XV. Yüzyıl Anadolu Sahası

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
XV. Yüzyıl Anadolu Sahası
« : 02 Mart 2018, 15:20:43 »
On beşinci yüzyıl Anadolu’nun siyasî coğrafyası önemli değişikliklere uğramıştır.
İstanbul fethedilmiş, İmparatorluğun başkenti yapılmıştır. İki büyük
beylik olan Karamanoğulları ve Candaroğulları yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı
Devletine iştirak etmiştir.

Yüzyılın başında Yıldırım Bazyezit (1389-1402)’in Ankara Savaşında Timur’a yenilmesi
Osmanlı Devletinde siyasi çalkantılara sebep olmuşsa da Çelebi Mehmed (1413-1421)
siyasi birliği tekrar sağlamıştır. Fetihle birlikte başkenti yapılan İstanbul, ilim, kültür, sanat,
edebiyat faaliyetlerinin de merkezi haline gelmiştir.

On beşinci yüzyıl, Türk edebiyatının Anadolu’da gelişiminin hız kazandığı,
müellif ve eser bakımından geçmiş yüzyıllara oranla hayli kalabalık olduğu
bir dönemdir. Dinî-tasavvufî gayelerle yazılan manzum-mensur eserler de
sayıca çoğalmıştır. Bu yüzyılda İslâmî Türk edebiyatının şaheserleri sayılacak
kitapların yazıldığı görülmektedir.

Dinî edebiyatımız açısından on beşinci yüzyıla baktığımızda Vesîletü’nnecât
isimli mevlidiyle Türk halkının gönlünde taht kurmuş olan Süleyman
Çelebi (ö. 1422) ilk göze çarpan müelliflerimizdendir. Süleyman Çelebi’nin
hayatı hakkında pek fazla bilgi yoktur. Kaynaklarda Ahmet Paşa’nın oğlu
olan ve Orhan Gazi’nin değer verdiği Şeyh Mahmud’un torunu olduğu belirtilmiştir.

I. Bayezid’in dîvân-ı hümayun imamlığı, Bursa Ulu Camii imamlığı
görevlerinde bulunmuştur. Gerek üstlendiği görevlerden gerekse yazdığı eserinden
iyi bir eğitim aldığı anlaşılmaktadır. Süleyman Çelebi Vesiletü’nnecât’ı
1409 yılında altmış yaşındayken tamamlamıştır. Eserin yazılışına Ulu
Cami’de görevli olduğu sırada meydana gelen bir olay sebep olmuştur.

Rivayete göre, İranlı bir vâiz, Bakara sûresinin 285. ayetini tefsir ederken 253.
ayeti ile karıştırmış ve Hz. Muhammed’in Hz. İsa’dan üstün tutulmadığını
açıklamıştır. Camide bulunanlardan bir şahıs, Bakara sûresinin 253. ayetinin
delil getirerek vâizi susturmuştur. Ancak halk vâizin tarafını tutmuş; bunun
üzerine o kişi, Arabistan, Mısır ve Halep’ten vaizin aleyhine fetvalar almış,
hatta katline hükmettirmiştir. Bu hadiseye çok üzülen Süleyman Çelebi,
Hz. Peygamber’e duyduğu derin sevgi ve saygının bir ifadesi olarak

“Ölmeyüp İsâ göğe bulduğu yol
Ümmetinden olmağiçün idi ol”

beytiyle başlayan beş beyit yazmış, arkasından meşhur eserini tamamlamıştır (Pekolcay, 1980).

Vesilet’n-necât, Hz. Peygamber’in doğum hadisesini konu edinen
“mevlid” türünün en meşhur örneğidir. Aruz vezninin remel bahrinde fâilâtün
fâilâtün fâilün kalıbıyla mesnevî nazım biçiminde yazılmıştır. Sade ve külfetsiz
bir dil, samimi bir üslupla kaleme alınmıştır. Kendisinden sonra yazılan
mevlidlere örnek oluşturmasına rağmen onlarca mevlid metninden hiç biri
Süleyman Çelebi mevlidinin şöhretini yakalayamamıştır. Bu yüzden sehl-i
mümteni (kolay görünmesine rağmen benzerinin söylenmesi zor söz) tarzının
güzel örneklerinden biri kabul edilmiştir. Daha önce de belirtildiği gibi Sü-
leyman Çelebi eserini yazarken Erzurumlu Mustafa Darir’in Sîretü’n-Nebî’si
ile Âşık Paşa’nın Garibnâme’sinden faydalanmıştır.

Anadolu’nun manevî önderlerinden biri ve Bayramiyye tarikatının kurucusu
olan Hacı Bayram-ı Velî (ö. 1430), sayıca az, ancak tesiri çok olan şiirleriyle
yüzyıl edebiyatına katkı yapmış mutasavvıf şairlerdendir. İkisi aruzla
üçü de heceyle yazılmış olan beş şiiri bulunmaktadır. Bu şiirler tekkelerde
ilahî olarak okunmuştur. “Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde /
Bakıcak dîdâr görünür ol şârın kenâresinde” beytiyle başlayan meşhur ilahisine
şerhler yazılmıştır.

Kaygusuz Abdal lakabıyla tanınmış olan Alaaddin Gaybî (ö. 1444), şiir
tarzı bakımından Yunus Emre’nin en eski takipçilerinden biridir. Alâiyye
Sancak Beyi’nin oğlu iken Elmalı’da Abdal Musa’ya intisap ederek tasavvufî
hayata yönelmiştir. Hicaz, Irak ve Suriye’yi dolaşmış, Mısır ve Rumeli’de
bulunmuştur. Çok sayıda eseri vardır. Manzum eserleri: Dîvân, Gülistan,
Mesnevîler, Gevhernâme, Minbernâme. Mensur eserleri: Budalanâme,
Kitâb-ı Miglâte, Vücûdnâme. Manzum-mensur karışık eserleri: Dilgüşâ,
Saraynâme (Güzel, 1981).

XV. yüzyılın dinî edebiyat sahasında haklı bir üne sahip şairlerinden biri
de, yüzyıllar boyu geniş halk kitleleri arasında okunan Muhammediye isimli
eseriyle şöhret bulmuş olan Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 1451)’dir. Doğum yeri
belli olmamakla birlikte Gelibolu’da yaşamıştır. Babası, devlet hizmetinde
yazıcı (kâtip) olarak çalıştığı için Yazıcı Salih olarak tanınan ve Şemsiyye
isimli astrolojiye dair manzum eser yazmış bir kişidir. Yazıcıoğlu Mehmed
ilk eğitimini babasından almış, mükemmel derecede Arapça ve Farsça öğ-
renmiştir. Kardeşi Ahmed-i Bîcân ile beraber Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap
etmişlerdir.

Yazıcıoğlu’nun ünlü eseri Muhammediye, müellifin daha önce yazmış olduğu
Megâribüz-zamân isimli Arapça eserinin manzum çevirisidir. Eser 1449
yılında tamamlanmış olup dokuz bin beyit civarındadır. Müellif eserini dostlarının,
kardeşinin ısrarı ve rüyasında gördüğü Hz. Peygamber’in teşvik ve
telkinleriyle yazdığını söylemiştir. Hz. Peygamber’in hayatı, kıyamet alametleri
ve ahiret hayatı olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Eserin Hz. Peygamber’i
anlattığı kısmı “manzum siyer” türünün güzel bir örneğidir.

Muhammediye çok okunduğundan dolayı kütüphanelerde ve özel kitaplıklarda
çok sayıda yazma ve basma nüshaları bulunmaktadır. Eser, Türkiye dışında,
Kırım’da, Kazan’da ve Başkurt Türkler’i arasında da kutsiyet kazanmıştır
(Çelebioğlu, 1996) Yazıcığlu’nun kardeşi Ahmed-i Bîcân (ö. 1465’ten sonra)
da ağabeyi gibi âlim ve fâzıl bir kişidir. Envârü’l-âşıkîn ismiyle şöhret
bulmuş olan eseri Megâribü’z-zamân’ın mensur tercümesidir.

Bu yüzyılda Yunus tarzı şiirleriyle meşhur olan mutasavvıf şairlerden biri
de İznikli Eşrefoğlu Rûmî(1469-70)’dir. Eşrefoğlu Rûmî, ileri yaşlarda Bursa
Çelebi Mehmed Medresesi’nde tanınmış müderrislerden ders okumuştur.
Gördüğü bir rüya üzerine medreseyi terk ederek Abdal Mehmed isimli bir
meczubun yönlendirmesiyle Emir Sultan’a başvurmuştur. Ancak, Emir Sultan
yaşlılığını bahane ederek onu Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’ye gönderir.
Eşrefoğlu, Hacı Bayram dergâhında on bir yıl hizmet ettikten sonra önce dergâh
imamlığına getirilir, sonra da Hacı Bayram’ın kızıyla evlendirilir. Tasavvuf
yolunda daha da ilerlemek için Hacı Bayram’ın tavsiyesiyle Kâdirî şeyhi
Hüseyin Hamevî’ye intisap etmek üzere Hama’ya gitmiştir. Eşrefoğlu burada
tasavvufî eğitimini tamamlayarak İznik’e dönmüş ve dergâhını kurarak irşada
başlamıştır (Pekolcay-Uçman, 1995).

Eşrefoğlu’nun şiirleri Divan’da toplanmıştır. Divan’da ilâhî aşkı, vahdet
düşüncesini, dünyanın faniliğini, nefsin hallerini çarpıcı benzetmelerle anlatmıştır.
Şiirlerinde aruzun yanında ve hece veznini de kullanmıştır. Tasavvufî
ahlâkı anlttığı Müzekki’n-nüfûs, tarikat âdâbından ve ehl-i beyt sevgisinden
bahseden Tarikâtnâme ve bazı küçük risaleleri vardır.

Yüzyılın yetiştirdiği bilginlerden Sinan Paşa (ö. 1486), secili nesrin en
başarılı örneklerini vermiştir. Fatih Sultan Mehmet(1451-1481)’in İstanbul’a
atadığı ilk kadı olan Hızır Bey(ö. 1459)’in oğludur. Çok iyi bir eğitim almış,
Edirne ve İstanbul medreselerinde müderrislik yapmıştır. Tasavvufî bir mahiyette
yazılan Tazarrunâme, varlık, aşk ve âşıkın halleri, Allah’a karşı yakarış
ve duaları içerir. İçinde çok sayıda manzum parça yer almaktadır.
Maarifnâme (Nasîhatnâme), ahlâkî öğütler içeren bir eserdir. Tezkiretü’levliyâ
ise Feridüddîn-i Attar’ın eseri esas alınarak yazılmıştır. Bunların yanı
sıra çok sayıda Arapça eseri bulunmaktadır.

Yüzyılın ünlü mutasavvıf şairlerinden biri de Halvetiyye tarikatı mensubu
olmakla birlikte Mevlâna ve Mesnevî hayranlığı ile tanınan Aydınlı Dede
Ömer Rûşenî (ö. 1487)’dir. Dede Ömer gençliğinde nefsanî bir hayat sürmüş,
içkiye düşkün bir şair olarak bilinen Melihî ile de arkadaşlık yapmıştır.

Bu dönemde daha çok hiciv ağırlıklı şiirler yazmıştır. Hatta kendisini dahi
hicvettiği söylenir. Aydınlı olduğu için şiirlerinde “Rûşenî” mahlasını kullanıştır.
Daha sonra tövbe ederek Halvetî şeyhi ağabeyi Alaaddin Ali(ö.1462)’nin yanına
Karaman’a gitmiştir. Daha sonra ağabeyinin tavsiyesiyle Bakû’ya giderek
Yahya Şirvânî’nin müridi ve halifesi olmuştur. Mürşidinin
vefatından sonra Halvetiyyenin Ruşeniyye şubesini kurarak irşad faaliyetlerini
Tebriz’de sürdürmüştür.

Ruşenî’nin eserlerinin tamamı manzum olup dini-tasavvufî mahiyettedir.
Divan’ından başka, tasavvufî inceliklerden bahsettiği Miskinnâme, Mesnevî’yi
öven Der Medh-i Mesnevi, Ney’den bahseden ve Mesnevi’nin on sekiz
beytinin tercümesini içeren Neynâme, Mesnevî’de geçen Musa ile Çoban hikâyesinin
genişletilmiş manzum bir çevirisi niteliğinde olan Çobannâme, maşukun
nezdinde âşıkın durumunu, kâtibin elindeki kaleme benzeterek anlatan
Kalemiyye isimli mesnevileri bulunmaktadır.

Yukarıda bahsedilenlerden başka bu yüzyılda Türk-İslâm edebiyatı sahasında
eser veren pek çok müellif ve mütercim bulunmaktadır. Özellikle dinî
konulu eserlerin manzum ya da mensur tercüme edildiği dikkat çekmektdir.
XIV. yüzyılın ikinci yarısı ile on beşinci yüzyılın ilk yarısında yaşayan Divan
şairi Ahmed Dâi (ö. 1421’deb sonra)’nin çok sayıda mensur tercümeleri bulunmaktadır.
Bunlardan biri Ebu’l-Leys Semerkandi Tefsiri’nin tercümesi
olup manzum bir mukaddimesi vardır. Miftâhu’l-cennet isimli, cennetin sekiz
tabakasına nisbetle sekiz meclisten oluşan fezâil kitabı ile Vesiletü’l-mülûk liehli’s-sülûk
isminde âyete’l-kürsi tefsiri tercümeleri vardır. Ayrıca yine ona
atfedilen Tezkiretü’l-evliya tercümesi bulunmaktadır. (Ertaylan, 1952).

Şeyh Elvân-ı Şirazî (ö. 1425’ten sonra), Mahmud Şebusterî (ö. 1320)’nin Gülşen-i
Râz isimli eserini nazmen tercüme etmiştir. Kaynaklarda hayatı hakkında
fazla bilgi edinilemeyen, yaptığı manzum çevirilerle kendisinden söz ettiren
bir şair Hatiboğlu Muhammed (1435’ten sonra)’dir. Hatiboğlu, Hacı
Bektaş-ı Veli’nin Makâlât’ını nazmen tercüme etmiş ve eserine Bahrü’lhakâik
adını vermiştir. Muslihuddin Muhammed isminde bir müellifin Mülk
Suresi Tefsirini Letâyifnâme adıyla nazma çekmiştir. Bir de Ferahnâme
adında manzum yüz hadis tercümesi bulunmaktadır (Coşan, 2008).

Balıkesirli Devletoğlu Yusuf, Vikâye Tercümesi diye bilinen 6960 beyitlik fıkhî
mesnevisini bu yüzyılda yazarak II. Murad (1421-1451)’a ithaf etmiştir. Yine
II. Murad’ın isteği üzere Muînüddîn bin Mustafa (ö. 1436’dan sonra) Mesnevî’nin
birinci cildini Mesnevî-i Murâdiye adıyla tercüme ve şerh etmiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in hocası ve devrin tanınmış âlim ve mutasavvıflarından
biri olan Akşemseddin (ö. 1459)’in din, tasavvuf ve tıp konularında
eserlerinin yanı sıra tasavvufî mahiyette hece ve aruzla yazdığı az sayıda şiirleri de bulunmaktadır. Yunus Emre tarzında şiirler yazan, Divan ve didaktik
muhtevalı Kırk Armağan isimli mesnevileri ile Kemal Ümmî (1475), bu
yüzyılda yetişen şairlerdendir. Vahdetnâme mesnevisi ve Kaside-i Bürde tercümesiyle
bilinen Abdurrahim-i Karahisâri (ö. 1494) de on beşinci yüzyılda
yaşamıştır. Karahisârî’nin ayrıca Minyetü’l-ebrâr isminde tasavvufi mahiyette
yazılmış bir eseri vardır. Bu yüzyılda yaşayan mutasavvıf şairlerden biri
de Yunus tarzı ilahileri ve dinî-ahlâkî mahiyette beş bin beyit civarında
Gülzâr-ı Manevi’si ile Akşemseddin’in müridlerinden İbrahim Tennûrî (ö.1482)’dir.

Tennûrî’nin müridlerinden Akşemseddin’in oğlu Hamdullah
Hamdi (ö. 1503) de Yusuf u Züleyha, Mevlid-i Nebi, Leylâ İle Mecnûn
Tuhfetü’l-uşşâk, Kıyâfetnâme isimli beş mesnevisiyle Anadolu’da ilk “hamse
sahibi” şair olarak tanınmıştır.