İnanç esaslarını kabul eden insanları dinî davranış bakımından dört gruba
ayırmak mümkündür. Bunlar Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar,
Allah’ı görüyor gibi içtenlikle hareket edenler, günah işleyenler ve riyâkâr
davrananlardır. Şimdi de bunları ayrıntılı bir şekilde tanımlayalım.
Sorumluluk Bilinci Taşıyanlar
Gündelik hayatlarında Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanlar, gerçek
anlamda inanan ve inançlarının gereğine göre iyi ve güzel davranışlarda
bulunanlardır. Bu niteliğe sahip olan mü’minler takvâ sahibi olup gündelik
hayatlarında dinlerine ve dindarlıklarına zarar verebilecek olan kötü
davranışlardan kendilerini korudukları gibi daima uyanık bir tavır içinde
olurlar.
Günahtan korunma anlamında takvâya sahip dindarlar özellikle Allah’a
ortak koşmaya götürecek her türlü söz ve davranıştan uzak dururlar. Ayrıca
her biri Allah’a isyan mahiyeti taşıyan küçük ve büyük günahlardan
kaçınırlar. Allah’ı unutturacak her türlü niyet, düşünce ve davranıştan gönül
dünyalarını uzak tutmaya çalışırlar. İşte bunlar gerçek anlamda kendisini
günah işlemekten koruyan takva sahibi dindar mü’minlerdir.
İçtenlikle Hareket Edenler
Bilinç sahibi dindarlar ise yüksek düzeyde her an Allah’la birlikte olma
duyarlılığına sahip olan kimselerdir. Bunlar ihsân sahibi olup Allah katında
güzel olan bir işi gereği gibi yerine getirirler, güzel davranışın özündeki iç
güzelliği dış yüzündeki güzellik ile süsleyip ortaya koyarlar. İhsan mertebesi
İslâm’ın kemalindendir. Cibril hâdisinden (Müslim, “İman” 1) öğrendiğimiz
kadarıyla, inanç ve davranış güzelliğine sahip olan muhsin yani ihsan sahibi,
Allah’ı görüyormuş gibi davranışlarında titizlik gösteren kimsedir. Böyle bir
dindarlık algısı tamamen insanın kendi ferdî çabalarıyla ulaştığı bir sonuçtur.
Bu tür bir dindarlıkta iyi davranış, ibadet alışkanlığı ve ahlakî değerlere
bağlılık bir yaşam biçimi haline gelir. İnanan bir insanda inançlarını davranış
tarzına dönüştürücü bir çaba ve gayret yoksa Allah sevgisi sözden öteye
gidemez. Hâlbuki içten bir sevgi insanı sevilen varlığa karşı güzel
davranışlarda bulunmaya yönlendirir.
Hiç kuşkusuz Allah iyilik yapanlarla birliktedir. Allah’la birlikte olmak,
Allah’ın bizden istedikleri sorumlulukları içtenlikle yerine getirmek ve
yasakladıklarından da içtenlikle kaçınmak anlamına gelir. Çünkü iyi
insanların oluşturduğu bir toplum düzeninde yerine göre dil susar, hal ve
davranış konuşur. Bu da söz ve davranış arasında bütünlük kuran
yaklaşımdır.
Günah İşleyenler
Dinde Allah’ın emirlerini yerine getirmeyen veya yasaklarına uymayan
kişilere günahkâr veya fâsık denir. Kelime olarak “bir şeyden çıkan”
anlamına gelen fâsık kavramı, din dilinde iman ettiği halde bile bile Yüce
Allah’a ve Peygamber'e itaat etmeyen, dinî görevlerini terk eden ve günah
fiillerini işleyenlere denir. Buna göre her kâfir fâsıktır, ancak her fâsık kâfir
yani inançsız değildir.
Ehl-i sünnet inancına göre inandığı halde büyük günah işleyen ve işlediği
günahlarda da ısrar eden kimseler fâsık kategorisine girer. İnançlı olduğu
halde günahkâr niteliğini kazanan birey Allah’tan bağışlanma dilemeden
ölürse yaptıklarına karşılık olarak cehennemde cezasını çeker, sonra da
oradan çıkarılarak cennete konulur. İslam inancında, “fâsıklık” vasfından
kurtulmanın yegâne yolu öncelikle inanç ve iyi davranış bütünlüğüne sahip
olmak, sonra da Yüce Allah’ın hoşnut olmadığı fiil ve davranışlardan uzak
durmaya çalışırken eğer günaha bulaşırsa günahlardan dolayı bağışlanma
dilemektir.
Riyakâr Davrananlar
İslam dinine göre âhiret ameliyle dünya menfaati gözetmek anlamına gelen
riyâ’ kötü bir davranış türüdür. Âhiret amelinden maksat söz, beden ve servet
yoluyla yapılan bütün ibadetlerdir. Söz, beden ve servet yoluyla yapılan
ibadetlerde gösterişe yer veren kimseye riyakâr veya mürai denilir. Bu tür
kötü karaktere sahip olan kimseler herhangi bir iyi davranışı Allah’ı hoşnut
etmek için değil, insanların beğenisini kazanmak için yaparlar. Amaç insanlar
üzerinde manevi nüfuz, şan, şöhret ve dünyevi çıkar elde etmektir. İslam
inancında bunun adı “gizli şirktir” (Tirmizi, “Hudud” 24).
Bu davranışa sahip olanlar ibadetlere gösteriş karıştırır ve yaptıklarından
dolayı etraftan övgü beklerler. Mü’min bütün davranışlarını âhirette hesap
verebileceği bir zemin üzerine kurar, Rabbine ibadet ederken veya dinî ve
ahlâkî bir davranış sergilerken beklentilerine Allah’tan başka hiç kimseyi
ortak etmez (el-Kehf 18/110). Riyakâr her ne kadar kalben inandığı için
mü’minse de davranışlarını ihlâs ve samimiyet içinde yapmadığından dolayı
amelleri Allah katında makbul değildir. (el-Bakara 2/264). Çünkü ibadet ve
diğer dinî davranışlar başkalarına gösteriş için değil sadece ve sadece Allah’ı
hoşnut etmek için yapılır.