Genel anlamda gayb, akıl ve duyular yoluyla hakkında bilgi edinilemeyen
varlık alanı şeklinde tanımlanabilir. Gayb, sadece Allah’ın bilgisi dâhilinde
olan ve O bildirmediği sürece herkese kapalı bulunan nesne ve olaylar
anlamında mutlak gayb ve yaratıkların yalnızca bir kısmının vâkıf olabildiği
şeyler anlamında da göreceli (izafî) gayb olmak üzere ikiye ayrılmakta ve
Allah’ın sadece peygamberlere vahiy yoluyla açıkladığı kısım mutlak gayb
kabul edilmektedir. Meselâ meleklerin bilip de insanların bilmediği veya
insanlardan bazısının bilip bir kısmının bilemediği konular izafî gayb türüne
girmektedir.
Kur’an’da peygamberler de dâhil olmak üzere gaybı kimsenin
bilemeyeceğini, gayb bilgisinin sadece Allah’a ait olduğunu belirten muhtelif
âyetler bulunmaktadır (el-En’âm 6/59; Hûd 11/123). Ancak Allah’ın kendi
dilemesiyle bazı gaybî bilgileri peygamberlere vereceğini dile getiren âyetler
de vardır (Âl-i İmrân 3/179). Hz. Nuh kavmine “Ben size ‘Allah’ın hazineleri
benim yanımdadır’, demiyorum. Gaybı da bilmem. ‘Ben meleğim’, de
demiyorum” (Hûd 11/27, 31) diye cevap vermiştir. Resûl-i Ekrem’e
kıyametin ne zaman kopacağının sorulması üzerine kendisine “Sana
kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: ‘Onun ilmi ancak
Rabbimin katındadır. Onun vaktini O’ndan başkası açıklayamaz. Kıyametin
kopuşu göklere de yere de ağır gelmiştir ve size ansızın gelecektir. Sanki sen
onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar...” (el-A’râf 7/187) mealindeki âyet
indirilmiştir.
Sonuçta Kur’an’da mutlak gaybı ancak Allah Taâlâ’nın bildiği ifade
edilmekte, ulûhiyyetle mutlak gaybı bilme arasında ilgi kurulmakta, Allah’a
ait sayılan bu bilgiye O’nun bildirmesi dışında ulaşılabileceğine inanmak da
tevhîd anlayışına aykırı bulunmaktadır. Allah’ın peygamberlerine dilediği
kadar gayb bilgisi verdiği belirtilmektedir. Bunun dışında peygamberlerin
istedikleri zaman gaybî bilgileri haber vermeleri söz konusu değildir.