Ünite 5: Hüküm Teorisi - Konu Özeti

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Ünite 5: Hüküm Teorisi - Konu Özeti
« : 04 Nisan 2018, 10:50:36 »
Giriş
Fiillerin hükümlerinin ne olduğu ile fıkıh ilmi ilgilenirken,
hükmün ne olduğu ve kısımlarının nelerden ibaret olduğu
ile fıkıh usûlü ilmi ilgilenir. Hükmün dört temel unsuru
vardır. Bunlar hükmün kendisi, hükmü koyan hâkim,
hükmün muhatabı olan mükellef ve hükme konu olan
fiillerdir. Mutlak anlamda hükmün kaynağının ilâhî hitap,
hüküm koyma yetkisinin de Allah’a ait olduğu ve aklın
hükme ulaşmanın bir yolu olmadığı konusunda usûlcülerin
büyük çoğunluğu aynı kanaattedir.

Hükmün Tanımı ve Kısımları

Hükmün tanımı kaynağına ve mükellefin fiiline bağlı
olarak göre değişir.

• Hükmü, kaynağını dikkate alarak tanımlayan
kelamcı usulcülere göre hüküm, “Allah’ın, iktizâ
veya tahyîr ya da vaz‘ yönüyle mükelleflerin
fiillerine ilişkin hitâbıdır.”

• Hükmü, mükellefin fiilini dikkate alarak
tanımlayan Hanefî usulcülere göre ise hüküm,
“Allah’ın, iktizâ veya tahyîr ya da vaz‘ yönüyle
mükelleflerin fiillerine ilişkin hitâbının
sonucudur.”

Teklîfî Hükmün Tanımı:

Teklîfî hükmün tanımı kelamcı uslcülere ve Hanefilere
göre değişiklik gösterir. Şâri‘in, mükelleften kesin bir
şekilde yapmasını istediği fiil farz ve vâcib; kesin olmayan
bir şekilde yapmasını istediği fiil sünnet ve nâfile; kesin
bir şekilde yapmamasını istediği fiil haram; kesin olmayan
bir şekilde yapmamasını istediği fiil mekrûh; mükellefi,
yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiil ise mübâh olarak
nitelendirilir.

Şâri‘in “Namazı kılın!” emrini örnek alacak olursak
kelamcı usulcülere göre emir kipindeki bu hitâbın kendisi,
îcâb (vâcib kılma) tarzında bir hükümdür; Hanefilere göre
ise bu hitaptan anlaşılan namazın vâcib olması hükümdür.

Vaz‘î Hükmün Tanımı:

Vaz‘î hükümler, teklîfî hükümlerin varlığı ile ilgili ikincil
hükümlerdir. Örneğin Şâri, güneşin hareketleri ile oluşan
vakti, namaz için sebeb, abdesti namaz için şart, kadının
hayızlı olmasını namaz için mâni‘ kılmıştır.

Teklîfî Hükmün Kısımları:

Usulcülerin çoğunluğuna göre teklîfî hüküm îcâb, nedb,
tahrîm, kerâhe ve ibâha olmak üzere beş kısma ayrılır.
Hanefiler ise teklîfî hükümleri farz, vâcib, sünnet, nâfile,
harâm, mekrûh, mübâh olmak üzere yedi kısma ayırır.

Vâcib:

Vâcib, kesin bir şekilde yapılması istenilen, terk edilmesi
halinde cezanın hak edildiği fiildir. Bir fiilin vâcib
olmasının anlamı, o fiilin yapılmasının gerekli olması,
yapanın sevap, mazeretsiz terk edenin ise cezayı hak
etmesidir. İnanç açısından ise bunun hak olduğunun kabul
edilmesi ve inkârının veya hafife alınmasının küfrü
gerektirmesidir. Vâcib teriminin bu kullanımı, usulcülerin
çoğunluğuna göredir ve onlara göre vâcib ve farz eş
anlamlı iki terimdir. Hanefiler ise belirtilen anlamda vâcib
terimi yerine farz terimini kullanırlar. Vâcib terimini ise
farzın bir derece altında yer alan hüküm kategorisi için
kullanırlar.

Hanefilere göre farz ve vâcib, yapılmasının Şâri‘
tarafından kesin olarak istenmesi noktasında birleşir.
İkisini birbirinden ayıran şey ise dayandıkları delillerin
kat‘î ya da zannî oluşudur. Buna göre farz, sübutu ve
delaleti kat‘î delille sabit olur. Vâcib ise zannî bir delil ile
sabit olan fiilin hükmüdür. Örneğin kurban kesme, vitir ve
bayram namazları, namazda Fâtihâ sûresinin okunması
gibi fiillerin hükümleri vâciptir. Çünkü bu hükümler, zan
ifade eden (kesinlik taşımayan) haber-i vâhid ile sabit
olmuştur.

Hanefilerin “Vâcib, amelen farz gibidir” sözlerinin anlamı
terkedildiğinde cezasının olmasındandır. İnanç açısından
ise zannî bir delil ile sabit olduğu için vâcibi inkâr edenin
küfrüne hükmedilmez, inkâr eden veya inkâr anlamına
gelecek şekilde hafife alan kişi, fâsık sayılır.

Vâcib 4 kısma ayrılır:

1. Edâ edileceği vakit açısından(Bu açıdan vacib
mutlak vâcib ve mukayyed vâcib)
2. Miktarının belli olup olmaması açısından(Bu
açıdan vâcib mukadder vâcib ve gayr-ı mukadder
vâcib kısımlarına ayrılır.)
3. Yerine getirmesi istenen mükellef
açısından(Mükellef açısından vâcib, aynî vâcib
(farz-ı ayn) ve kifâî vâcib (farz-ı kifâye) olmak
üzere iki kısma ayrılır.)
4. Yapılması istenen fiilin belirli olup olmaması
açısından (Bu açıdan vâcib, muayyen vâcib ve
müphem vâcib olmak üzere ikiye ayrılır.)

Mendup:

Mendup; kesin olmayan bir şekilde yapılması istenen,
yapılması terk edilmesinden daha iyi olan fiildir.
Hanefilerin dışındaki usulcülerin çoğunluğuna göre
mendub, müstehab, nafile ve sünnet eşanlamlı terimler
olarak kullanılır.

Hanefilere göre; Sünnet, terk edilmesi yasaklanmamakla
birlikte yapılması iyi görülen ve dinde izlenegelen bir
gelenek haline gelmiş fiillerdir. Bu tür sünnetler sünnet-i
hüdâ olarak isimlendirilir. Bu tür sünnetleri yapan sevab
kazanır, terk eden ise kınanır. Hz. Peygamberin, yeme,
içme ve giyim-kuşam tarzı gibi ibadet kastıyla değil de
insan olması hasebiyle yaptığı fiiller ise sünnet-i zevâid
olarak isimlendirilir. Bu tür sünnetleri terk eden kınanmaz.
Nâfile ise yapılması, iyi görülmekle birlikte bir gelenek
haline gelmeyen fiillerdir. Nâfileyi yapan sevap kazanır,
terk eden ise kınanmaz.

Haram :

Haram, kesin bir şekilde yapılmaması istenen, terk
edilmesine sevab, yapılmasına ceza verilen fiildir.
Yasağın, yasaklanan fiilin özü ile ilgili olup olmaması
açısından haram liaynihî (lizâtihî) haram ve ligayrihi
haram olmak üzere ikiye ayrılır:
1. Liaynihî (lizâtihî) haram, özü itibariyle bir
kötülük ve zarar içermesinden dolayı
yapılmasının yasaklandığı fiildir.
2. Ligayrihî haram, aslında meşru olmakla birlikte
haram kılınmasını gerektiren başka bir sebepten
dolayı yapılması yasaklanan fiillerdir.

Mekruh:

Mekruh, kesin olmayan bir şekilde yapılmaması istenen
fiildir. Diğer bir ifadeyle mekruh, terk edilmesi
yapılmasından daha iyi olan fiildir. Mekruh olan fiili
yapan kişi, cezayı hak etmez, ancak bazı durumlarda
kınanmayı hak eder. Terk eden ise övgüye layıktır.
Hanefilere göre haram, kat‘î bir delil ile kesin bir şekilde
yasaklanan fiillerdir. Hanefilere göre mekruh ise tahrîmen
mekruh ve tenzîhen mekruh olmak üzere iki kısma ayrılır:
1. Tahrîmen mekruh, harama yakın mekruh olup
haramda olduğu gibi yapılması kesin olarak
yasaklanmış fiildir. Ancak bu yasak, haber-i
vâhid gibi zan ifade eden bir delil ile sabit
olmuştur. Tıpkı haramda olduğu gibi bu tür
fiillerden kaçınmak gerekir. Bir fiilin tahrîmen
mekruh olduğunu inkâr etmek, kişiyi küfre
götürmez.
2. Tenzîhen mekruh, helale yakın mekruh olup terk
edilmesi, yapılmasından daha iyidir. Bu tür bir
fiili işleyen kişi, ceza ve kınanmayı hak etmez,
ancak faziletli davranmayı terk etmiş sayılır.

Mübah:

Mübah, Şâri‘in yapılmasına ve terk edilmesine izin
verdiği, mükellefi yapıp yapmama konusunda serbest
bıraktığı fiillerdir. Mübahı yapan veya terk eden için sevap
ya da günah yoktur.

Teklîfî Hükümlerle İlgili Diğer Hükümler

Bazı usulcülerin teklîfî hükümler ile bazılarının da vaz‘î
hükümler ile ilişkilendirdikleri bazı hükümler daha vardır.
Bunlar, azîmet ve ruhsat; edâ, kazâ ve iâde; sıhhat, butlan
ve fesat olmak üzere üç kısımda toplanır.

Azimet ve Ruhsat:

Azimet ve ruhsat, konulan hükmün aslî ya da geçici
olması açısından yapılmış bir ayırımdır. Buna göre:

• Azîmet, kulların özürlerine bağlı olmaksızın
genel geçer olmak üzere ilkten konulmuş aslî
hükümdür. Bu anlamda yukarıda belirtilen teklîfî
hükümler, azîmet kapsamına girer.

• Ruhsat, kulların özürlerine bağlı olarak ve geçici
olmak üzere konulmuş istisnâî hükümlerdir.
Hanefilere göre ruhsat hükümleri dört tür olup bunların ilk
ikisi gerçek anlamda ruhsat diğer ikisi ise mecâzî anlamda
ruhsat olarak isimlendirilir.

Edâ, Kazâ ve İâde:

Vâcibin, kendisi için belirlenen vakit içerisinde rükün ve
şartlarına uygun olarak ilk defa yerine getirilmesine edâ,
vakti çıktıktan sonra yerine getirilmesine kazâ, bir özür
veya kusur sebebiyle eksik bir şekilde yapıldıktan sonra
vakti içinde yeniden tam bir şekilde yapılmasına iâde
denir.

Sıhhat, Fesat ve Butlan:

Sıhhat, fesat ve butlan, ibâdet ve hukukî işlemlerin
geçerliliği ve geçersizliği açısından yapılan bir ayırımdır.
Bir ibadet veya hukukî işlem, rükün ve şartlarını taşıyorsa,
bu rükün ve şartlara uygun şekilde yerine getirilmiş ise
sahîhtir; bu rükün ve şartlara uygun şekilde yerine
getirilmemişse bâtıldır, geçersizdir, sonuç doğurmaz.
Fâsit ise ibadetler söz konusu olduğunda batıl ile eş
anlamlı olarak kullanılan bir terimdir. Hukukî işlemler,
özellikle akitler söz konusu olduğunda Hanefilerin
dışındaki çoğunluğa göre bâtıl ve fâsit yine eş anlamlı iki
terim olarak kullanılır ve yapılan satım sözleşmesinin
geçersiz olduğunu ifade eder. Hanefilere göre akdin
rükünlerinde veya kurucu şartlarında bir eksiklik söz
konusu ise bu durum, akdi bâtıl kılar. Buna karşılık
eksiklik, rükün ve kurucu şartların dışında bir şartta ise
örneğin, satılan malın bedeli bilinmiyorsa veya ribâlı bir
akit söz konusu ise yapılan akit bâtıl olmaz, fasit olur.

Vaz‘î Hükmün Kısımları:

Vaz‘î hükümler illet, sebeb, rükün, şart, mâni‘dir.
Hanefiler buna bir de alâmeti eklemişlerdir.

İllet:

İllet, varlığı hükmün varlığına, yokluğu da hükmün
yokluğuna alamet kılınan durum olup bu durum ile
hükmün konulması arasında açık bir uygunluk vardır.
Usulcülerin “illet, hükümde müessirdir” sözleri bunu ifade
eder. Diğer bir ifadeyle illet varsa hüküm de vardır, illet
yoksa hüküm de yoktur.

Sebeb:

Sebeb, varlığı hükmün varlığına, yokluğu da hükmün
yokluğuna alamet kılınmış olmakla birlikte, bu durum ile
hükmün konulması arasında aklen kavranabilecek bir
uygunluk yoktur. Bu son özelliği, sebebi illetten ayırır.

Rükün

Rükün, bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı olan ve onun
yapısından bir parça oluşturan unsurdur. Namazın varlığı
içinde rükünlerin bulunmasına bağlıdır.

Şart

Şart, bir şeyin varlığı, kendi varlığına bağlı olmakla
birlikte o şeyin yapısından bir parça olmayan şeydir.
İllet veya sebebin varlığı hükmün varlığını gerektirirken
şartın varlığı hükmün varlığını gerektirmez.

Mâni:

Mâni‘, varolması halinde sebebe hükmün bağlanmasını
veya sebebin gerçekleşmesini engelleyen durumdur. Buna
göre mâni‘ ya hükmün mâni‘idir ya da sebebin mâni‘idir.

Hâkim (Hüküm Koyucu)

Hâkim, hüküm koyan demektir. Bu anlamda fıkıh
usulünde daha çok Şâri‘ kelimesi kullanılır. Hz.
Peygamber de Allah’ın ona bu yetkiyi vermesi sebebiyle
şâri‘ kabul edilir. Her şer‘î hükmün, şer‘î bir delile
dayanması gereklidir. cak aklın, şer‘î hükme ulaşmanın bir
yolu olup olmadığı özellikle Sünnî ve Mutezilî usulcüler
arasında tartışmalıdır. Bu tartışma, literatürde hüsün ve
kubuh (iyilik ve kötülük) meselesi diye isimlendirilir.

Hükmün Muhatabı: Mükellef

Hükmün muhatabı olan kişiye mükellef denir. Kişinin
mükellef sayılabilmesi için kendisine yönelen hitabı
anlayacak seviyede bir akla sahip olması gerekir.
Yükümlü olabilmesi için kişinin, aklî açıdan belli bir
seviyede olması gerekir. Bu da kişinin temyiz gücüne
sahip olarak bülûğa ermesidir. Temyiz gücü, iyiyi kötüden
ayırt etme gücü olarak açıklanır ve kişinin söz ve
davranışlarına bakılarak bilinir.

Ehliyetin Tanımı ve Kısımları

Ehliyet, kişiyi, dinî-hukukî sorumluluğa muhatap olmaya
elverişli hale getiren vasıftır. Bu vasıf sayesinde kişi,
birtakım haklara sahip olmaya, bu hakları kullanmaya,
borçlanmaya ve hukuken geçerli davranışlarda bulunmaya
ehil hale gelir. Ehliyet, anne karnındaki cenin safhasından
başlar kişinin aklî ve bedenî açıdan gelişimine paralel bir
seyir izler. Bu gelişime bağlı olarak ehliyet, vücub ehliyeti
ve edâ ehliyeti olarak iki kısma ayrılır.

Vücub Ehliyeti:

Vücub ehliyeti, kişinin haklara sahip olabilme ve borçlar
altına girebilme ehliyetidir. Bu yüzden hak ehliyeti olarak
da isimlendirilir. Vücub ehliyetinin temelini insanlık vasfı
oluşturur. Bu açıdan bakıldığında vücub ehliyeti eksik
vücub ehliyeti ve tam vücub ehliyeti olmak üzere iki
kısma ayrılır:

1. Eksik Vücub Ehliyeti: Sadece cenin için söz
konusu olur ve onun lehine bazı hakların sabit
olmasını sağlar.

2. Tam Vücub Ehliyeti: Kişinin haklara sahip
olmasının yanında bazı borçlar altına
girebilmesini sağlayan ehliyet türüdür. Kişinin
doğumuyla birlikte başlar ve ölümüne kadar
devam eder.

Edâ Ehliyeti:

Edâ ehliyeti, kişinin hukuken geçerli sayılabilecek fiiller
ortaya koyabilmesini sağlayan ehliyettir. Bu yüzden fiil
ehliyeti olarak da isimlendirilir. Edâ ehliyeti, akıl ve
temyiz gücüne dayanır. Edâ ehliyeti de eksik edâ ehliyeti
ve tam edâ ehliyeti olmak üzere iki kısma ayrılır. Eksik
edâ ehliyeti temyiz çağına ulaşan küçüğün sahip olduğu
ehliyettir. Mümeyyiz küçüğün aklı henüz kemale ermediği
için bir yardım ve desteğe ihtiyaç duyar. Kul hakları
açısından bakıldığında mümeyyiz küçüğün tasarrufları üç
kısma ayrılır:
1. Sırf yararına olan tasarruflar
2. Sırf zararına olan tasarruflar
3. Yarar ve zarar ihtimali bulunan tasarruflar
Tam edâ ehliyeti ise kişi, bülûğa ermekle ve akıl ve temyiz
gücünün olgunlaşması ile artık tam edâ ehliyetine sahip
olur. Tam edâ ehliyeti ile kişi, namaz, oruç, hac gibi dinî
vecibelerden sorumludur.

Ehliyet Arızaları:

Ehliyet arızaları, kişinin ehliyetini daraltan veya tamamen
ortadan kaldıran durumlar demektir ve sadece edâ ehliyeti
için geçerlidir. Edâ ehliyeti akıl ve temyiz gücüne
dayandığı için bunları etkileyen her durum, edâ ehliyetini
de etkiler. Ehliyet arızaları, kaynağına göre semâvî
arızalar ve müktesep arızalar olmak üzere iki kısma ayrılır.

1. Semâvî arızalar: Gerçekleşmesi, kişinin elinde
olmayan arızalardır. Bunlar, ehliyeti etkileme
bakımından müktesep arızalardan daha güçlü ve
etkilidir. Belli başlı semâvî ehliyet arızaları;
Küçüklük, Akıl hastalığı, Ateh (Akıl Zayıflığı)
dir.

2. Müktesep Arızalar: Gerçekleşmesinde kişinin
rolü bulunan arızalardır. Belli başlı müktesep
arızalar; Sefeh, Sarhoşluk, İkrahdır. Bunlar
dışında cehalet, hezl (ciddiyetsizlik, şaka), hata
ve yolculuk durumları da müktesep arızalar
içinde sayılır. Ancak bunlar ehliyeti ortadan
kaldırmayan, ehliyete etkisi son derece sınırlı
olan ve bazı hallerde mazeret sayılan
durumlardır.

Hükme Konu Olan Fiiller

Hüküm konusunun dördüncü temel konusu, teklîfî ya da
vaz‘î hükmün ilgili olduğu fiil veya durumlardır. Hüküm,
teklîfî hüküm ise hükmün konusu olan fiil, mükellefin
fiilidir. Hüküm, vaz‘î hüküm ise hükmün konusu olan fiil,
mükellefin fiili olabileceği gibi, mükellefin fiili olmayan
bir şey de olabilir. Teklîf (yükümlülük) altına sadece
mükellefin ihtiyarî fiilleri girer. Bu fiillerde ise bazı şartlar
aranır.

Hükme Konu Olan Fiillerin Şartları:

1. Mükellefi bir fiil ile yükümlü tutabilmek için bu
fiilin, yapılabilir ve mükellefin gücü dâhilinde bir
fiil olması gerekir. Aksi takdirde imkânsız bir şey
ile yükümlü tutmak söz konusu olur ki, bu şer‘an
câiz değildir.

2. Fiilin mükellef tarafından tam olarak biliniyor
olması gerekir. Bu da ancak mükellefin, yapacağı
fiilin ne olduğunu ve nasıl yapacağını bilmesi ile
mümkündür.

Hükme Konu Olan Fiillerin Kısımları:

Hükme konu olan fiillerin, değişik açılardan taksimi
yapılmıştır. İki hakkın bulunduğu fiillerden bir kısmında
Allah hakkı, bir kısmında ise kul hakkı ağır basar. Bu
açıdan hükme konu olan fiiller dört kısma ayrılır. Sırf
Allah hakkı olan fiiller, sırf kul hakkı olan fiiller, Allah
hakkının ağır bastığı fiiller, kul hakkının ağır bastığı
fiillerdir.

Sırf Allah hakları kapsamında yer alan haklarda ibâdet,
meûnet ve ukubet şeklindeki üç nitelikten birinin
bulunması gerekir. İbadetin anlamı, açıktır. Meûnet, malî
külfet anlamında, ukûbet de cezâ anlamındadır. Bu üç
nitelikten birinin bulunduğu Allah hakları kendi içinde
sekiz kısma ayrılır:

1. Sırf ibâdet anlamı taşıyan fiiller
2. Ukûbât-ı kâmile (tam cezâ niteliği taşıyan fiiller)
3. Ukûbât-ı kâsıra (kısmen cezâ niteliği taşıyan
fiiller)
4. İbâdet niteliği taşıyan cezalar
5. Meûnet anlamı taşıyan ibâdetler
6. İbâdet anlamı taşıyan meûnet
7. Ukûbet anlamı taşıyan meûnet
8. Bizzat kâim (müstakil) haklar

Sırf kul hakkıyla ilgili fiillere bakıldığında kul hakkı,
kişiye özel bir menfaatin korunmasına ilişin haktır.
Kişilerin malları üzerindeki hakları ve malî sonuçları
bulunan hakları bu kısma girer. Kul hakkının ortak
özelliği, şudur: Hak sahibi dilerse hakkının yerine
getirilmesini ister, dilerse bir bedel karşılığında veya
karşılıksız olarak hakkından vazgeçebilir.

Allah hakkının ağır bastığı fiillere bakıldığında bunlar,
kendisinde iki hak birleşmekle birlikte Allah hakkının, kul
hakkına ağır bastığı fiillerdir. Kazif suçuna verilen ceza
(hadd-i kazf) böyledir. Bu cezanın verilmesinde iftiraya
uğrayan kişinin özel bir menfaati vardır. Bu yönüyle de
Allah hakkıdır ve Hanefilere göre kazif cezasındaki Allah
hakkı, kul hakkından daha ağır basar. Şafiilere göre ise
kazif cezası, kul hakkının ağır bastığı bir haktır.
Kul hakkının ağır bastığı fiillere bakıldığında bunlar,
kendisinde iki hak birleşmekle birlikte kul hakkının, Allah
hakkına ağır bastığı fiillerdir. Kısas cezası buna örnek
olarak verilebilir.