XVIII. yüzyılda divan edebiyatı en büyük üstadlarını vermişti. Şeyh Gâlib,
İran’ın neo-klâsik şiirini Türkçe’de örneği görülmemiş bir tarzda kullanmış
ve başarıya da ulaşmıştır. Kasîde, gazel, mesnevî nazım şekilleri bütünüyle
işlenmişti. Nedîm ise, daha önce en ince hayalleri örmüş, en şuh şarkıları
söylemişti.
Artık Türk divan edebiyatının ekseni İran değil, Batı dünyası veya Fransız
edebiyatı idi. Türk edebiyatı, İran edebiyatından nasîbini aldığı kadar, bu
edebiyattan, Fransız edebiyatından da alacaktı.
Bu yüzyılın başında Arapça’dan Fîrûzâbâdî (ö. 817/1414)’nin elKâmûsu’l-muhît’ini,
Farsça’dan Burhân-ı Kâtı‘ isimli lügatleri dilimize çeviren
Mütercim Âsım (ö. 1819)’ı görüyoruz. Bu yüzyılda, gözden kaçırılmaması
gereken bir şey vardı ki o da, mahallîleşme cereyanının hızla ilerlemiş ve
gelişmiş olmasıydı. Fakat, bu yerlileşme ve ilerleyiş, Nedîm’de olduğu gibi
estetik incelikte olmasa da, eskiyi istediği kullanamayan Enderunlu Vâsıf (ö.
1824), örnek alıp taklit ettiği eskiyi giyim-kuşama, kadın konuşmalarına, mahallî
tabirlere varıncaya kadar yerlileştirerek döneminin özelliklerini tespit
ediyordu. Keçeci-zâde İzzet Molla (ö. 1829) da, divanında, güçlü bir divan şiiri
temsilcisi olmakla beraber, Mihnet-keşân isimli mesnevîsinde İstanbullu
ile taşralının görüş, düşünüş, anlayış, hatta anlatış özelliklerini belirtmiş, bize,
henüz sosyal hayatımızda ele alınıp incelenmemiş fakat, incelenmeye hazır
bir belge vermişti.
Bu yüzyılda, Şeyhülislâm Ârif Hikmet (ö. 1859), divan şiirinde ustaca
eserler veren şairlerle birlikte, Âkif Paşa (ö. 1845) gibi bazı nesirlerinde sâde
dil kullanan, hatta hece vezniyle bir de şiir yazan, sonradan yanlış bir hükümle
Avrupaî edebiyatın müjdecisi sayılan, veya Sadullah Paşa (ö. 1891) gibi
divan şiiri tekniğine uyarak, içinde bulunduğu yüzyılın keşif ve îcâtlarını dile
getiren şairler de vardır.
Bu yüzyıl, Batı tesirindeki Türk edebiyatı karşısında Divan edebiyatının
gerilemeye yüz tuttuğu dönemdir. Artık, önceki yüzyıllar gibi usta şair ve yazarlar
yetişmemekte, son demlerini yaşamaktadır. Ancak, eskinin tekrarı gibi
de olsa, Enderunlu Vâsıf (ö. 1824), Keçeci-zâde İzzet Molla (ö. 1829), Âkif
Paşa (ö. 1845), Şeyhülislâm Ârif Hikmet (ö. 1859), Leskofçalı Gâlib (ö.
1864), Yenişehirli Avnî (ö. 1883), Osman Nevres (ö. 1876), Âdile Sultan (ö.
1899) ve Kâzım Paşa (ö. 1889) bu edebiyat ve bu yüzyılın son temsilcileridir.
Ayrıca, Ahmed Sûzî (ö. 1830), Müştak Baba (ö. 1832) ve Turâbî (ö.
1868) dönemin önemli mutasavvıf şairlerindendir.
Daha sonra yetişecek ve Tanzimat dönemini temsil edecek olan Şinâsî (ö.
1871), Ziya Paşa (ö. 1880), Nâmık Kemâl (ö. 1888) gibi şairler ise, Divan
edebiyatını çok iyi bilen ve o kültürle yetişen kişiler olmakla beraber, yüzyıllarca
devam eden Divan edebiyatının yıkılışına zemîn hazırlayan ve yardımcı
olan kişilerdir. Bu dönemin nesir yazarları ise Şânî-zâde Atâullah (ö. 1826)
ile Mütercim Âsım (ö. 1819), tarihçi Es‘ad Efendi (ö. 1848) anılması gereken
isimlerdir. Bu dönemin tezkirecileri olarak da Fatîn (ö. 1867) ve
Mehmed Emin Bey (ö. 1874) sayılmaya değer isimlerdir.