, başka bir akar üzerinde kurulu
kaynak hakkı sayesinde alınacak temiz suları
kendi akarına ulaştırma, veya kendi ev ve
arazisinin atık sularını da başkasının akarından
geçirme yetkisi veren irtifak türüdür.
• Kiriş koyma hakkı: İnşa ettiği yapının kirişlerini
başkasına ait bir duvar ya da kolon üzerine
dayama yetkisi veren irtifak.
• Manzara irtifakı: Bir akarın manzarasının
kesilmemesi, ışık ve havadan daha iyi istifade
edebilmesi için diğer akarın belirli bir bölgesinde
yapı yapılmaması ya da binanın belirli bir
yüksekliği aşmamasını öngören irtifak hakkı.
AKİT TEORİSİ15. Borç ilişkisi kavramının bileşenleri nelerdir?
Cevap:
1. Alacaklı: Edimde bulunulmasını isteme yetkisine
sahip taraf. Hak sahibi.
2. Borçlu: Edimde bulunmakla mükellef olan taraf.
3. Edim (eda): Alacaklının borçludan yerine
getirmesini istemeye yetkili olduğu davranış.
16. Borcun hukuki işlem dışındaki kaynakları nelerdir?
Cevap:
• Haksız Fiiller: Hukuka aykırı olarak bir kimsenin
şahsına veya mal varlığına zarar veren fiildir.
İslâm hukukunda özellikle mala yönelik haksız
fiillerin alanı geniştir. Bir kimsenin malını zorla
elinden alma demek olan gasp ile başkasının
malını hukuka aykırı olarak tahrip etme anlamına
gelen itlaf iki önemli haksız fiil türüdür. İtlaf ve
gasp fiilini yapan ile malı telef ya da gasp edilen
arasında bir borç ilişkisi doğar. Bu borç öncelikli
olarak haksız fiile uğrayanın zararının tazmin
edilmesi şeklindedir.
• Sebepsiz Zenginleşme (Haksız İktisap): Bir
kimsenin mal varlığının, haklı bir sebep
bulunmaksızın; diğer bir kimsenin zararına olarak
çoğalması veya azalmaması demektir. Mesela
toptancı ile perakendeci arasında devam eden bir
ticari ilişkide, perakendecinin borcu bittiği halde
bitmediğini düşünerek hata yoluyla, toptancıya
fazladan bir taksit para ödediğini düşünelim.
Perakendeci borcun son taksitini yatırdıktan
sonra aralarındaki mevcut borç ilişkisi bittiği için
fazladan yatırdığı taksitte hukuki sebep olmadığı
halde karşı tarafta bir mal artışı meydana gelmiş
ve bunu iade etme borcu doğmuştur. İşte bu
borcun kaynağı haksız iktisap olarak nitelenir.
Haksız iktisabın borç kaynağı olarak önemi ve
alanı akit ve haksız fiile göre daha sınırlıdır.
17. Akit kavramını ne anlama gelmektedir?
Cevap: Borç doğuran en önemli ve en yaygın hukuki
işlem akittir. İslâm hukuku kitaplarında özellikle mâlî
muâmelât alanındaki bölüm (kitâb) başlıklarının pek çoğu
akitlerden oluşur (Kitabu’l-buyû, Kitabu’l-vekâle gibi).
Bazen tek taraflı hukuki işlemleri ifade etmek için
kullanıldığı olsa da İslâm hukukunda akit terimi, iki
tarafın karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanında
bulunmasıyla kurulan hukuki muamele anlamındadır.
Mecelle akdi şöyle tanımlar: “Akid, tarafların bir hususu
iltizam ve taahhüt etmeleridir ki; icab ve kabulün
irtibatından ibarettir (Mad.
)”. Mecelle akdin
kurulmasını (in’ikâd) da şöyle tanımlar: “İnikad; icab ve
kabulün, müteallakında eseri zahir olacak vechile
yekdiğere ber vechi meşru taallukudur” (Mad. 104). Yani
icab ve kabulün sonuç doğurabilecek biçimde birbirine
bağlanmasıdır.
18. Akdin unsurları nelerdir?
Cevap:
1. Taraflar: Prensip olarak bir akdin oluşması için
iki şahsın (gerçek ya da tüzel şahıs) bulunması
gerekir. Şahıslar bir akde asil sıfatıyla olduğu
kadar, başka bir tarafın temsilcisi olarak da taraf
olabilirler.
2. İrade beyanı: Tarafların akit yapma yönündeki
iradelerinin dışarıya yansımasıdır. Akdin özü
“karşılıklı rıza”dır. Hukuk karşılıklı rızayı son
derece önemser. Karşılıklı rızanın anlaşılabilmesi
için de tarafların bu rızalarını açıklamaları
gerekir. Bir kimse akit yapacağı diğer tarafa
kendisiyle bir akit yapmak hususundaki iradesini
bildirmekle irade beyanında bulunmuş olur. İrade
beyanının akdin özünü oluşturmasından dolaylı
Hanefî hukukçular akdin rüknü olarak sadece
icap ve kabulü gösterme eğilimindedirler.
3. Konu (mahal: ma’kud aleyh): Akdin konusu,
akdin üzerinde sonuç doğurduğu şeydir. Her
akdin sonuç doğurduğu bir konusu bulunmalıdır.
Konusu olmayan bir akit düşünülemez. Akitlerin
konuları türlerine göre değişir. Mesela satım
akdinde akdin konusu bir eşya (mebî’), daha
teknik bir tabirle eşyanın ayn’ı; kira akdinde ise
doğrudan eşyanın menfaatidir. Satım akdinde
mebî’nin bedeli olan semen ile kirada menfaatin
karşılığı olan ücret ise özellikle Hanefîlerde akdin
doğrudan konusu olarak görülmez.
19. Akdin kuruluş şartları nelerdir?
Cevap:
• Akdin taraflarıyla ilgili şartlar.
• Akdin konusuyla ilgili şartlar.
• İrade beyanlarıyla ilgili şartlar
20. Akit meclisi ve meclis muhayyerliği kavramlarının
anlamı nedir?
Cevap: Akit meclisinin birliği ve bütünlüğü yukarıda
gördüğümüz gibi icaptan dönme muhayyerliği ile kabulün
yapılması ve geçerliliği noktalarında oldukça önemli
sonuçlara sahiptir. Akdin in’ikat şartlarından birisi icap ve
kabulün aynı mecliste yapılmasıdır. Aynı mecliste
yapılmayan icap ve kabul birbirine bağlanmaz ve akit
meydana gelmez. Akit meclisinin önem taşıdığı üçüncü
bir husus da icab ve kabulün tamamlanmasından sonra
tarafların muhayyerlik hakkına sahip olup olmamalarıdır.
Bu konu meclis muhayyerliği olarak bilinir.
21. İcap ve kabul şekilleri nelerdir?
Cevap:
• Sözlü ifade: En yaygın ve doğal irade beyanı
sözlü ifade ile olur. İslâm hukukçuları tarafların
arasında çıkabilecek anlaşmazlıkları asgari
düzeyde tutabilmek için sözlü ifadelerle ilgili
belirli standartlar koymuşlardır. Bu doğrultuda
akit yapan kişilerin açık ve net iradelerini ifade
eden beyanları, özellikle Arapça’nın dil
özellikleri esas alarak belirlemeye çalışmışlardır.
Buna göre mazi (geçmiş zaman) siygası, yani
aldım, sattım, kiraya verdim vb. ifadeleri,
tarafların iradelerinin kesinliğinin delili
sayılmıştır. Alırım, satarım vb. muzarî (geniş-
şimdiki-gelecek zaman) siygasıyla hal (şimdiki
zaman) kast edilirse akit meydana gelir. Gelecek
anlamı kast edilirse akit meydana gelmez.
Alacağım, satacağım gibi açıkça gelecek zaman
siygası ise salt vaatten ibaret olduğu için -prensip
olarak- bu siyga ile akit meydana gelmez. Emir
ve talep siygaları da (mesela bir kişinin, ‘bana
şunu sat’ deyip diğerinin ‘sattım’ demesi gibi)
Hanefîlere göre prensip olarak akdi kurmak için
yeterli değildir. Ancak ifadenin sevk tarzı
geleceğe yönelik değil de o an için satma/satın
alma talebine delalet ederse akit kurulur. İmam
Mâlik ve Şâfiî’ye göre ise bu lafızlarla akit
meydana gelir. Soru ve şaka ifadeleriyle ise
prensip olarak akit meydana gelmez.
• İşaret: Sözlü ifadenin dışında taraflar bazı
işaretlerle anlaşarak da akit kurabilirler. İslâm
hukukçularının çoğunluğuna göre dilsizin bilinen
işaretleri akitlerde irade beyanı yerine geçer.
Dilsizin işaretinin geçerliliği için yazma
bilmemesi şart değildir. Yine çoğunluğa göre
dilsiz olmayan kişinin –o sırada dili de tutulmuş
değilse- işareti geçerli değildir. Mâlikîlere göre
dilsiz olmayanın işaretiyle de –eğer bununla îcap
ve kabul anlaşılıyorsa- akit meydana gelir.
• Teâtî: Fiilî mübadele. Çoğunluğa göre sözlü irade
beyanı olmaksızın bir şeyi alıp verme gibi, fiili
mübadele ile de akit meydana gelir. Çünkü teâtî
örfen tarafların rızasına delalet eder. İmam
Şafiî’nin meşhur olan görüşüne göre teâtî ile akit
meydana gelmez.
22. Akitlerin hukuki sonuçları nelerdir?
Cevap: Her akit türünün standart sonuçları vardır.
Taraflar akit yaparken bu sonucu elde etme gayesiyle
yaparlar. İslâm hukukçuları akdin hukuki sonuçlarını iki
ana kısma ayırır. Bunların ilki akdin hükmü diğeri ise
akdin hukuku yani haklarıdır. Akdin hükmü akdin ana ve
en önemli sonucudur ve ilke olarak bu tek bir sonuçtur.
Akdin hükmü, akdin asıl sonucunu gösterirken, akit ile bu
hükme bağlı başka bazı hak ve sorumluluklar da ortaya
çıkar. İşte hükme bağlı bu ikincil derecedeki hak ve
sorumluluklara akdin hukuku denir. Bunlar akdin asıl
sonucu olan hükmü güçlendiren ve tamamlayan ikincil
derecede sonuçlar olarak bilinir.
23. Akit türleri nelerdir?
Cevap:
• Gayesi ya da doğurduğu sonuç bakımından
akitler
• Aynî olup olmaması bakımından akitler
• Meşru olup olmamasına göre akitler
• Kurulduğu andan itibaren sonuç doğurması
(işlerlik) bakımından akitler
• Bağlayıcılık bakımından akitler
24. Gayesi ya da doğurduğu sonuç bakımından akitler
nelerdir?
Cevap:
• Temlik akitleri: Satım ve kira gibi mal ve
menfaatin el değiştirmesini, bir aynî hakkın karşı
tarafa devredilmesi sonucunu doğuran akitler. En
yaygın rastlanan akitler bunlardır. Bu akitler
kendi içinde üç gruba ayrılır.
a) İvazlı akitler: Her iki tarafın da bir bedel verdiği
akittir. Satım akdinde mebî’ ile semen; kirada
menfaat ile ücret iki tarafın verdiği bedeli yani
ıvazı oluşturur.
b) Teberru akitleri (ıvazsız akitler): Akit konusunun
bir karşılığı ve ivazının olmadığı sadece bir
tarafın aynî hakkını devrettiği akitlerdir. Mesela
hibe ve ariyet böyledir. Bir taraf hibede
bulunarak malını başkasına temlik ederken diğer
taraf bir bedel ödemez. Hibede bir malın aynı,
âriyette ise menfaati temlik edilmektedir.
c) Başta teberru, sonunda ivazlı olan akitler. Karz,
borçlunun isteği üzerine kefalet ile ivaz şartlı
hibe gibi.
• Teminat akitleri: Bir borcu teminat altına almaya
yarayan akitlerdir. Rehin akdi aynî teminat akdi,
kefalet ise şahsi teminat akdi olarak temel
teminat akitlerini oluşturur. Alacaklı, rehin
akdinde, aldığı bu rehnin (ayn’ın) değeri ile
alacağını teminat altına alır. Kefalette ise kefil,
borçlu konumuna geçmekte ve borç ondan da
talep edilebilmektedir ki burada teminat sağlayan
bir mal olmayıp doğrudan kefilin şahsıdır.
• Koruma (hıfz) amaçlı akitler: Bir malın koruma
altına alınmasına yönelik olan akitler. Vedia gibi.
• Temsil akdi: Vekalette olduğu gibi bir hukuki
tasarrufta ya da mahkemede bir kimseyi temsil
etme amacıyla yapılan akitlerdir.
• Ortaklık akdi: Ortaklık amacıyla yapılan
akitlerdir. Mudârebe, muzâraa akdi gibi.
25. Hangi durumlarda akid ortadan kalkar?
Cevap: Borç, tarafların borç konusu olan edimi yerine
getirmesi yani ifa etmesi ile sona erer. Edim ile kural
olarak akitle doğan borç ilişkisi de son bulmuş olur. Bu
borcun doğal sona erme yoludur. Ancak akitler henüz ifa
edilmeden de geriye dönük olarak bozulup hükümsüz hale
getirilebilir. Bunun başlıca iki yolu vardır. Birincisi fesih,
ikincisi ise infisahtır.
• Fesih taraflardan birinin irade beyanıyla akdi
ortadan kaldırmasıdır. Buna göre her iki tarafı ya
da sadece tek tarafı bağlayıcı olmayan bir akit tek
taraflı olarak feshedilebilir. Her iki tarafı
bağlayan akitlerde ise iki taraf anlaşarak sahih
olarak kurulmuş bir akdi feshedebilir ki buna
ikale denilir. İkale taraflar açısından genellikle
fesh olarak, üçüncü kişiler açısından ise -özellikle
Ebu Hanife’ye göre- yeni bir akit olarak
gerçekleşir. İlke olarak nikah dışındaki akitler
feshedilebilir. Aynî şekilde muhayyerlikler
kullanılarak da akit feshedilebilir.
• İnfisah ise, akdin işlerliğinin imkansız hale
gelmesi sebebiyle kendiliğinden ortadan
kalkması demektir. Mesela satım sözleşmesi
mebî’in teslim öncesi helak olmasıyla
kendiliğinden infisah eder. Bu durumda satıcının
aldığı semeni iade etmesi gerekir. İlke olarak
fesih ve infisahla akit hiç olmamış gibi akit
öncesi hale dönülür. Ancak kira akdi gibi
tarafların devamlı edimde bulunduğu durumlarda
fesih ilke olarak geleceğe yönelik olur.