Hudûs delili, evrenin yaratılmış olduğu ve her yaratılmışın da bir yaratıcıya
muhtaç olduğundan hareketle Allah’ın varlığını ispata çalışan bir delildir. Bu
delile birçok âyette temas edilmektedir. Kur’anda canlı cansız bütün kâinatın
kendi kendine varolamayacağı dile getirilmekte, böylece insan hem kendisi
hem de dış dünya üzerinde düşünmeye davet edilmektedir:
De ki: “Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?” “Allah’tır” de. De ki: “O'nu
bırakıp da kendilerine (bile) bir faydası ve zararı olmayan dostlar (mâbudlar)
mı edindiniz?” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Ya da karanlıklarla
aydınlık bir olur mu? Yoksa Allah’a, O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar
buldular da bu yaratma ile Allah’ın yaratması onlara göre birbirine mi
benzedi?” De ki: “Her şeyin yaratıcısı Allah’tır. O, birdir, mutlak hâkimiyet
sahibidir” (er-Ra‘d 13/16).
“Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arşa hükmeden,
gündüzü durmadan kovalayan gece ile bürüyen; güneşi, ayı, yıldızları hepsini
buyruğuna boyun eğdirerek var eden Allah’tır. Bilin ki yaratma da emr de
O’na aittir” (el-A‘râf 7/54).
Kâinatı oluşturan cisimlerin sürekli olarak bir değişim içinde bulunduğu
gözlenmektedir. Bu değişim, cansızlardan başlayarak bitkilere, hayvanlara ve
insana doğru ilerledikçe giderek hızını artırmaktadır. Dağ, taş, dere, tepe vb.
cansız varlıklar ile sistemin büyük parçalarını oluşturan gökcisimleri de bu
kanunun içinde yerini alır. Çevremizde salt gözlem metoduyla bile farkedilebilen
bu hareketlilik kâinatın sonradan varolduğunu gösterir. Bu
durumda tüm bu varlıkları hareket ettiren ve değişimlerini sağlayan bir gücün
olması gerekir. Çünkü madde kendi kendisini varedemediği gibi sebepsiz
yere meydana gelmesi de mantıksızdır. Bu akıl yürütmenin bir sonucu olarak
o halde tüm varlıkların bir yaratıcının bulunduğu ortaya çıkar. Hudûs
delilinde cisimlerin değişkenliğinden yola çıkılarak tümevarım yöntemiyle
âlemin sonradan yaratıldığı ve dolayısıyla bir yaratıcıya muhtaç bulunduğu
ispatlanır.
Fizik, kimya ve astronomi gibi pozitif bilimlerle meşgul olan
bilginler, madde üzerinde yaptıkları incelemeler sonucunda tabiatın sonradan
yaratıldığı kanaatine varmışlardır. Bu âlimler bugün mevcut tabiat düzeninin
bir gün bozulacağı konusunda da hemfikirdirler.
Kelâm âlimleri bu delili daha çok cevher-araz esasına dayalı bir yöntem
içimde ele almışlardır. Buna göre kâinatı oluşturan cisimler bir öz (cevher) ile
bu özün taşıdığı vasıflardan (araz) meydana gelmiştir. Bu yapı içinde arazlar
kendi başlarına var olamayan nitelikleri oluşturur. Bu nedenle, arazlardan
bağımsız varlığını sürdüremeyen cevherlerin de kendi başlarına varlıkları
olamaz. Böylece cevher ve arazlardan oluşan cisimlerin varolmak için başka
bir varlığa muhtaç olduğu ortaya çıkar ki, O da Allah’tır.
İlk defa Mu’tezile kelâmcıları tarafından kullanıldığı bilinen hudûs delili,
sonraları Sünnî kelâmcılar tarafından da farklı biçimlerde işlenmiştir. Bu
delile İbn Rüşd ve İbn Sina gibi İslam filozofları tarafından eleştiriler
yöneltilmiş zayıf bir delil olduğu belirtilmiştir.