XVIII yüzyıl Türk-İslam Edebiyatı

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
XVIII yüzyıl Türk-İslam Edebiyatı
« : 02 Mart 2018, 16:08:45 »
Her yüzyılın, bir önceki yüzyıldan farklı tarafları olacağı şüphesizdir. Teknik
ve estetik açıdan aynı temel ve esaslara dayanmakla beraber, birbirinden bazı
fark ve özellilerle ayrılan XVII. yüzyıl divan edebiyatı, XVIII. yüzyılda her
alanda usta şairlerini vermiştir. Bu yüzden XVII. yüzyıl bir hazırlanma ve
geçiş devri, XVIII. yüzyıl ise verim devridir (Gölpınarlı 1954).

XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti siyasi alanda otoritesini kaybetmeye
başlamasına rağmen edebî açıdan gelişimini sürdürmüş, edebiyatta nazım ve
nesir alanında önemli eserler verilmiştir. III. Ahmet ve III. Selim’in de sanatçı
kişilikleri sayesinde edebi hayat canlı kalmıştır. Bu yüzyılın edebi özelliklerinin
en belirgini Nedim’in öncülüğünde başlayan Mahallileşme Akımı’dır.

Ülkenin içinde bulunduğu rehavet yüzünden şiire, eğlenceye olan düşkünlük
artmış ve bu eğlenceler dönemin bütün şairlerinin şiirlerinde ve divanlarında
yer almaya başlamıştır. Şiirin merkezi Bağdat’tan İstanbul’a taşınmıştır. Şairler
İstanbul’un güzelliğinin farkına varmışlar ve şiirlerinde hayali olarak yer
verdikleri Bağdat yerine canlı bir İstanbul’u işlemişlerdir. Mahallileşme sadece
coğrafi açıda olmamıştır. Divan şiirinin anlaşılmaz aristokrat yapısı çatırdatılarak,
şiirlerinde halkın adetlerine, atasözlerine, deyimlerine ve kısmen
de olsa günlük konuşmada kullanılan kelimelere yer verilmiştir. Hatta Divan
Edebiyatı’nın iki önemli ismi Nedim ve Şeyh Galip hece vezniyle türküler
kaleme alarak Divan Edebiyatı ve Halk Edebiyatı arasındaki bağları güçlendirmişlerdir.

Daha önce XVI. yüzyılda Edirneli Nazmi ve Tatavlalı Mahremi’nin de ortaya
attıkları ama başaralı olamadıkları bu düşünce XVIII. yüzyıla damgasını
vurmuştur.

Edebiyatımız, İran edebiyatının tesirinden kurtularak kendi benliğine kavuşmuş
ve mahallîleşmiştir. İstanbul Türkçesi’nin başta gelen temsilcisi ve
büyük şairi Nedîm (ö. 1730), kendi döneminin orijinal şairi olduğu gibi, Divan
edebiyatı döneminin de nev’-i şahsına münhasır şairi sayılır. Şeyh Gâlib
(ö. 1799) ise Sebk-i Hindî akımının ve bu dönemin en güçlü temsilcisi ve şairidir.

Bu yüzyılda anılması gereken diğer şairler ise Nazîm Yahya (ö. 1727),
Sünbül-zâde Seyyid Vehbî (ö. 1736), Nahîfî Süleyman (ö. 1738), Koca Râğıb
Paşa (ö. 1763), Haşmet (ö. 1768), Fıtnat Hanım (ö. 1780), Esrâr Dede (ö.
1796), Enderunlu Fâzıl (ö. 1810), Sürûrî (ö. 1814), gibi şairlerdir.
Nesir alanında tarihçilerden Silahdâr-zâde (ö. ?) ve Râşid (ö. 1735), tezkirecilerden
Sâlim (ö. 1743), Safâyî (ö. 1725), Belîğ (ö. 1729), Râmiz (ö. 1785)
ve Esrâr Dede’dir. Değişik konularıyla Kâmî (ö. 1723), bu yüzyılda dikkat
çeken diğer yazarlardandır.

XVIII. yüzyıl tasavvuf şiirinde Lale Devri’nin etkisiyle genel olarak bir
duraklama söz konusu olmuştur. Dil ve söyleyiş tarzı açısından özgün eserlerin
sayısında bir azalma görülmüş, kelime kullanımında tekrara çokça yer verildiği
gibi kafiye ve vezin yanlışlıklarının yapıldığı eserler kaleme alınmıştır.
Çeşitli tekkelerin etrafında toplanan kişiler Yunus Emre geleneğini devam ettirerek
özgün olmayan ilahiler yazmışlardır.

Dönemin önemli mutasavvıf şairlerinden ikisi Bursalı İsmail Hakkı (ö.
1724) ile Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö. 1772)’dır. Nasûhî (ö. 1717), Neccarzâde
Şeyh Rızâ, Cemâlî (ö. 1750) Salâhaddîn Uşşâkî (ö. 1782) ve Üsküdarlı
Haşim (ö. 1782) de bu dönemde yaşayan diğer mutasavvıf şairlerden bazılarıdır.