Giriş
Eski edebiyatımız dinî temele dayanır ve ilk kaynağı da
İslâmî ilimlerin tümünde olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’dir.
Hiç kuşkusuz şiir, bu edebiyatımız içerisinde önemli bir
yere sahiptir. Şairlerimiz anlatmak istedikleri hemen her
şeyi çeşitli nazım şekilleriyle kaleme almışlardır.
Kasidelerle tevhid, münacat ve naatlar yazdıkları gibi din
ve devlet büyüklerine de methiyeler meydana
getirmişlerdir. Aslen bir aşk şiiri formu olan gazel ile
zamanla felsefî ve mizahî konuları da ele almışlardır.
Mesnevî nazım şekliyle dinî ve dünyevî hemen her
konuda kalem oynatmışlardır. Öyle ki bazen Arapça veya
Farsça bir sözlüğün bazense bir dilbilgisi kitabının bile
manzum olarak yazıldığını görmekteyiz.
Türklerin İslâm’ı kabul etmelerinden sonra yazılan
eserlerin hemen hepsinde önce Allah’ın birliği ve
ululuğunu anlatan, O’na yalvarma ve duâyı ifâde eden,
Hz. Peygamber’i medh edip öven parçalar ve
manzûmeler bulunmaktadır. Eserlere bu şekilde başlamak
İslâm sonrası edebiyatımızın ilk eserlerinden itibaren
herkesçe uyulan bir âdet ve gelenek olagelmiştir. Bu âdet
ve geleneğin dayanağını şu şekilde açmak ve açıklamak
mümkündür.
Her şeyden önce eserlerin, mensûr ve manzûm olmak
üzere iki tarz ve şekilde yazılmaları usûldendir. Müslüman
bir müellif ve şâirin eserine “Besmele” ile başlayarak
“Hamdele” ve “Salvele” ile devam etmesi ve “ammâ
ba‘dü” sözü ile de asıl konuya geçmesi “âdet ve gelenek”
idi. Ancak, bu âdet ve geleneğin bir dayanağı olmalıydı.
İşte bu âdet ve geleneğin delil ve dayanakları hakkında şu
bilgileri vermek faydalı ve yerinde olacaktır.
Bu âdet ve geleneğin mensur eserlerde nasıl ve hangi
sıraya göre uygulandığına bakalım. Mensur eserlerde
müellifin âdet ve geleneğe göre, takip ettiği sıra:
“Besmele, hamdele, salvele, ammâ ba‘dü” sözleridir.
Manzum eserlerde ise bu sıra: “Besmele, Tevhîd-Münâcât,
Na‘t, Sebeb-i Te’lîf-i Kitâb” şeklindedir. Divanlarda bu
sıraya uyulduğu gibi, mesnevîlerde de, genel olarak,
böyledir. Bunları sıra ile açıklayalım.
1. Mansur Eserlerde:
Besmele; “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” demek
olan Besmele’nin dayanağı, Hz. Peygamber’in: “Her iyi
ve güzel bir işe “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adı” ile
başlanmamışsa, o işten hayır gelmez, sonu güdük ve
verimsizdir.” (Aclûnî: 1352) anlamındaki hadîsidir.
Hamdele; “Allah’a şükretme” anlamına gelen “el-Hamdü
li’llâh” cümlesinin kısaltılmış şeklidir. Hamdele’nin delîli,
Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi olan Fâtiha Sûresi-ilk âyetinin
“Hamd” kelimesiyle başlamış olması ve bir de Hz.
Peygamber’in hutbelerinin Allah’a “Hamd ü senâ” ile
başlamış olmasıdır.
Salvele: “Allâhümme salli alâ seyyidinâ Muhammed”
cümlesinin kısaltılmış şeklidir. Hz. Peygamber’e salât ü
selâm getirmenin Kur’an’daki delili: “Allah ve melekleri,
peygambere salât etmekte (onun şerefini gözetmeğe,
şânını yüceltmeğe özen göstermekte)dir. Ey inananlar, siz
de ona salât edin (onun şânını yüceltmeğe özen gösterin);
içtenlikle selâm edin (Ahzab, 33/56).” anlamındaki âyettir.
Âyetin asıl metninde geçen “sallû” ve “sellimû” emirleri,
Hz. Peygamber’e “salât ü selâm” getirme görevini
Müslümanlara yüklemektedir.
Ammâ ba‘d: “Allah’a hamd, Peygambere salât ü
selâm’dan sonra” anlamında bir deyimdir ki, bundan sonra
asıl konuya geçilir. Asıl konu ile Hamdele ve salvele
faslını ayırdığı için “ammâ ba‘dü” sözüne “faslu’l-hitâb”
da denir.
2. Manzum Eserlerde:
Manzum eserlerde besmeleden sonra öncelikle tevhid
bazen de tevhid ve münacat birlikte bulunur.
Allahın varlığına ve birliğine dair yazılan manzumelere
Tevhid denilir.
Mensur türde yazılan tevhid ve münacatların ortak adı
Tazarru name şeklindedir.
Türk İslam edebiyatında Hz. Peygamberin hayatını vasıf
ve güzelliklerini mucizelerini anlatan; hadislerin kırk
kadarını bir araya getirerek oluşturulan eserlere Hadisi
Erbain denilir.
Türk-İslam edebiyatımızın en sevilen eserlerinden bazıları
Yunus Emre ilahileri, Yazıcıoğlu Mehmed’in
Muhammediyesi, Süleyman Çelebi’nin Mevlidi, Ahmet
Cevdet Paşa’nın Kısas-ul Enbiyası olarak gösterilebilir.
Dini-edebi nazım türleri, Allah la ilgili nazım türleri,
Peygamberle ilgili nazım türleri ve Dini ahlaki nazım
türleri olarak sınıflandırılabilir.
Allahtan bir şeyi dilemek için ona yalvarmak ve yakarmak
için yazılmış nazım türüne münacat denilir.
Allah’ın Güzel İsimleri: Esmâ- I Hüsnâlar
Esmâü’l-hüsnâ ifadesi Kuranda 4 yerde geçmektedir.
Araf, İsra, Taha ve Haşr sureleri geçtikleri yerlerdir.
Esma-ı Hüsna Havası nitelemesi, Esma-ı hüsnadaki hangi
ismin hangi faydaya yönelik olduğudur. Esma-ı hüsnayla
ilgili en çok eser verilen dil Arapçadır, onu Türkçe ve
Farsça izler. Münacat nazım şekli Türk edebiyatımıza 12.
Yy’dan itibaren girmiştir. Arapça olarak yazılan esma-ı
hüsnalar:
Gazali: Maksadul Esna fi şerhi Esmaillahi hüsna
Beyzavi: Müntehel müna fi şerhi Esmaillahi hüsna
Fahreddin Razi: Levaimul Beyyinat şerhü Esmaillahi
Teala vessıfat
Farsça yazılmış Esma-i hüsnalar:
Abdurrahman Cami: Risaleyi Muammayı Nefise
Mir Hüseyin eş Şirazi: Şerhul Esmail hüsna
Lami Çelebi tarafından Farsçadan Türkçeye tercüme
edilen Şerhul Esmail Hüsna eseri Mir Hüseyin eş Şirazi’ye
aittir.
Türkçe manzum esma-ı Hüsna kaleme alan şairlerden bazıları:
• Şeyhoğlu Mustafa
• İsa Saruhani---şerhu Esmail Hüsna
• Ahmed Şakir Paşa
• İbrahim Cudi
• Bıçakcızade İsmail Hakkı olarak sıralanabilir.
Tevhîdler
Manzum tevhidler çoğunlukla kaside, mesnevi, gazel
şeklinde yazılmıştır.
Tevhidlerin öncelikli konusu Allahın zati ve subuti
sıfatlarıdır. Türk islam edebiyatının konu bakımından en
önde gelen eserleri Tevhidlerdir.
Tevhidler:
• Vahdet kelimesinden gelir
• Tevhidler Türk-İslam edebiyatının konu
bakımından en önde gelen eserleridir
• Çoğunlukla kaside, mesnevi ve gazel şeklinde yazılmıştır
• Tevhidlerde işlenen konular ayet ve hadislerden
alıntı yapılarak veya bu iki kaynaktan da
yararlanılarak kaleme alınmıştır.
• Allahın zati ve sübûtî sıfatları öncelikli konusunu
oluşturur
• Tasavvufi ve Dini olmak üzere iki çeşit tevhid
türü vardır.
Dini tevhidler, Âdem peygamberi topraktan yaratmış olan
Allah’ın ilminde saklı ve gizli varlıkların kudret kalemiyle
meydana gelişi zuhur edişi anlatırlar.
Tasavvufi tevhidlerde ise Kenzi mahfi esasına dayalı bir
anlatım vardır. Kenzi Mahfi, Gizli Hazine demektir. İran
ve Anadolu’daki şairlerin –Allah’ın kendi güzelliğini
temaşa ve yokluk aynasında tecelli etmesi lafzı Kainatın
yaradılış nedeni olarak gösterilir. ‘Ben cinleri ve insanları
ancak bana kulluk etsinler diye yarattım’ (Zâriyât Suresi
56) ayeti tasavvufi tevhidde Kenzi mahfi esasını oluşturur.
Tevhidlerde işlenen esas ve konular, Allahın zati ve sübûtî
sıfatlarıdır.
• Adem peygamberi topraktan yaratmış olan
Allah’ın ilminde saklı ve gizli varlıkların kudret
kalemiyle meydana gelişi zuhur edişi
• Kenzi mahfi esasın
• Vahdet-i vücut (varlıkta birlik)
• Kainat Allahtan bir nişan ve alamettir.
• Allah’ı dünya gözüyle görmek mümkün değildir.
• Allahın zatı idrak edilemez ve buna insan güç
yetiremez
• Allah mülkün sahibi şehadet ve gayb âleminin
Halikidır
• Allah nasıllık ve nicelikten münezzehtir.
• Sonsuz ve sınırsız zaman ve mekan kayıtlarından
uzaktır
• Allahın eşi ve ortağı yoktur.(ihlas suresi)
• Merhametlilerin en merhametlisidir. (Erhamü’rrâhimîn)
• Bütün eşya ve varlıkta nuru zahir olmuş tecelli
etmiştir.
• Gönül levhasından masivanın (Allahtan gayrı
herşeyin) silinmesi şarttır.
gibi esaslar tevhidlerin içinde yer alır.
Mutasavvıf şairlerin tevhidlerinde en çok vurguladıkları
felsefe vahdeti vücuttur.
Münâcâtlar
Münacatın kelime anlamı: Fısıldamak kulağa söylemek iki
kişi arasında geçen gizli konuşma olarak göze
çarpmaktadır. Bir kimsenin ellerini semaya kaldırarak
dilediği şeyi Allah’tan gizlice istemesine münâcât
denilmekle birlikte, edebiyâtımızda, bağışlayıcı olan Yüce
Allah’tan bir dilekte bulunmak için yazılan manzûmelere
verilen isimdir.
Kelime anlamı olan “kulağa fısıldamak ve iki kişi
arasındaki gizli konuşma” münacatı tam olarak
karşılamamaktadır. Kulağa fısıldamak normal
konuşmalarda hoş karşılanmayan bir iletişim şeklidir.
Münâcât aslında kulun acziyetini ifade halidir. Kişinin
yüce Allah karşısında kulluğunun farkında olarak, edeple
kendi eksiklik ve noksanlığını itiraf edip Allah’tan kısık
bir sesle yardım istemesidir.
Eski edebiyatımızın vazgeçilmez şiir türlerinden biri olan
münâcât, hemen her şairin divan ve mesnevisinde ya ilk
ya da ikinci şiir olarak yerini alır. Bu yönüyle de mensur
eserlerdeki “hamdele”nin şiirdeki karşılığıdır. Bununla
birlikte mensur olarak yazılan münâcâtlar da vardır ki
bunlara da “Tazarrû-nâme” adı verilir.
Divan edebiyatı şairlerince kaside, gazel, kıta, mesnevi,
rubai gibi hemen her nazım şekliyle yazılmasına rağmen
Halk ve Yeni Türk edebiyatı şairleri tarafından da hece ve
serbest vezinle verilen yüzlerce güzel örnekleri de vardır.
Dinî ve edebî bir nazım türü olan münâcâtlar ayet ve
hadislerden alıntılarla İslâm’ın iki ana kaynağından
faydalanılarak kaleme alınmışlardır.
Allah’la ilgili edebî bir nazım türü olan münâcâtlar,
tevhîdlerle benzerlik göstermesine rağmen aralarında bazı
farklılıklar da bulunmaktadır. Tevhîdlerde Allah’ın zât ve
sıfatlarından, yüceliğinden ve kudretinden bahsedilirken
münâcâtlarda kulun hatalı, kusurlu ve aciz olduğu
vurgulanarak Allah’tan yardım isteği ön plana çıkar. Kul,
kusurludur. Yapmış olduğu ibadetler ve amelleri Allah’a
layık değildir. Buna rağmen Allah kulun ameline göre
ceza vermez. Fuzulî bir münâcâtında bu durumu;
Yok bende bir amel sana şâyeste âh eğer
A’mâlime göre vere adlin cezâ bana
Mısralarıyla ifade eder.
Münacat yazan şairlerden bazıları: Fuzuli, Arif Nihat
Asya, Yunus EMRE, Fenayi Cennet Efendi, Cahit
Zarifoğlu olarak sıralanabilir.