Türk-İslâm Edebiyatı’nın Hedefi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Türk-İslâm Edebiyatı’nın Hedefi
« : 27 Şubat 2018, 13:16:06 »
Sanat eserinin hedefinin olup olmayacağı konusu tartışmalıdır. Genel olarak
edebî eserin, zevke, duygulara hitabeden estetik yönü ile birlikte mesajının da
olacağı düşünülmüştür. Bu bakımdan Türk-İslâm Edebiyatı içinde yazılan
eserleri iki gurupta ele almak mümkündür:

1. Dinî-tasavvufi bilgiyi, duyguyu ve düşünceyi öğretmek amacıyla yazılan
eserler.

Bu guruba giren eserler de kendi içinde ikiye ayrılırlar:
a. Okuyucuda edebî bir zevk ve heyecan oluşturan eserler. Bu eserler, dinî-tasavvufi
bilgiyi, duyguyu ve düşünceyi estetik kaygılarla sunan
eserlerdir. Bu eserlere örnek olarak, hilyeler, mevlidler, na’tlar, münacat
ve tevhidler gibi dinî-edebî türlerin yanında hikemî tarzda yazılan
şiirleri de gösterebiliriz.

b. Okuyucuda edebî bir zevk ve heyecan oluşturmaktan ziyade doğrudan
doğruya öğretici olan eserler. Bu eserleri didaktik edebî eserler olarak
nitelendirmek mümkündür. Bu türden eserlerde temel amaç öğretmektir.
Dolayısıyla estetik kaygı ikinci planda yer alır. Bu tür eserlere örnek
olarak, menâsik-i hac, ilmihal kitapları, tarîkat-nâmeler ve bazı tasavvufi
mesnevileri gösterebiliriz.

2. Dinî-tasavvufi verilerden yararlanan edebî eserler.
Bu guruba giren eserler, dinî-tasavvufi kaynaklardan, bilgi ve tecrübeden
yararlanan ve bunları söz ve mana sanatları içinde değerlendiren eserlerdir.
Bunlar, eskilerin garâmî diye nitelendirdikleri lirik eserlerdir. Temel ilkesi
sanattır. Dolayısıyla bir mesaj taşıma niyetinde değildir. Bu türden eserler, dil
varlığını, bakış açısını ve kavrayışı geliştirmeleri bakımından önemlidir.
İlahiyat eğitimi ve araştırmalarında Türk-İslâm Edebiyatı’nın önemine ilişkin şu
değerlendirmeler önemlidir:

“Dînî Edebî türlere ilişkin yapılan çalışmalar, geleneksel dil formlarını
günümüze taşımaktadır. Meselâ münâcâtlara dair çalışmaların, Kelâm ve tasavvuf
araştırmalarına zemin oluşturması beklenir. Osmanlı şairlerinin hemen
hepsi münâcât yazmıştır. Bunların her şeyden önce Tanrı tasavvurları, kutsal
olanı tasvirleri, hitap formları, varlık ve ahlak felsefesi açısından ilâhî olanı
anlama çabaları gibi hususlar dikkat çekicidir. Aynı durum tevhîd ve esmâ-i
hüsnâ türleri için de geçerlidir.

Tasavvuf edebiyatı araştırmaları, derûnî dil kazanımına katkı sağlayacaktır.
Derûnî dil, dînî duygunun dilidir. Sûfî şairin sübjektif tecrübeleri, dînî
olanı içselleştirmelerine imkân vermiştir. Bu bakımdan derûnî dil, tecrübenin
dilidir. Daha doğrusu ilâhiyat araştırmalarında üzerinde durulan ve çözümlenmek
istenen konular, ne kadar dışarıdan bakarak anlamaya, tahlil ve tenkit
etmeye çalışılırsa çalışılsın, o kadar da içten bakmayı gerektirir. İçten bakmak,
tecrübe etmek yahut bir tecrübeden yola çıkarak tahlil ve tasvir etmektir.

Bu bakımdan her ilâhiyat araştırmacısı, biraz da din felsefecisidir ve kendine
has bir dil geliştirmek durumundadır. Derûnî dil, bu kendine haslıkla ortaya
çıkar. Bu dili, Mevlânâ Celâleddîn er-Rûmî, Yûnus Emre, Sun’ullâh-ı
Gaybî gibi bilge şairler üzerinde yapılan çalışmaların izini sürerek öğrenmek
mümkündür.” (Kemikli:2009, 50)