XVII. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselişin hemen ardından gelen
bozgun, yenilgi ve iç karışıklıklarla siyasi ve ekonomik gücünü giderek kaybetmeye
başladığı duraklama dönemidir. Askerin bazı güçsüz padişahlar karşısında
her fırsatta kazan kaldırması, rüşvet olayının yaygınlık kazanması,
Celali İsyanları adı altında devlete karşı çeşitli ayaklanmaların düzenlenmesi
gibi belli başlı olaylar yüzyılın portresini meydana getirir.
Nihat Sami Banarlı bu dönemi anlatırken şöyle demektedir:
“Bir cemiyette idarî, medenî ve ictimâî hayat ileri ise sanat ve edebiyat hayatı
da ileridir, diyen Edebiyat Tarihi’nin bu asırda yanıldığı görülür: XVII. asırda
idarî ve ictimaî hayattaki gerilemenin edebiyat hayatına tesiri olmamıştır.
Bunun belli başlı sebebi, sanat ve edebiyat sahasında geçen asırlarda atılan temellerin
ve varılan seviyenin sağlamlığıdır” (Banarlı 1987: II/649)
Gerçekten de dışta ve içte çeşitli karışıklıkların yaşandığı bir dönem olan
XVII. yüzyıl, ilim ve fikir adamları ile sanatkârlar açısından oldukça zengin
bir görünüm arz eder. Bu dönemde, mimarî, musikî ve edebiyat alanlarında
önemli temsilciler yetişmiştir.
Dönemin en önemli gelişmesi musikî alanında olmuştur. Bu yüzyıl Türk
mûsikîsi açısından çok önemli bir zaman dilimi ve aşamasıdır. Genişleyen
mûsikî hayatı yalnız sarayla sınırlı kalmamış, devlet adamları ve sultanların
saraylarına, varlıklı kimselerin konaklarına kadar girmiştir. Mûsikî, en parlak
yıllarından birini Sultan IV. Murad’ın saltanatı sırasında yaşamıştır. Mûsikîyi
seven, aynı zamanda bestekar olan bu padişah, Enderûn’a yeni sanatkarlar
kazandırmış, her gittiği ülkeden tanınmış sanatkarları İstanbul’a getirmiştir.
Örneğin, neyzen ve çengi Mevlevî Yusuf Dede onun döneminde saraya girmiş
ve onun ölümünden sonra saraydan ayrılmıştır. Aynı padişah “Bağdat
Seferi” dönüşünde hanende Mehmed Bey ile şeştârî Hacı Murad Ağa’yı beraberinde
getirmiştir (Özalp 2000: I/356).
Enderûn, gelişmesini ve sanat akademisi durumunu almasını, öğrenci
yetiştirmesini sürdürmüş, bu sayede büyük mûsikîşinaslar yetişmiş, ünlü mû-
sikî üstatları burada hocalık etmiştir.
Başta Mevlevîlik olmak üzere bütün tekkelerde dinî mûsikîmizin her formunda
eserler verilmiştir. Bayatî makamındaki Mevlevî âyini bu dönemde
bestelenmiştir. Edirneli Derviş Mustafa Dede, Zâkirî Hasan Efendi, Bezcizâde
Mehmed Muhiddin ile Kovacızâde Mehmed Efendi bu yüzyıldaki dinî
mûsikînin gelişmesinde büyük katkısı bulunanlardandır. Hafız Post’un öğrencisi olan Itrî ise devrin üstad şahsiyetlerindendir. (Özalp: 359).
XVII. yüzyıl, Türk edebiyatının her dalında olduğu gibi, şiirde de en gelişmiş
bir dönemdir. Her ne kadar, şairler üzerinde İran şiirinin etkileri gö-
rülmeye devam ediyorsa da, Türk şairleri nazım ve ahenk inceliğinde İran
edebiyatı temsilcilerinden geri kalmamışlar, hatta onlardan üstün olduklarını
iddia eder duruma gelmişlerdir. Bu devir divan edebiyatımız, başka bir devrede
görülmesi mümkün olamayacak çok geniş bir temsilci kadrosuna sahip
bulunmaktadır (Üzgör, 1991: 1-2). Sarayın, geçmiş asırlarda olduğu gibi, şair
ve ilim adamlarını korumaya devam etmesi, XVI. yüzyılda ulaşılan edebî seviyenin
bu yüzyılda da muhafaza edilmesine sebep olmuştur. Dönemin padişahlarından
III. Murad “Murad, Muradî”, III. Mehmet “Adnî, Muhammed”, I.
Ahmet “Bahtî”, II. Osman “Fârisî”, IV. Murat “Murâdî” ve IV. Mehmet
“Vefaî” mahlaslarıyla şiir yazan birer şairdirler (Ak 2001).
Divan edebiyatında, 1603 yılında klasik devir sona ermiş, onun yerine
“Sebk-i Hindî” diye isimlendirilen yeni bir akım başlamıştır. Şiir, bir önceki
yüzyılın sağlam temelleri üzerinde gelişmiştir. Türk edebiyatı, bu dönemde
gazel ve kasîde alanında altın çağını yaşar. Bu yüzyılın temsilcileri olarak kasîde
ustası Nef‘î (ö. 1635)’yi, hikemiyât şairi Nâbî (ö. 1712)’yi, samîmî edâlı
Şeyhülislâm Yahya (ö. 1644) ve Sebk-i Hindî akımının ilk temsilcileri olan
Nâilî (ö. 1666) ile Neşâtî (ö. 1674) bu yüzyılın usta şairleridir. Bunlardan ayrı
Bahâî (ö. 1654), Fehîm-i Kadîm (ö. 1648), Sâbit (ö. 1712) ve Nâdirî (ö.
1626) de ilk akla gelen diğer şairlerdir.
Şeyhülislâm Bahaî (ö. 1653), Fehîm-i Kadim (ö. 1648), Sâbit (ö. 1712),
Sabrî (ö. 1645), Alî (ö. 1648), Riyazî (ö. 1645), Şehrî (ö. 1660), Nedîm-i Kadim
(ö. 1670), Sabûhî (ö. 1647), Vecdî (ö. 1660) gibi şairler gazel ve kasideleri
ile tanınmışlardır (Banarlı; II/651-736). Gani-zâde Nadirî (ö. 1626),
Nev‘î-zâde Atâyî (ö. 1635), Nergisî (ö. 1635), Müftî Aziz (?) ve Hulvî
Mahmud (?) ise dönemin önemli hamse yazarlarıdır (Kortantamer 1997: 10-
16).
Bu dönemde yazılan mensur edebî eserlerin başında “Şuarâ Tezkireleri”
yer almaktadır. Tamamı yedi adet olan bu tezkireler şunlardır: Sadıkî’nin
Mecmau’l-Havâs, Riyâzî (ö. 1644)’nin Riyâzu’ş-Şuarâ, Kaf-zâde Fâizî (ö.
1622)’nin Zübdetü’l-Eş‘âr, Rızâ (ö. 1671)’nın Tezkire-i Şuarâ, Yümnî (ö.
1662)’nin Tezkiretü’ş-Şuarâ, Âsım (ö. 1675)’ın Zeyl-i Zübdetü’l-Eş‘âr ve
Güftî (ö. 1677)’nin Teşrifâtü’ş-Şuarâ’sıdır (Kılıç 1998).
Nesir alanında sâde ve süslü eserler verilmiştir. Veysî (ö. 1627) ve Nergisî
(ö. 1635), sanatlı ve süslü nesir üslubunun temsilcileridir. Bu yüzyılın nesir
ürünleri olarak bir tarafta Evliya Çelebi (ö. 1682)’nin Seyâhat-nâme’si, diğer
yanda ise Veysî (ö. 1628)’nin Siyer-i Veysî’si vardır. Kâtip Çelebi (ö.
1657)’nin, başta Keşfü’z-zunûn olmak üzere, çeşitli alanlarda yazdığı ilmî
eserlerle, Naîmâ (ö. 1716) ve Peçevî (ö. 1649) tarihleri; Koçi Bey’in Risâle’si
(telifi: 1631) bu yüzyılın önemli çalışmalarıdır. Tarih sahasında ise Peçevî (ö.
1649) ve Nâimâ (ö. 1716) bulunmaktadır.
Koçi Bey, 1631’de telif edip IV. Murad’a sunduğu 22 adet layihadan oluşan
Risale’sinde yöneticilerin zulm etmekten kaçınmalarına dair şunları söyler:
“Memâlik-i İslâmiyye’den bir memlekette zerre kadar bir ferde zulm olsa rûz-ı
cezâda mülûkdan suâl olunur… Küfr ile dünya durur; zulm ile durmaz. Adâlet
tûl-ı ömre sebebdir ve intizâm-ı ahvâl-ı fukarâ Pâdişâhlara mûcib-i cennetdir”.
Tezkireci olarak da Sadıkî, Yümnî (ö. 1662), Riyâzî (ö. 1644), Kaf-zâde
Fâizî (ö. 1622), Rızâ (ö. 1671), Âsım (ö. 1675) ve Güftî (ö. 1677) anılması
gereken isimlerdendir.
XVII. yüzyıl tekke mensupları ile medreselilerin birbirlerini suçlayarak
hararetli münakaşalara giriştikleri bir dönemdir. Bu dönemde birçok divan
şairi de tasavvufun etkisi altındadır. İlahi aşkı temiz bir dil ve üslûpla anlatan
Şeyhülislâm Yahya, halvetiye tarikatına bağlı yoğun hayallere, orijinal mazmunlara
ve güçlü bir söyleyişe sahip Nâilî, divan ve hilye-i enbiya sahibi
Edirne, Muradiye mevlevihanesi şeyhi Neşati Ahmet Dede dönemin tasavvuf
etkisindeki başlıca divan şairleridir.
Hüseyin Lâmekânî (ö. 1624), Aziz Mahmud Hüdâyî (ö. 1628), Ankaravî
İsmail Efendi (ö. 1631), Abdülmecid Sivâsî (ö. 1639), Abdülahad Nûrî (ö.
1650), Akkirmanlı Nakşî (ö. 1651), Oğlan Şeyh İbrahim (ö. 1655), Elmalılı
Ümmî Sinan (ö. 1657), Sarı Abdullah Efendi (ö. 1660), Fenâyî (ö. 1665),
Sun‘ullah Gaybî (ö. 1676), Niyazi Mısrî (ö. 1693) de bu asırda yaşayan
önemli mutasavvıf şairlerdendir.