Bir müslümanı küfre nispet etme manasına gelen tekfîr tarihte bazen yanlış
yönlere çekilmiş, bir kısım toplulukların elinde hasımlara karşı kullanılmıştır.
Hz. Peygamber ve İslam bilginleri insanlar hakkında gelişi güzel inançsızlık
suçlaması yapılmamasını tavsiye etmelerine rağmen rağmen, Müslümanların
bir diğer Müslüman kardeşini küfre nispet etme gafletini göstermelerini
önleyememiştir. Müslümanlar arasında görülen tekfir hadiselerinin bellibaşlı
sebepleri şunlardır:
İslam dini aklı kullanmaya, tefekkür ve özgür irade sahibi olmaya büyük
değer verir. Taassup ise muhalife karşı itidal ve hoşgörüden uzak, sert
tutumlar ve aşırı dinî görüşleri tetikler. Taassup ve bir inanca körü körüne
bağlı kalma ya da şartlanma hali, hoşgörü, tahammül gösterme ve ötekine
saygı gibi değerleri ortadan kaldırır. Şiddet dilinin benimsenmesi dü-
şüncelerin tükenmesi ve uygarlık bakış açısının kaybolmasını da beraberinde
getirir. Maalesef geçmişte ve günümüzde hoşgörü ve tolerans ahlakı geliş-
memiş, belli bir biçimde şartlandırılan mutaassıp kişi ve zümreler İslâm
dinini kendileri gibi anlamayan kişi ve grupları rahatlıkla inançsizlıkla itham
edebilmişlerdir.
Tekfire yönelmenin bir diğer nedeni de bilgisizlik ve körü körüne
taklitçiliktir. Halk arasında ihtilafların çok olması da bilgisizliğe dayanır.
İslâm dininin yüceliklerini ve insana verdiği değeri bilmeyen cahil kimseler
körükörüne kendilerinden öncekilere bakarak aynı kanaat ve fikirleri
paylaşmayan, İslam dinini kendilerinin anladıklarından farklı anlayan
şahısları dışlamaktadırlar.
Öte yandan maddi servet ile manevi nüfuz ve şöhret elde etmek için
başkalarını tekfir etmenin çirkinliği ise meydandadır. Kendinin yükselmesi
için nefsinde istidat ve irade bulamayanlar başkalarını suçlayarak layık
olmadıklara yerlere gelmeye çalışırlar.
Bu sebeplere ek olarak gelir dağılımındaki adaletsizlikler, işsizlik,
eğitimde fırsat eşitliğinin olmaması, ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılması
ve kapalı bir toplum modeli yaşama gibi etkenleri de sayabiliriz. Bütün bu
faktörler ister istemez –dini bakış açısı da dâhil- her türlü aşırı uç hareketleri
beslemektedir. Acaba bu nedenlerle birlikte dini açıdan bir başkasını
dışlamacılık olan tekfirin önüne nasıl geçilebilir?
Ehl-i sünnet mensuplarının tekfir konusuna yaklaşımı ve iman-amel
konusunda dengeli bir çizgi izlemesi bu sorunu çözmede katkı sağlayabilir.
Nitekim onların “ehl-i kıble tekfir edilemez” ilkesi oldukça açıklayıcıdır.
Nitekim Hz. Peygamberden gelen bir rivayette “kıblemize yönelerek bizim
gibi namaz kılan ve kestiğimizi yiyen bir kimse Allah ve Resulünün güvenini
kazanmış sayılır. O halde Allah’ın verdiği güven ve emana aykırı
davranmayın” buyrulmuştur (Buharî, “Salât” 28; Ebû Davud “Cihad” 95).
Allah’ın bağış, af ve rahmetinin geniş olduğunu göre hiçbir kimsenin O’nun
yolunu daraltmaya hakkı yoktur.
İslam hoşgörü dinidir, ötekini kabullenme ve ikna bu dinde esastır. Bu
bakış açısı sadece gayr-i Müslimlere değil, İslam toplumunda yaşayan ama
farklı İslam yorumlarını benimseyen kimseler için de geçerlidir. İslam’ın
zengin entelektüel geleneği, farklı yorum biçimlerini bir realite olarak kabul
eder.
İslam’da dinî hükümlerin anlaşılması ve yorumlanması konusunda
sağlam deillere dayanılarak farklı görüşlerin açıklanması ayrışma değil
rahmet olarak telakki edilir. Bu nedenle Allah’ın dininin tek olması, ayrı ayrı
metot izleyen dinî ekollerin aynı yolda birlikte yürümesine hiçbir şekilde
engel olamaz. Hiçbir görüş farklılığı inananların ne birbirini tekfir etmelerini
ve ne de birbirlerine düşman olmalarını meşru kılamaz.