“Yararlılık kuramı” ile bağlantılı olan ve çevreye bakışın, bilgi düzeyine göre
farklılık göstermekle birlikte herkes tarafından anlaşılıp kabul edilecek olan
en gerçekçi ve en yaygın ilkesi, çevremizdeki varlıkların bizim için birer
nimet, ihtiyaçlarımızı karşılamaya ve kendilerinden istifade etmemize
yönelik birer kaynak olduklarıdır. Hayvanlarıyla, bitkileriyle, yer üstü ve yer
altı zenginlikleriyle, toprağı, havası, suyu ve ateşiyle doğal çevre bizim bütün
ihtiyaçlarımızı karşılamaktadır. Bunların iki türüne Kur’an’da özellikle
dikkat çekildiğini söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi, çevrenin bizim maddi,
bedeni ihtiyaçlarımızı karşılayan, bize bedensel varlığımızı idame ettirebilmemiz
konusunda yararlı olan bir nimet olmasıdır. Bu hususu belirten
ayetlerden sadece birkaçı şöyledir: “Allah’ın gökte olanları da, yerde olanları
da buyruğunuz altına verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca
ihsan ettiğini görmez misiniz?...” (Lokman/31: 20). “Ey insanlar! Allah’ın
size olan nimetini anın; sizi gökten ve yerden rızıklandıran Allah’tan başka
bir yaratan var mıdır? O’ndan başka tanrı yoktur. Nasıl aldatılıp da
döndürülürsünüz?” (Fatır/35: 3).
Çevre bizim için nimettir, bizim istifademize sunulmuş, bizim buyruğumuz
altına verilmiştir ve bize hizmet etmektedir; ancak, daha önce de
değindiğimiz gibi, burada yanlış anlaşılmaması gereken bir husus vardır.
Kur’an, insana hitap ettiği için doğal olarak insanı daha fazla vurgulamakla
birlikte, yerde ve gökteki bu nimetlerin sadece insan için değil, bütün canlılar
için olduğunu da birden fazla yerde açıkça ve hatta bu nimetleri vurgulayan
bir surenin en başlarında belirtmektedir; dolayısıyla bu husus yanlış bir
eleştiri konusu yapılmaması gerektiği gibi Müslümanlar tarafından da yanlış
veya eksik anlaşılmamalıdır. Yeryüzünün nimet oluşu sadece insanlar için
değildir. Kur’an’da belirtildiği üzere, “Allah, yeri canlı yaratıklar için
meydana getirmiştir.” (Rahman/55: 10) Yeryüzündeki nimetler sadece
insanlar için değil, öteki canlılar için de nimettir ve bu asla unutulmamalıdır.
Çünkü bu husus ayette şöyle belirtilmektedir: “Yeri yaydık, oraya sabit
dağlar yerleştirdik, orada her şeyi bir ölçüye göre bitirdik. Orada sizin ve
rızık veremeyeceğiniz kimseler için geçimlikler meydana getirdik.” (Hicr/15:
19,20). Ayetlerde insanların kendilerine bahşedilen nimetleri yalanlayamayacağına
ısrarla dikkat çekilir: “Orada meyveler, salkımlı hurma
ağaçları, kabuklu taneler, güzel kokulu otlar vardır. Ey insanlar ve cinler!
Öyleyken, Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız? …. Öyleyken,
Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?” (Rahman/55: 11-77)
Nimet ilkesinin uygulama alanında öncelikle Müslümanlardan istediği ve
sonra da tüm insanlar için öngördüğü hususlardan biri onu kirletmemek,
temiz tutmak, bir diğeri de onu israf etmemektir. Büyük veya küçük çapta
toprak, hava, su, sokaklar ve caddeler ve benzeri alanlarda herhangi bir çevre
kirliliğine neden olmamak, çevre temizliği konusunda çok duyarlı ve titiz
olmak, İslâmın Müslümanlardan istediği en temel şartlardandır. Müslüman,
çevre kirliliğinden zihin ve gönül kirliliğine kadar her türlü kirliliğe karşı
olmak ve temizlikten yana olmak zorundadır. Yeryüzü ve oradaki nimetler
Allah’ın yarattığı doğal ve asli hallerinde korundukları ve kirletilmedikleri
zaman tertemizdirler. Bu hususta bir ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Sizin
için yeri durak, göğü bina eden, size şekil verip de, şeklinizi güzel yapan, sizi
temiz şeylerle rızıklandıran Allah’tır.” (Mü’min/40: 64) Kirletmeyip temiz
tutmak ayetlerde emir olarak da geçmektedir. Bunlardan biri elbise
temizliğini emretmektedir: “Giydiklerini temiz tut. Kötü şeyleri terke devam
et.” (Müddessir/74: 4,5)
Bir başkası, yiyecek temizliğini emretmektedir: “Ey
Peygamberler! Temiz şeylerden yiyin, yararlı iş işleyin; doğrusu Ben,
yaptığınızı bilirim.” (Mü’minun/23: 51) Bir başkası da mabet ve ev gibi
mekan temizliğini emretmektedir: “Kabe’yi, insanlar için toplanma ve güven
yeri kılmıştık. İbrahim’in makamını namaz yeri edinin, dedik. Evimi ziyaret
edenler, kendini ibadete verenler, rüku ve secde edenler için temiz tutun diye
İbrahim ve İsmail’e ahd verdik.” (Bakara/2: 125)
En önemli nimetlerin başında suyun geldiği aşikardır. En tehlikeli çevre
felaketlerinin başında da susuzluğun geleceği Kur’an’ın da belirttiği bir
gerçektir:
“De ki: Suyunuz yere batarsa, söyleyin, size kim temiz bir su
kaynağı getirebilir?” (Mülk/67: 30) Su, sadece dünyalıların değil, Cennet
ehlinin bile en önemli nimetleri arasında sayılmaktadır: “Onlar, dikensiz sedir
ağaçları, salkımları sarkmış muz ağaçları, uzamış gölge altında, çağlayarak
akan sular kenarlarında; bitip tükenmeyen ve yasak da edilmeyen bol
meyveler arasında; yüksek döşekler üzerindedirler.” (Vakıa/56: 28-34) Su,
hem canlıların kendisinden yaratıldığı temel hayat kaynağı hem de kirliliğin
neredeyse tek ilacı olduğu için, su nimetinin korunması ve kirletilmemesi,
çevre ahlâkının üzerinde en fazla durması gereken doğal kaynakların başında
gelir. Atalarımız, su yollarının yapımı ve su kaynaklarının temizliğinin
muhafazası için çok titiz önlemler almışlardır. Örneğin Osmanlılarda, suyun
şehre geldiği yol güzergahına iskan yapılmaması, mezbele dökülmemesi,
bağ-bahçe ve ağaç dikilmemesi, sığır ve davar salınmaması gibi hususlar
temel bir prensip idi (Öztürk, 2008).
Su olsun veya başka bir nimet olsun, nimette aslolan, onun kadrini,
kıymetini bilmek, onu gereksiz yere kullanmamak, israf etmemektir. Çevre
sorunlarının pek çoğu israfla bağlantılıdır; ve bu sorunların çözümüne
katkıda yapılabilecek en öncelikli ve en kolay şeylerden biri, israftan
kaçınmak ve tasarruf anlayışımızı sadece kendi ekonomimiz açısından değil
çevre açısından da geliştirmektir. İsraf, İslâm ahlâkının yerdiği, tasarruf da
övdüğü, teşvik ettiği bir davranıştır. Bunlar İslâm çevre ahlâkının her zaman
ve her yerde uyulması gereken en geçerli kurallarındandır. Ayette belirtildiği
üzere, "Onlar, sarfettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında
orta bir yol tutarlar." (Furkan 25/67) Kur’an, orta yolda davranılmayıp israfta
sınır tanınmadığında er veya geç, günümüz çevre sorunları krizinde olduğu
gibi, pişman olunacak bir halle karşılaşılacağı konusunda herkesi uyar-
maktadır: "Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz
olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın." (İsra /17: 29)
İsraf elbette hadislerde de yerilir ve su israfı konusundaki bir hadis çevre
bilincinin en mükemmel özünü vermektedir. Hz. Peygamber bir gün ashaptan
abdest almakta olan Sa’d’ın yanına varır ve “Bu israf nedir ey Sa’d?” der.
Sa’d, “Abdestte israf olur mu?” deyince Hz. Peygamber: “Evet! Akan bir
ırmağın kenarında olsan bile” buyururlar. (İbn Hanbel, Müsned, II, 221) İsraf
etmediğimiz ve kirletmeyip temiz tuttuğumuz gibi, nimet ve lütuflar
karşısında hakkıyla şükretmeli, şu ayette belirtildiği üzere nimete nankörlük
edenlerden, şükürsüzlerden olmamalıyız: “Size, geceyi dinlenesiniz diye
karanlık ve gündüzü (çalışasınız diye) aydınlık olarak yaratan Allah’tır.
Doğrusu Allah insanlara karşı lütufkardır, ama insanların çoğu şükretmezler.”
(Mü’min/40: 61) Çevrenin biyolojik varlığımız için “nimet” olması,
“yararlılık kuramı”nın ilk ilkesidir ama çevrenin bize yararı sadece biyolojik
varlığımıza katkıyla sınırlı değildir. Çevre bizim bedensel varlığımıza katkıda
bulunduğu gibi, ruhsal varoluşumuza da katkı sağlar; buna da “ayet ilkesi”
demek mümkündür.