İtikada konu olan şeyler iman esaslarıdır. Allah’a, meleklerine, peygamberlerine,
kitaplarına ve âhiret gününe inanmak bu esaslardandır. Kur'ânı
Kerîm'de, inanç esasına konu olan değerler tek tek sayılmıştır. Bu
âyetlerden bazıları şunlardır:
"Gerçek iyilik, yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz değildir. Asıl
iyi olan, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanan
kimsenin yaptığıdır" (el-Bakara 2/177).
"Ey İnananlar! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve
daha önce indirdiği kitaba inanın. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını,
peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr ederse, şüphesiz gerçek bir sapıklığa
düşmüştür" (en-Nisâ 4/136).
Burada dikkat edilmesi gereken konu, âyetin hemen başında zikredilen
"Allah'a, peygamberine ve peygamberine indirdiği kitaba inanın" ifadesidir.
Zikredilen iki ayette de iman esasları halk arasında "amentü" diye bilinen
Allah, melek, kitap, peygamber ve âhiret inancını ortaya koymaktadır. Bu
anlayış muhtemelen Cibril hadisinden esinlenmektedir (Buhârî, “İman”, 37;
Müslim, “İman”, 1-7) Toplumumuzda da bu sebepten olsa gerektir ki imana
konu olan hususlar bu çerçevede öğretilmektedir ve sanki inanca konu olan
başka değer yokmuş gibi bir anlayışı beraberinde getirmektedir. Halbuki
yukarda da belirttiğimiz gibi inanç esasları, Kur’ân’ın tamamını kapsar.
Ayette ifadesini bulan konu da budur, yani Allah'a, Peygamberine ve
Peygamberine indirilen kitaba iman edilmesi istenmekte ve emredilmektedir.
Akidemizin "hiçbir şüphe kabul etmeyen kesin inanç esasları" ayette bu
şekilde ifadesini bulmaktadır.
İnanç esaslarının çıkarıldığı kaynak, Kur’ân’ın ve Hz. Peygamber’in
varlığı kesin olan hadisleridir. Yani hem ortaya çıkışında hem de ne anlama
geldiğinde hiçbir kuşkunun bulunmadığı âyet ve hadisler inanç esasının çıkış
yeri ve temel kaynaklarıdır. İnanç esasları bu kaynaklardan tespit edilir.
Başka bir ifadeyle inanca konu olan hükümler, Kur'ân ve Hz. Peygamber'in
tevatür derecesine ulaşmış hadislerinin tamamından ibarettir. Kur’ân’da
zikredilen her şey bir bakıma inanç esasıdır. İnanılması, tasdik edilmesi,
doğruluğundan hiç şüphe etmeden gönülden bağlanılması gereken bir inanç
esasıdır. Bu sebeple, dinî hükümlerin hepsi bir bakıma inanç esasıdır.
Gıybetin, koğuculuğun, yalancılığın kötü olduğunu inanmak Kur’an’da yer
almaları sebebiyle inanç esaslarıyla bağlantılı, ama bunlardan sakınmak
ahlâkî birer görevdir. Ahlâkî bir hüküm olmalarına rağmen bunları inkâr eden
İslâm’la alakasına zarar verirken buna uymayan kişi sadece ahlâksızlıkla
itham edilebilir. Bu çerçevede Kur'ân ve mütevâtir sünnette yer alan bütün
hususlar bir yönüyle inanç esası olmakta ve inanılması gerekli hale
gelmektedir.