Allah’ın Varlığını Kanıtlamak

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Allah’ın Varlığını Kanıtlamak
« : 03 Şubat 2018, 10:43:13 »
Allah’ın varlığı, varlık türlerinin en üst mertebesini ilgilendirmesi nedeniyle
kendine özgü bir nitelik taşır. O’nun zâtı duyularla idrak edilemediği için,
Allah’ı kanıtlamak ancak O’nun dışındaki varlıklardan hareketle mümkün
olabilir. Bu nedenle Allah’ın varlığına inanmak, zihinsel faaliyette
bulunmanın yanında gönlün harekete geçirilmesi ve iradenin eğitilmesiyle
mümkündür. İmanın asıl değerini de bu teşkil eder. Şayet bu konunun matematik
ispatı mümkün olsaydı, ceza ve mükafatı gerektiren bir önemi de
olmazdı.

Nitekim Kur’anda, inancın duyularla idrak edilemeyen mutlak
varlığa kayıtsız şartsız bağlılığı esas alan bu yönü, “gayba iman” olarak
belirtilmiş ve müminlerin özelliklerinden sayılmıştır. (el-Bakara 2/3)

Tanrının varlığı meselesi ilk dönem Yunan Felsefesi’nin de temel
konularından birini oluşturur. Bu dönemde Eflatun’un hareketin nihaî
kaynağını ruha bağlaması ve Aristo’nun ilk sebep (illet-i ulâ) veya ilk hareket
ettirici (muharrik-i evvel) teorisini benimsemesi ile birlikte Tanrı’nın varlığı
konusu tartışılmaya başlanmıştır. İlk Çağ Yunan filozofları tarafından
evrendeki varlıkların kaynağına ulaşmak amacıyla ortaya atılan kozmolojik
kanıtlar sonraları Kitâb-ı Mukaddes’in ulûhiyyet anlayışı ile bağlantılı olarak
Yahudi ve Hıristiyan teolojilerinde de yer almıştır.

Allah inancı insanda doğuştan varolan bir özelliktir. Kur’ân-ı Kerîm’de
yaratılış anında varolan bu duygu “fıtrat” kavramı ile ifade edilir (er-Rûm
30/84). Her insan bu yetenekle donatılmış bir vaziyette dünyaya gelmektedir.
Bu durumda insanın inanması, yaratılışında varolan bu özelliğin ortaya
çıkarılmasından ibarettir. Bir hadiste her doğan insanın bu fıtrat üzerine
doğduğu ancak ailesinin müdahalesiyle yahudi, hıristiyan veya Mecusî
olmaya yöneltildiği bildirilmektedir (Buhârî, “Cenâiz”, 80, 93; Müslim,
“Kader”, 22). Ancak insan çeşitli iç ve dış etkenler nedeniyle bu yeteneğini
zaman içinde kaybederek inanç ekseninden uzaklaşabilmektedir. Birçok
âyette insanın yaratılışında varolan Allah’a yönelme duygusu üzerinde
durulmakta, bu nedenle insanın inanmaya yatkın olduğu söylenmektedir.

Nitekim çaresizlik anında inanmayanlar dahil herkesin Allah’a sığınıp
O’ndan yardım dilemesi bu eğilimin bir göstergesidir (bk. el-En’âm 6/63-64;
en-Neml 27/62). Bundan dolayı yüzyıllar boyunca bütün toplumlarda Allah
adı yüceltilmiştir. Allah’ı reddetmek anlamına gelen inkâr ise aslında
toplumsal sağduyuya aykırı bir durum olup, Kur’an’da; inat, kibir, zulm,
zorbalık, nankörlük ve saptırıcı dış etkenlerin tesiri altında kalmak gibi
faktörlere bağlanmıştır (el-En’âm 6/33; Hûd 11/59; en-Neml 31/32).

Allah’IN VARLIĞINI KANITLAYAN DELİLLER

İlk dönemden itibaren fetihlerle birlikte genişleyen İslam coğrafyası çeşitli
inkârcı akımlarla karşılaşmıştır. Bunun sonucunda müslümanlar Allah’ın
varlığını ve buna bağlı inanç esaslarını ispatlamak durumunda kalmışlardır.
Bu faaliyetin diğer bir nedeni ise insanların inançlarını temellendirme ve
başkalarına açıklama ihtiyacı duymalarıdır. Allah zatı gereği akılla idrak
edilemeyen bir varlık olsa da bu husus O’nu her türlü bilgi alanının dışına
çıkarmayı gerektirmez. Akla inanç sahasında tam bir yetkinlik tanıyarak
imanı salt bir bilgi düzeyine indirgemek yanlış olduğu gibi, aklın kullanımını
sadece fizik alanla sınırlamak da doğru değildir. Özellikle bu ikinci tavır,
inancın işlevini kısıtladığı gibi metodolojik olarak da bizleri dar bir pozitivist
anlayışa götürür. Kur’an sürekli olarak görünür âlem üzerinde gözleme dayalı
bir düşünme yöntemi önermekte ve bunu imanın bir gereği olarak
göstermektedir.

 “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı? Onu nasıl bina ettik, nasıl donattık!
Onda hiçbir düzensizlik ve eksiklik yoktur” (Kaf 50/6).
“O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her
türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor.
Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren)
deliller vardır” (er-Ra‘d 13/3).

“Allah o su ile size; ekin, zeytin, hurma ağaçları, üzümler ve her türlü
meyvelerden bitirir. Elbette bunda düşünen bir kavim için bir ibret vardır”
(en-Nahl 16/11).

İslam’da Allah’ın varlığını ispatlamak için yapılan tüm faaliyetlere “isbâtı
vâcip” denir. İslam âlimleri isbât-i vâcib’in gerekliliğini imanda taklitten
tahkike yükselme, yani körü körüne bağlanmaktan bilinç seviyesine
yükselme ihtiyacı ile açıklarlar. Ayrıca iman konusunda zihne gelebilecek
şüpheleri gidermek için de buna gereksinim duyulduğunun altını çizerler. Öte
yandan insanların Allah’ın varlığının ispatına duydukları ihtiyaç,
karakterlerine ve yetişme tarzlarına göre değişir. İnanmak için herhangi bir
delile ihtiyaç duymayan insanlar yanında bu konuda mucize gibi olağanüstü
hadiselere ya da güçlü aklî delillere ihtiyaç duyanlar da vardır.

Kur’an-ı Kerîm’de Allah’ın varlığından çok birliğine vurgu
yapılmaktadır. Bunun sebebi, insanların yaratıcı gücü inkâr etmelerinin
zorluğuna karşın ona ortak koşmaya (şirk) yönelik gösterdikleri eğilimdir.
Kur’anın geldiği toplumun çoktanrılı yapısı düşünüldüğünde bu hususun
anlaşılması kolaylaşır. Cahiliyye Arapları Allah’a inanmakla birlikte ona
ulaşmak için putları aracı kılıyorlar ve onlara bazı üstün özellikler vererek
Allah’a şirk koşuyorlardı. Kur’an bu durumu açıkça şöyle ifade etmektedir.
“İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp da başka dostlar
edinenler, “Biz onlara sadece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye
ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılığa düştükleri şeyler
konusunda aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nankör
olanları doğru yola iletmez” (ez-Zümer 39/3).

Kuran’da çoğunlukla, âlemin yaratılmışlığını ve düzenli işleyişini öne
çıkaran bir ispat yöntemi göze çarpmaktadır. Her ne kadar öncüllere dayalı
bir sistem içinde verilmese de tabiattan hareket eden (kozmolojik) ve
varlıklardaki gayeliliği vurgulayan (teleolojik) delilleri Kur’an’da bulmak
mümkündür. Böylece kendiliğinden meydana gelmesi imkânsız olan evrenin
ve onun varlıkları arasındaki uyum Allah’ın varlığına delil kılınmaktadır.

Kur’an’da “âfâk ve enfüs” olarak ifade edilen, dış ve iç âlemin varlıkları
arasında görülen düzen, ahenk ve güzellik yüce bir yaratıcının varlığına en
açık delil olarak sunulmaktadır. (Fussilet 41/53) Ayetlerde belirli bir ölçü ve
plan içerisinde yaratılan varlıklar, kendisi hakkında bilgi vermek için değil,
Allah’ı gösteren bir işaret (âyet) olarak ele alınmıştır. Böylece Allah’ın
varlığı, evreni ve içindeki varlıkları açıklayabilmenin kaçınılmaz şartı haline
getirilmiştir. Nitekim bir yerde, gökler ve yer dururken Allah hakkında şüphe
edilmesi, anlaşılmaz ve tuhaf bir durum olarak görülmüştür. (İbrahim 14/10).
Kur’an’da Allah’ın varlığına götüren akıl yürütme metodu hakkında bazı
müşahhas örnekler de bulunmaktadır. Meselâ; Hz. İbrahim’in sırasıyla yıldız,
ay ve güneşin ulûhiyyet ihtimalini bunların kayboluşlarından dolayı devre
dışı bırakarak bunların ötesinde ve tüm bunları yaratan bir yüce varlığa iman
edilmesi gerektiği sonucunu çıkarması bunlardan biridir:

“İşte böylece İbrahim’e göklerdeki ve yerdeki hükümranlığı ve nizamı
gösteriyorduk ki kesin ilme erenlerden olsun. Üzerine gece karanlığı basınca,
bir yıldız gördü. “İşte Rabbim!” dedi. Yıldız batınca da, “Ben öyle batanları
sevmem” dedi. Ay’ı doğarken görünce de, “İşte Rabbim!” dedi. Ay da
batınca, “Andolsun ki, Rabbim bana doğru yolu göstermezse, mutlaka ben de
sapıklardan olurum” dedi. Güneşi doğarken görünce de, “İşte benim Rabbim!
Bu daha büyük” dedi. O da batınca (kavmine dönüp), “Ey kavmim! Ben sizin
Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım” dedi. “Ben, hakka yönelen birisi
olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratana döndürdüm. Ben, Allah’a ortak
koşanlardan değilim” (el-En‘âm 6/76-80).

İslâm âlimleri Allah’ın varlığını genelde kozmolojik ve teleolojik delillere
dayalı bir yöntem içinde ispatlamaya çalışmışlardır. Bu amaçla âlimler
arasında hudûs, imkân ve gaye ve nizam delilleri şöhret bulmuştur. Bu
delillere modern dönemde ortaya çıkan dinî tecrübe ve ahlâk delillerini de
ilave etmek mümkündür.