Arap kültüründen gelen malzemeyi İslâm öncesinden intikal edenlerle baş-
latmak bazı cahiliye devri şahıs ve olaylarının müslüman olan diğer milletler
gibi müşterek kültürümüz üzerindeki etkilerine ve yerine işaret etmek içindir.
Türk-İslâm edebiyatına da kaynaklık yapmış bu malzeme kısaca Ahbâr veya
Ahbarü’l-Arap, Eyyâmü’l-Arap adlarıyla anılır. Araplarla ilgili olarak “Bir
kavim, kabile, şahıs, bir ülke, bölge veya şehir, bir hadise hakkında naklolunan
bilgiler ve sözler” şeklinde tanımlanabilecek bu malzeme bazan kıssa diye
adlandırılmış ve “çok uzak mazide cereyan etmiş olaylar ve hayalî unsurlarla
süslenmiş remizli hikâyeler” suretinde de tarif edilmiştir. Araplar’ın eski
tarihine dair destanî ve menkıbevî rivayetlerden ibaret bu birikimi tabii
olarak eski Arap şiirinden, atasözleri (emsâl) ve vecizelerden (kelâm-ı kibar),
kabile ve aile şecerelerinden (ensâb) ayırmak mümkün değildir. Böylece bu
malzeme aynı zamanda edebî hüviyet kazanmış olup başta şiir olmak üzere
edebî metinlerin muhtevalarına yerleşmiştir. Konuyu enine boyuna inceleyen
ve bunu “Ahbar” maddesinde derleyen Prof. Dr. Nihad Çetin meseleyi biraz
daha açarak şu bilgileri verir:
“Eski Araplar’da daha cahiliye devrinde iyi ahlâk ve iyi davranışlar
telkin eden, kötülüklerden korunmayı öğreten veya hoş vakit geçirmeyi
sağlayan ahbâr ve kıssalar anlatmak hususi bir meslek olmuştu. Bu
mesleği icra edenlere kass (cemi kussâs) veya kasas denirdi. Cahiliye
devrinde anlatılan kıssaların içinde ehl-i kitaptan gelen unsurlar vardı.
Gerek bu dini kıssalar gerek Araplar’a komşu kavim ve ülkelere
dair ahbâr, hem sözlü yoldan, hem yazılı kaynaklardan geliyordu.
Bunlar eski muhitlerinde ve eski kitaplarda mevcut, hususiyetle
Kur’ân-ı Kerîm’de adı geçen peygamberler vesâir şahsiyetlere, kavimlere
dâir ahbâr ve kıssaları, hatta bu kıssaların benzerlerini Arapça’ya
naklettiler (DİA, I, 488).
Nitekim Arap, Fars ve Türk edebiyatında cömertliğin timsali olarak kuvvetle
yer bulmuş olan cahiliye dönemi Arap şairlerinden Hâtim/Hâtem et-Tâî
hakkındaki bilgiler Ahbâr’dan intikal etmiştir. Hatta onun menkabevi hayatını
ve özelliklerini anlatmak üzere büyük Fars şairi Hüseyin Vâiz-i Kâşifi
Kısâs u Âsâr-ı Hâtim-i Tâ’î adıyla bir eser yazmış, bu Hikâye-i Hatim-i Tâ’î
adıyla Türkçe’ye çevrilmiş, çeşitli yazmaları yanında bir çok kere basılmıştır.
Bunlar Hâtim/Hâtem et-Tâ’î hakkındaki rivayetlerin Türk-İslâm edebiyatının
her tür ve şekildeki eserine intikal ettiğini göstermekte olup günümüzde bile
Anadolu halkı arasında kuvvetle yaşamasının sebebini de gözler önüne sermektedir.
Bu bilgiler Türk-İslâm edebiyatının, özellikle etkilenip beslendiği Arap ve
Fars edebiyatlarında yer bulmuş birikim ile daha İslâmiyet’le tanışır tanışmaz
karşı karşıya kaldığını gösterir. Hatta o zaman derlenerek kitaplara geçmiş ve
tedvin edilmiş bulunan bu malzemeyi kendilerinden önce müslüman olmuş
bulunan Farslar’la beraber, ayrıca onların kültüründen gelen unsurlarla birlikte
alıp kullanmakta bir beis görmemişlerdir.