a. Allah’ın İsimleri:
Tek başına Allah’ın varlığına inanmak, O’nun bütün evreni yarattığını ve
idare ettiğini kabul etmek yeterli değildir. Kulluk şuurunun oluşması için
O’nun vasıfları hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Aksi halde Allah’ın
varlığını tam mânasıyla idrak etmiş olmayız. Çünkü Allah’ı inkâr daha çok,
O’nun sıfatlarını bilmemekten veya yanlış anlamaktan doğmaktadır. Bu
nedenle varlığını benimsediğimiz Allah’ı sıfatlarıyla tanımalı, O’nun bizimle
ve bütün varlıklarla ilişkisini anlamalıyız.
Allah Teâlâ’nın kendine has yapısını oluşturan zâtını idrak etmek
mümkün değildir. O’nun zâtı hakkında söyleyeceğimiz yegâne şey, O’nun
varolduğudur. Yüce Allah’ı gözle görmek, duyu organlarıyla idrak etmek ya
da O’nun niteliklerini akıl yürüterek tespit etmek söz konusu olamaz. Bu
durumda Allah’ı tanıma konusunda tek bir vasıtamız kalmıştır ki, o da
haberdir. Kâinatın yaratıcısı, bilgi edinme yollarından “doğru haber”
vasıtasıyla yani vahiyle bizlere tanıtılmıştır. Son peygamber olan Hz.
Muhammed, Allah’tan aldığı talimatla bize O’nu öğretmiştir. Kur’anda
Allah’ı en öz biçimde anlatan surelerin başında İhlâs suresi gelir:
“De ki O Allah birdir. O Samed’dir. Doğurmamıştır, doğrulmamıştır.
Hiçbir şey O’na denk değildir” (el-İhlâs 112/1-5).
Burada bizlere Allah’ın “tasvir”i değil “tavsif”i yapılmıştır. Tasvir
“suretlendirmek, şekillendirmek” anlamına gelir ve bir şeyin zihinde çeşitli
şekillerde canlandırılması için anlatımlarda bulunmayı ifade eder. Allah
Teâlâ için böyle bir durum söz konusu değildir. Kur’an’da putperest müş-
rikler Allah hakkında bu türden tasavvurları nedeniyle kınanmış, Allah’ın bu
yakıştırmalardan uzak olduğu belirtilmiştir. Tavsif ise vasıflandırmak, “bir
şeyin özelliklerinden bahsetmek” demektir. Cenâb-ı Hakk’ın tavsifi, varlığına
inandığımız zât hakkında bazı manalardan bahsetmektir.
Allah’ın zâtını duyu organlarıyla kavramak mümkün olmadığına göre
O’nun zâtı ve mahiyeti hakkında düşünmek de doğru değildir. Nitekim bir
hadiste “Allâh'ın yarattıkları üzerinde tefekkür edin, fakat zâtı üzerinde
düşünmeyin. Zîrâ siz, O’nun kadrini (lâyık olduğu şekilde) aslâ takdîr
edemezsiniz." buyrulmaktadır. Allah O’nunla ilgili aklımıza ve hayalimize
gelen her türlü suretten uzaktır. Bu konuda âlimler arasında “Hatırına gelen
her şey, Allah ondan başka bir şey” cümlesi şöhret bulmuştur. Kur’an’da
Allah’ın dünya hayatında duyu organlarıyla idrak edilemeyeceği vurgulanmaktadır.
“Gözler onu idrak edemez, ancak O gözleri idrak eder” (elEn‘âm
6/103). Allah kalbi mutmain olsun diye kendisini görmek isteyen Hz.
Musa’ya bunun mümkün olmadığını belirtmiştir (el-A‘râf 7/143)
Allah Teâlâ’yı tanımamıza yarayan mâna ve kavramlara isim ya da sıfat
denilir. Kur’anda Allah’ın sıfatlarından değil isimlerinden bahsedilmektedir.
Kur’anda en güzel isimlerin O’nun olduğu bildirilmekte ve bu isimlerle O’na
dua etmemiz istenmektedir. Ayette geçen “esmâü’l-hüsnâ” yani “en güzel
isimler” tabiri zamanla Allah’ın isimlerini niteleyen bir kavram haline
gelmiştir. Âlimler âyetlerde ve hadislerde Allah’a nispet edilen yüzlerce isim
tesbit etmişlerdir. Bununla birlikte çoğunluğun görüşü, O’nun isimlerinin
sonsuz olduğu yönündedir. Allah’ın bizlere bildirdiği isimleri yanında
bildirmediği ve kendi özel ilminde (gayb ilmi) tuttukları da olabilir. (Ahmed
b. Hanbel, Müsned, I, 9).
İslâm âlimleri esmâ-i hüsnâ listesinde bulunan
isimleri çeşitli şekillerde sınıflandırmışlardır. Bunlardan zâtî isimler; mutlak
manada Allah’ın zatını ilgilendiren; el-Evvel, es-Samed, el-Kuddüs, el-Celîl
gibi isimlerdir. Kâinati ilgilendirenler ise, tabiatın yaratılışına ve işleyişine
temas eden; el-Hâlik, el-Bârî ve el-Musavvir vb. manalardır. Esmâ-i
hüsnâdan insanla ilgili olan ilâhî isimler ise; el-Adl, el-Hakem ve el-Fettâh
gibi insana yönelik olanlardır.
Esmâ-i hüsnâ konusunda rivayet edilen bir hadiste “Allah Teâlâ’nın
doksan dokuz isminin olduğu ve bunları sayanın cennete gireceği
bildirilmektedir” (Buhari, “Tevhid” 12; Müslim, “Zikr”, 5, 6). Bu hadisin
metninde yer alan “saymak” ifadesi ezberlemek, kaynaklarından derlemek,
bunların gereği ile amel etmek ve mânalarını düşünmek şeklinde de
yorumlanabilir. Bazı kaynaklarda bu doksandokuz isim sayılmıştır. (Tirmizî,
“Daavât”, 82) Zamanla bu liste İslam dünyasında meşhur olmuş, dua ve
niyaz amacıyla okunmuştur. Aynı zamanda bu isimler hat sanatının konusu
haline gelmiş, esmâ-i hüsnâ müslümanlar tarafından levha halinde evlere
asılmıştır. Bazı yörelerde sabah namazının ardından Haşr sûresinin son üç
âyeti okunduktan sonra bu doksan dokuz ismin zikredilmesi adet haline
gelmiştir.
İlâhî isimler Yüce Allah’ı tanıtması yanında O’nun kâinâtla ilişkisini
kuran manalardır. Allah, el-Hayy isminin gereği olarak canlılara hayat
vermiş, onları el-Hâlık ismiyle yaratmış, el-Kâdir ismi ile kâinatın devamını
sağlamıştır. Bu isimlerin insan davranışları üzerinde de etkileri
bulunmaktadır. Sözgelimi Allah’ın el-Basîr (gören), olduğunu bilen kimse
her ortamda davranışlarında dinin belirlediği çerçevenin dışına çıkamaz.
Allah’ın es-Semî’ (işiten) olduğuna gönülden inanan kişi, dilini kötü sözden
alıkoyar, O’nun er-Rahmân ve er-Rahîm (esirgeyen-bağışlayan) olduğunu
kavrayan ise asla ümitsizliğe düşmez, et-Tevvâb (tövbeleri kabul eden)
olduğuna inanan ise tövbe kapısından uzaklaşmaz.
Cenâb-ı Hakkın bu güzel isimleri incelendiğinde içlerinde çoğunun
doğrudan ilâhî rahmet, merhamet, esenlik bağışlayıcılık lütufkârlık, iyilik
gibi müminlerin lehine olan manalara delalet ettiği görülür. Bununla birlikte
zât-ı ilâhinin gazap yönüne işaret eden isimler de vardır. Bu husus
İslamiyetin korkudan çok sevgiye dayanan bir din olduğunu, Cenab-ı Hakkın
kullarına olan muamelesinde merhamet tarafının ağır bastığını
göstermektedir.
b. Allah’ın Sıfatları:
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ın zâtı, çeşitli sıfatlarla nitelenmiştir. Allah’a
nispet edilen bu manalar, müsbet cümlelerle ifade edildiği gibi menfi
cümlelerle de ifade edilebilmektedir. İslâm âlimleri kaynaklarda geçen bu
özellikleri çeşitli şekillerde sınıflandırmışlardır. Bunlardan Allah Teâlâ’nın
ne olmadığını bildiren ve olumsuz bir manayı ondan uzaklaştıran sıfatlar
çoğunlukla selbî veya tenzihî sıfatlar olarak isimlenmiştir. Bu manalar
ulûhiyyet makamına yakışmayan, eksiklik ve acziyet ifade eden
kavramlardır. Allah’ın ne olduğunu anlatan müsbet manalara ise sübûtî veya
zâtî sıfatlar adı verilmiş, kâinatın yaratılışı ve idare edilişiyle ilgili nitelikler
ise fiilî sıfatlar olarak isimlenmiştir.
1. Selbî/Tenzihî Sıfatlar
Bu sıfatlar Allah’ı şânına yakışmayan, acziyet ve eksiklik ifade eden,
yaratılmışlık özelliği taşıyan ve bu sebeple de O’ndan nefyedilmesi (tenzih)
gereken sıfatlardır. Bu tür sıfatlar sayılamayacak kadar çoktur. Çünkü ne
kadar eksiklik ve acz kavramı varsa, ne kadar yaratılmışlık özelliği mevcut
ise o kadar da selbî sıfat var demektir. Selbî sıfatların hedefi her türlü şirk
şâibesini bertaraf ederek tevhid inancını tam manasıyla ispat etmek, yaratanla
yaratılan arasında ortak bir noktanın bulunmadığını akıllara ve gönüllere
yerleştirmektir. Bu nedenle “Hiçbir şey onun benzeri değildir” (eş-Şûrâ
42/11) âyeti tenzih akidesinin özünü oluşturur.
İslâm âlimleri, eğitim öğretimde kolaylık sağlamak ve bu vasıfların
anlaşılmasını temin etmek amacıyla ayetler ışığında bazı terimler tespit
etmişler ve selbî/tenzihî sıfatları şöylece sıralamışlardır.
a) Vücud: Allah’ın varolması, yokluğunun düşünülmemesidir. Allah’ın
varlığı kendine özel bir durumdur ve diğer varlıkların vücudundan tamamen
farklıdır. Allah’ın vücûd sıfatı aynı zamanda nefsî yani sadece ona özgü bir
sıfat olarak tanımlanır.
b) Kıdem: Allah’ın varlığının başlangıcının olmamasıdır. Cenâb-ı Hak bir
zamanlar yokken sonradan var olan, başka bir deyişle yaratılan bir varlık
değildir. O’nun gerek zâtı, gerek ise sıfatları için sonradan olmuşluk ya da
yaratılmışlık söz konusu değildir. O, zâtı ve sıfatlarıyla kadîmdir, ezelîdir.
“Evvel O’dur, Âhir O’dur, Zâhir O’dur, Bâtın O’dur. Her şeyi hakkıyla
bilen yine O’dur” (el-Hadîd 57/3).
c) Beka: Allah’ın varlığının sonunun olmamasıdır. O’nun varlığı sonsuza
kadar (ebedî) devam eder. O, fâni ve ölümlü değildir. O’ndan başka her şey
fânîdir, yok olmaya mahkûmdur. Mezar taşlarına yazılan ve “Ölümsüz olan
sadece O’dur” ifadesi bu gerçeği dile getirir. bâki kalacaktır” (er-Rahman
55/27).
d) Kıyam binefsihî: Allah’ın kendisiyle kâim olması ve bu hususta
başkasına ihtiyaç duymamasıdır. Yüce Allah kendi kendisinin varlık
sebebidir. Hâlbuki Allah’tan başka diğer varlıklar, hem var olabilmek hem de
belli bir zamana kadar da olsa varlıklarını sürdürebilmek için başka sebeplere
ve şartlara muhtaçtırlar.
“Her şey fânîdir. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı
“Ey insanlar siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise zengindir ve övülmeye
layık olandır” (el-Fâtır 35/15).
e) Vahdâniyet: Tek ve bir olan, eşi, ortağı bulunmayan. Yukarıda,
“Allah’ın Birliği” konusunda da anlatıldığı gibi Cenâb-ı Hak zâtında,
sıfatların da, fiillerinde ve ibadet edilmede birdir. Onu eşi, benzeri, ortağı,
yardımcısı ya da rakibi yoktur.
“Eğer yerde ve gökte O’ndan başka tanrılar olsaydı ikisi de bozulurdu”
(el-Enbiyâ 21/212).
f) Muhâlefetün li’l-havâdis: Allah’ın sonradan olan yaratıklara
benzememesidir. Allah statü olarak yaratılmışlık özelliği taşıyan her şeyden
uzaktır.
“Hiçbir şey onun benzeri değildir” (eş-Şûrâ 42/11).
2. Sübûtî Sıfatlar
Bu sıfatlar Allah’ın zatına nispet edilen ve O’nun ne olduğunu belirten
niteliklerdir. Cenâb-ı Hakk’ın bu sıfatlarla nitelenmesi ve bunların zıtlarından
uzak tutulması (tenzih) zorunludur. İslâm âlimleri çeşitli maksatlar için ayet
ve hadislerden yola çıkarak bir sübûtî sıfatlar listesi belirlemeye
çalışmışlardır. Âlimlerin temas ettiği bu yedi sıfatı şöylece sıralayabiliriz.
a) Hayat: Allah’ın canlı ve diri olmasıdır. Cenâb-ı Hak ebedî ve daimî bir
hayatla diridir. Canlılarda hayat vasfının devamı için çeşitli fizikî ve
biyolojik şartlara ihtiyaç vardır. Yaratılmışlara ait olan bu şartların hiçbiri
yaratan için söz konusu değildir.
“Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Daima diridir ve
yarattıklarını gözetip durandır” (Bakara 2/255).
b) İlim: Allah Teâlâ’nın bilme sıfatıdır. O, gizli-açık, yakın-uzak, küçükbüyük
her şeyden sonsuz ve sınırsız olan ilmiyle haberdardır. İnsanların
bilgisi zaman, mekân gibi bazı şartlara, bunun gibi göz, kulak vb. vasıtalara
bağlı kılınmıştır. Bu açıdan Allah’ın ilmi, insanların ilminden tamamen
farklıdır. Allah Teâlâ’nın ilim sıfatı önünde zaman, mekân ve madde engeli
bulunmadığı gibi O, bu konuda herhangi bir vasıtaya da muhtaç değildir.
“O, her şeyi hakkıyla bilendir” (el-Bakara 2/29).
c) Semî‘: Yüce Allah’ın her şeyi işitmesidir. Allah’ın tüm sıfatlarında
olduğu gibi işitme sıfatı da kemal derecesindedir. O, hiçbir vasıta ve şarta
bağlı olmaksızın ve hiçbir engele takılmaksızın her şeyi işitir. İnsanlar ise
sadece duyma eşikleri içinde bulunan sesleri işitebildikleri gibi bunun için
bazı organlara ihtiyaç duyarlar.
“Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir” (el-Bakara 2/181).
d) Basîr: Allah’ın her şeyi görmesidir. İnsanlarda görme olayının
meydana gelebilmesi için belli fiziki şartların oluşması gerekir. Allah Teâlâ
ise herhangi bir şarta bağlı olmasızın her şeyi görür.
“Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızı görür” (el-Bakara 2/110).
e) Kudret: Allah’ın her şeye gücünün yetmesidir. Allah’ın varlığına
inanan ve bu harikulade kainatın nasıl yaratıldığını tefekkür eden her insan
O’nun sonsuz bir kudrete sahip olduğunu şüphesiz kabul eder.
“Şüphesiz Allah, gücü her şeye hakkıyla yetendir” (Bakara 2/109).
f) İrade: Allah’ın dilemesi ve istemesi anlamına gelir. İrade sıfatı ilâhî
fiillerin her hangi bir baskı ve zorlama olmaksızın O’nun arzu ve isteğiyle
meydana gelmesi demektir. Evrende bulunan her varlık, O’nun iradesine
tabidir. O’nun iradesi olmaksızın kâinatta tek bir yaprak bile kımıldamaz.
Bunun gibi O’nun istek ve dilekleri önünde hiçbir engel yoktur.
“Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da
hemen oluverir” (Yasin 36/82).
g) Kelâm sıfatı: Allah’ın konuşma sıfatıdır. Bu sıfatın bir eseri olarak
elimizde kelâmullah dediğimiz Kur’ân-ı Kerîm vardır. Bundan öncede Allah
insanlığa ilahi kitaplar aracılığıyla konuşmuştur. Allah Teâlâ’nın konuşması
insanlarda olduğu gibi harfler, sesler ve konuşmaya yarayan organlar
aracılığıyla değildir. Cenâb-ı Hak bunlardan münezzeh ve yücedir.
“Musa, tayin ettiğimiz vakitte bizimle buluşmaya gelince Rabbi onunla
konuştu” (Araf 7/143).
Sübûtî sıfatlar Allah-âlem ilişkisi açısından önem taşımaktadır. İslam
âlimleri Allah’ın âlemle ilişkisini bu sıfatları aracılığıyla sürdürdüğünü
söylemektedirler. Bu sıfatlardan ilim, nesne ve olaylar üzerindeki bilinmezlik
vasfını ortadan kaldırırken, kudret sıfatı yaratıcının kâinatın yaratılmasına
güç yetirmesine olanak tanımakta, irade sıfatı ise ilâhî kudretin mevcut
alternatifler içinden birini seçmesinde etkili olmaktadır. Âlem bu sıfatların
koordinasyonu ile meydana gelmekte ve varlığını devam ettirmektedir. Tüm
bu sıfatların varlığı ise şüphesiz hayat sıfatına bağlıdır.
Sıfatlar konusunda âlimler arasında bazı ihtilaflar yaşanmıştır. Bunlardan
biri, sübûtî sıfatların tasnifi konusunda gündeme gelmiştir. Mâtürîdîler kudret
sıfatından ayrı bir tekvîn (yaratma) sıfatının varlığını savunurlarken, Eş’arîler
ilim, irade ve kudret sıfatını yaratma için yeterli görmüşlerdir. Şîa âlimleri ise
sübûtî sıfatları kendi içinde zâtî ve fiilî sıfatlar olmak üzere ikiye
ayırmışlardır. Sıfatlar konusunda en büyük fikir ayrılığı ise Allah’ın zâtıyla
sıfatlarının ne tür bir ilişki içinde olduğunu izah noktasında yaşanmıştır.
Mu’tezile mezhebi tevhid anlayışlarının bir gereği olarak, Allah’ta çokluk
yaratacağı endişesiyle Allah’ın sıfatlarını O’nun zâtından ayrılmayan manalar
olarak görmüştür. Bu nedenle onlar, Allah’ın zatından bağımsız sıfatlarının
olmasını doğru bulmamışlardır. Eş’arî ve Mâturidî mezhepleri ise Allah’ın
sıfatlarının O’nun zâtından ayrılabileceğini ancak bu durumun tam manada
bir bağımsızlık doğurmayacağını belirtmişlerdir. Şüphesiz âlimler içinde
içinde bu iki farklı görüşü uzlaştırmaya çalışan teşebbüsler de olmuştur.
Ancak bu tartışmalar tüm mezheplerin üzerinde birleştiği, Allah’ın
noksanlıklardan uzak olduğu ve kemâl sıfatlarla muttasıf bulunduğu şeklinde
özetlenenen ortak görüşü değiştirmemekte, daha çok tanımlama ve sistemleştirmede
kendini göstermektedir.
Âlimler arasında sıfatlar konusunda yaşanan en ciddi tartışmalardan biri
kelâm sıfatı üzerinde vuku bulmuştur. Allah’ın kelâm sıfatının niteliği
üzerinde duran âlimler onun ezelî (kadîm) ya da yaratılmış (hâdis) olması
üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Mu’tezile mezhebi, Allah’ın kelâm sıfatının
yaratılmış olduğunu iddia ederken, Ehl-i Sünnet kelâmcıları bunun aksini
söylemiş ve bu tartışmalar şiddete varan sonuçlar doğurmuştur. Sorunu
çözmek amacıyla Allah’ın kelâm sıfatını lafzî ve mânevî şeklinde ikiye
ayıran âlimler; Yüce Allah’ın zatında bulunan mana anlamında kelâm
sıfatının kadîm, ancak bunun harf ve seslere dönüşen şeklinin (Kur’an-ı
Kerim) ise hâdis olduğu sonucuna varmışlardır.
Sıfatlar konusu içinde yeralan bir diğer husus ise naslarda geçen ve zahirî
mânalarıyla Allah’a nisbet edilmesi mümkün olmayan kavramlardır. Bunlar
sonraki dönem kaynaklarında “haberî sıfatlar” olarak anılmıştır. Ayet ve
hadislerde zikredilen el (yed), yüz (vech), göz (ayn), ayak (kadem) gibi
kavramlar İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu tarafından İslâmiyetin tenzih
inancına uygun bir şekilde yorumlanmıştır.
3. Fiilî Sıfatlar
İlâhî sıfatlar içinde Allah-kâinat-insan ilişkisini ifade edenler, fiilî sıfatlar
grubunu oluşturmaktadır. Bu sıfatlar da diğer sıfatlar gibi sonsuz olup daha
çok “yapmak, yaratmak ve oluşturmak” anlamlarına gelen tekvîn kavramıyla
ifade edilmektedir. Matüridî âlimler tekvîn sıfatını sübûti sıfatlara dahil
ederken, Eş’arîler onu müstakil bir sıfat olarak görmemişlerdir. Onlara göre
fiili sıfatlar doğrudan sıfat olmayıp ilim, kudret ve irade sıfatlarının
fonksiyonlarıdır.
Yukarıda da geçtiği üzere kâinatta mevcut oluşum, Allah’ın ilim, kudret,
irâde ve yaratma fiillerinin bir sonucudur. O, yoktan varettiği kâinatı başıboş
bırakmamış, hayatın sürekliliği adına müdahaleyi sürdürmüştür. Kâinatta
gerçekleşen her fiil, Allah’ın onu bilmesi, dilemesi ve kudretiyle
yaratmasının bir sonucudur. Bu husus Kur’an’da şöyle bildirilmektedir:
“Yaratmayı ilkin başlatan da tekrar eden de O’dur. Bu iş O’na pek kolaydır”
(el-Ankebût 29/19).