Ana kaynağını oluşturan vahiylerin Allah tarafından Hz.Muhammed’e
indirilerek tamamlanması ve hadisler vasıtasıyla açıklanmasının ardından
İslâm dini teessüs etmiştir. Görevini başarıyla yerine getiren Resûl-i Ekrem
vefât ettikten sonra müslümanlar bu iki kaynağı kendi çabalarıyla anlamak
durumunda kalmıştır. Bunun tabii bir sonucu olarak farklı anlayışlar ortaya
çıkmıştır. Buna ek olarak dinî metinlerin dilsel yapısı, siyasal-sosyal
olayların gelişmesi ve yabancı kültürle karşılaşılması gibi faktörlerin etkisiyle
görüş ayrılıkları giderek birer mezhep haline almıştır.
İnanç alanında ortaya çıkan ve yazılı kaynaklar oluşturarak günümüze
kadar gelmiş bulunan ana itikâdî mezheplerin kader inancı üzerinde birleştiği
tek husus, Allah’ın bütün varlık ve olayları vuku bulmadan önce bilmesidir.
Kaderi inkâr etmekle suçlanan Mu’tezile de dâhil olmak üzere itibar görmüş
ve kitleleri kendine bağlayabilmiş bütün inanç mezhepleri bu görüşte
birleşmiş, bir anlamda bu konuda mezheplerin ortak görüşü teşekkül etmiştir.
Mezheplerin bu ittifakına aykırı olarak Allah’ın varlık ve olayları vuku
bulmadan önce bilmediğini iddia edenler de olmuştur. İlk kelâmcılardan
Cehm b. Safvân (ö.128/745), Şia’nın öncülerinden Hişâm b. Hakem
(ö.179/795) gibi az sayıda birkaç bilgin bu görüşü savunmuştur. Ancak
bunların görüşleri temel kaynaklara ve Allah’ın yetkinliğini zorunlu gören
aklî bilgilere aykırı bulunduğundan fazla değer görmemiştir.
Allah’ın irade ve yaratma sıfatları açısından ise kader inancını
benimseyen mezhepler arasında çeşitli noktalarda kısaca şu farklılıklar ortaya
çıkmıştır:
Cebriyye
Cebriyye insanlara ait bütün fiillerin ilâhî ilim, irade ve kudretin, yani
kaderin zorlayıcı etkisiyle oluştuğuna inananların ortak adıdır. Cehm b.
Safvân’ın öncülüğünde gelişen bu mezhebi benimseyenlere göre sorumlu
tutuldukları ve âhirette hesaba çekilecekleri fiiller başta olmak üzere insanın
yapıp ettiklerinin yanı sıra başına gelen her şey kaderin kaçınılmaz bir
sonucudur. Allah’ın ilmi, iradesi ve yaratması bütün varlık ve olayları
kuşattığından insanın irade özgürlüğü ve eylem yapma gücü yoktur. İnsanı
her yönden kuşatan kader çizgisinin dışına çıkmak mümkün değildir.
İnsanların kendi fiillerini yaratabildiğini ileri sürmek yaratıcılıkta Allah’a
ortak tanımak anlamına gelir. Zaten insanlar istedikleri her fiili de
gerçekleştirememektedir. Buna aykırı bir inanç dinî bilgilerle örtüşmediği
gibi realiteyle de bağdaşmaz.
Cebriyye’ye bağlı müslümanların görüşleri İslâm bilginlerinin çoğunluğu
tarafından isabetli bulunmamıştır. Çünkü Kur’an’da ve hadislerde sorumlu
tutulduğu fiillerde insanların irade ve güç sahibi olduğu açıklanmış, ayrıca bu
fiiller insanlara nispet edilmiş ve karşılğında mükâfat veya ceza
öngörülmüştür. Üstesinden gelemeyecekleri fiilleri yapmalarını insanlardan
isteyip onları bu eylemleri tercih etmeye yöneltmek ve aynı zamanda onları
gerçekleştirme gücünden yoksun bırakmak Allah’ın adalet, hikmet ve rahmet
sıfatlarıyla da bağdaşmaz (Mâtürîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, s. 319-320). Hayatın
çeşitli aşamalarında insanların dilediklerini yapıp edebilen varlıklar
olduklarını göstermek mümkündür. Bu gerçeği kabul etmemek aklî ve
bilimsel bilgilerle bağdaşmaz.
Mu‘tezile ve Şia
İnanç konularında öncelikle aklî bilgilere başvuran ve Ku’an’ı bu bilgilerin
ışığında yorumlayan İslâm bilginlerinin oluşturduğu bir mezheptir.
Mu’tezile’ye bağlı bilginler kader inancına dair metinleri aşırılığa varan bir
akılcılıkla yorumlayıp özellikle Allah’ın irade ve yaratma sıfatları açısından
faklı bir söylem geliştirmişlerdir. Bu yüzden onlar müslümanların
çoğunluğunu teşkil eden Sünniler tarafından yanlış bir isimlendirmeyle
Kaderiyye diye adlandırılmışlardır.
Aslında bu adlandırma bazı hadis kaynaklarında uydurma kabul edildiği
halde Hz. Peygamber’e atfedilen bir rivayete dayanır. Bu rivayete göre Hz.
Peygamber Kaderiyye’nin bu ümmetin Mecusîleri olduğunu söylemiştir
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II,86). Bilindiği gibi Mecusîler biri hayır, biri de
şer tanrısı olmak üzere iki tanrının var olduğuna inanırlar. Mu’tezile’ye bağlı
bilginler, insanlara ait fiillerin kendileri tarafından yaratıldığını savundukları
için bazı Sünnî çevrelerce iki yaratıcının varlığına inananlara
benzetilmişlerdir. Hâlbuki Kaderiyye adının Mu’tezile’ye verilmesi kader
konusuna bakışlarıyla örtüşmemektedir. Mu’tezile’nin ikinci kurucusu
sayılan Amr b. Ubeyd’in er-Red ‘ale’l-Kaderiyye adını taşıyan bir eser
yazması bunu kanıtlamaktadır. Nitekim Mu’tezile’ye mensup olan bilginler
de Kaderiyye terimini Ehl-i Sünnet mezhebine mensup olanlar için kullanmış
ve onlara ad olarak vermiştir.
Mu’tezile âlimlerine göre Allah ezelî ilmiyle bütün varlık ve olayları
meydana gelmeden önce bilir, ancak bu insanların fiil yapma irade ve gücünü
yok etmez ve herhangi bir zorlayıcı etki meydana getirmez. Allah’ın Levh-i
Mahfuz’da yazdığı olaylar sadece insanların başına gelecek olan felaketler ve
musibetlerden ibarettir. İnsanların fiilleri ana kitapta yazılsa bile bu yazıya
aykırı fiiller yapmaları mümkündür.
Yine onlara göre ilâhî irade açısından Allah insanların yalnızca iman, itaat
ve iyilik türünden fiiller yapmasını diler, inkâr, isyan ve kötülük türünden
fiiller yapmasını ise dilemez. Çünkü Allah insanlara iyilikleri emretmiş,
kötülükleri ise yasaklamıştır, emrettiklerini dilemesi ve yasakladıklarını da
dilememesi aklen gereklidir. Bu sebeple ilâhî irade bütün fiilleri kapsamaz.
Kaderle Allah’ın yaratma sıfatı arasındaki ilişki incelendiğinde
Mu’tezile’ye göre insanların sorumlu olduğu fiillerin Allah tarafından değil
kendileri tarafından yaratılır. Fiillerini yaratamayan insanların hür olmaları ve
sorumlu tutumları adaletle bağdaşmaz. Allah insanları doğarken kâfir veya
müslüman olarak yartamaz, onların iman ve itaatlerinin yanı sıra inkâr ve
isyanlarını da yaratmaz.
Şîâ’ya bağlı âlimlerin çoğunluğu da kader konusunda Mu’tezile’ye benzer
görüşleri benimsemişlerdir. Bu mezheplere mensup âlimlere göre insanların
tercihlerine, tutum ve davranışlarına bağlı olarak Allah dilerse Levh-i
Mahfûz’a yazdıklarını değiştirebilir.
Ehl-i Sünnet
Müslümanların büyük çoğunluğunu oluşturan inanç mezhebinin genel adı
Ehl-i sünnet’tir. Günümüzde bu mezhep Sünnîlik diye de anılmaktadır. Ebû
Hanife ve O’nun ilim geleneği içinde yetişen Mâtürîdî’nin öncülüğünde
kurulan Mâtürîdiyye ile Eş’arî’nin görüşleri etrafında oluşan Eş’ariyye adlı
iki ana Sünnî mezhep mevcuttur. Bunlar nasları öne çıkarmakla birlikte
Kur’an ve sahih hadislerle aklî ve bilimsel bilgileri uzlaştırmayı ana ilke
olarak benimsemiştir. Bu iki ekolün durumu tarihte böyle olduğu gibi
günümüzde de aynı konumları devam etmektedir. Ahmed b. Hanbel’in
öncülüğünde oluşan Selefiyye ise nasların aklî ve bilimsel bilgilerin ışığında
yorumlanmasını genellikle kabul etmez.
Kader inancı konsunda Sünnîler arasında bazı yorum farkları vardır.
Selefîlere göre insanların sorumlu tutuldukları fiiller dâhil olmak üzere bütün
varlık ve olaylar Allah’ın ilim, irade ve yaratma sıfatlarının kapsamı
içindedir. Allah evreni yaratmadan önce onu yaratacağını bilip bir kitapta
yazmış, sonra da onları yaratmayı dileyip yaratmıştır. Kader ve kazâya îmân
etmenin anlamı budur. İnsanların fiilleri kader ve kazâ planında bulunmakla
birlikte Allah insanları, fiillerinin meydana gelişinde etkili bir sebep olan
irade ve güce sahip kılmış, yani onları eylem yapan bir varlık olarak
yaratmıştır. Bu sebeple fiilin failini yaratan aynı zamanda failin yaptığı fiilin
de yaratıcısıdır. Bu şu demektir: İnsanlara ait fiiller doğrudan doğruya
kendileri, dolaylı olarak da Allah tarafından yaratılır. Allah’ın her şeyin
yaratıcısı olmasını bu şekilde anlamak gerekir. Allah’ın her şeyi kaderde
yazması kâfirin iman, müslümanın da inkâr etmesini engellemez. Çünkü
dilediğini yapan bir varlık olarak Allah, Kur’an’da belirtildiği gibi Levh-i
Mahfuz’daki yazıyı isterse değiştirebilir.
Kader ve kazâ inancında Mâtürîdîlerle Eş’arîler arasında önemli
sayılabilecek farklar yoktur. Özellikle ilâhî ilim ve iradenin bütün varlık ve
olayları kuşattığı, yani her şeyin Allah’ın bilgisi ve iradesine uygun bir
şekilde meydana geldiği görüşünde birleşmişlerdir. Yaratma sıfatı konusunda
da aralarında görüş ayrılığı yoktur. Buna göre Allah bütün varlık ve olayları
doğrudan doğruya yaratır, ondan başka hiçbir yaratıcı yoktur. Bu sebeple
insanların bütün fiillerini de tercihlerine göre yaratan Allah’tır. İnsanların
sorumluluğu ise fiillerinin iman veya inkâr, itaat yahut isyan, iyi ya da kötü
şeklindeki niteliklerini irade ve kudretlerini kullanarak belirlemelerine,
itikadî terimle ifade etmek gerekirse fiillerini “kesb” etmelerine dayanır.
Ancak şu var ki Eş’ariyye’ye bağlı kelâmcıların çoğunluğu kesb
kavramını dar anlamda yorumlamış ve insanları, “fiillerinde özgür gibi
görünen ve fakat aslında mecbur olan varlıklar” şeklinde tanımlamıştır. Bu
yaklaşımlarıyla Cebriyye mezhebine yakın bir yerde durmuşlardır. Eş’arîlere
göre iradeleri de yaratılmış olduğundan insanlar fail olarak nitelenemezken
Mâtürîdîlere göre fiillerine ilişkin cüzî iradeleri yaratılmamıştır, bundan
dolayı da fail olarak nitelenirler. Fiillerini Allah yaratmış olsa da bunları
tercih etmelerinden ötürü insanlar sorumludur. İnsanların rızıkları ve ecelleri
de kaderin kapsamına dâhildir. Rızık elde etmek için çalışmak ve
hastalıklardan kurtulmak için tıbbî çareler aramak da bir kaderdir.
Dolayısıyla insanların böyle bir çaba içine girmeleri kader inacına aykırı
değildir.
Sonuç olarak İslâm tarihinde oluşan ana i’tikâdî mezheplerin kader ve
kazâ inancını benimsedikleri görülmektedir. Bu ana inanç mezheplerince
yapılan farklı yorumlardan Kur’an ve Sünnet’le örtüşeni şöylece belirlemek
mümkündür:
Evreni ve içindeki her seyi yaratan Allah’ın, bütün varlık ve
olayları meydana gelmeden önce bilip yazmak ve dileyip yaratmaktan ibaret
olan kader ve kazâ inancı insanların eylem yapma irade ve gücünü yok
etmez. Allah insanların kendi tercihleriyle iman ve itaat etmelerini dilemiş ve
yine kendi iradeleriyle inkâr ve isyan etmelerine izin vermiştir. Allah
insanların sorumlu tutuldukları fiilleri doğrudan doğruya değil kendileri
aracılığıyla dolaylı olarak yaratır. Allah’ın varlığının başlangıcı ve sonu
bulunmadığından zaman kavramının Allah hakkında ifade ettiği anlam,
insanlar için koyduğu sistemdeki işleyişe benzemez. O yüzden insanların
tercihlerinde yapacakları değişikliklere göre Allah onlar hakkında yazdığı
alternatif imkânlardan dilediğini silip dilediğini sabit bırakabilir. Bu da kader
ve kazâ inancının mantıklı bir temeli bulunduğunu, ayrıca insanların sorumlu
tutuldukları fiillere ilişkin tercih kapasitelerini yok etmediğini gösterir.