İş hayatında, sadece zorunlu hak ve adalet kurallarına uymak ahlâki açıdan
bakıldığında yeterli sayılmaz. Çünkü hak ve adalet meseleleri ahlâken de
öncelikli olmakla birlikte, bu konular ahlâk yanında hukukun da ilgilendiği
konulardır. Bunlara riayet edilmediğinde çoğu zaman, vicdani bir kınama ve
ahlâki bir ayıplama ile karşılaşma yanında hukuki bir ceza ve yaptırımla da
karşılaşılır. Bu düzey de bir ahlâklılık düzeyidir ancak daha üstün olan ahlâki
düzey, hukuk ile ortak olan düzeyin üstündeki bir düzeydir. Gerçek
ahlâklılık, zorunluluk düzeyinin üstünde, sorumluluk, gönüllülük, fedakarlık
gibi duygu ve değerler nedeniyle yapılan üstün erdemler sayesinde kendini
gösterir. Bu bağlamdaki erdem ihsan erdemidir.
Gazali’nin de belirttiği üzere, Allah Teala hem adaletle hem de ihsanla
emretmiştir. Dindar birisinin adaletle yetinmesi, zulümden kaçınması ve fakat
ihsan kapılarını terk etmesi, bu kapılardan içeri girmemesi yakışık almaz.
Çünkü “Allah şüphesiz adaleti, iyilik yapmayı… emreder…”( Nahl/16: 90).
Bu bağlamdaki ihsan mefhumuyla o, “müşterinin yararına olan bir fiili, ona
yapılacak ikramı” kasteder. Bu bir vecibe değildir, esnafın göstereceği bir
fazilet, bir alicenaplıktır.
Esnafın asıl yükümlü olduğu şey, zulmetmeyip adil davranmaktır.
Ancak, ticaretle uğraşan bir kimse, şu altı maddeye uyarak,
adaletin üstündeki ihsan rütbesine yükselir:
1) Fahiş kardan kaçınmak,
2) Kardan fedakarlık etmek,
3) Alacakların tahsilinde müsamahakar davranmak,
4) Borcunu ödemek için, alacaklının gelmesini ve vadesinin dolmasını
beklemeden, imkanı varsa onun ayağına gidip borcunu ödemek,
5) Pazarlıktan pişman olup cayana kolaylık göstermek,
6) Fakirler için ayrı bir veresiye defteri tutarak, borçlarını ödeyemedikleri taktirde kendilerinden
alacağını istememeye niyet etmek. Gazali’ye göre geçmiş büyüklerin alış-
verişte izledikleri yöntemler bunlardır. Ama bu yol ve yöntemlerin artık izi
kalmamıştır.
Bu doğrultuda hareket etmek isteyenler, bu sünneti ihya ediyor
olacaklardır (Gazali, 1998, 186-193).
İhsan kapsamındaki alt erdemlerden biri, müsamahalı davranmak,
hoşgörülü olmaktır. İster işçi, ister işveren, ister amir, ister memur olalım, iş
ve hizmet üretiminin çeşitli basamaklarında kendi adımıza hassas ve titiz
olmaya gayret ederken, başkalarının yapabileceği bazı kusurların
olabileceğini de kabul etmeli ve iş arkadaşlarımız yahut paydaşlarımıza karşı
müsamahayı elden bırakmamalıyız. Hoşgörülü olmak ekip halinde çalışmayı
kolaylaştıracak, iş ortamında stres ve gerilimi azaltacak, sinerjiyi ve
dolayısıyla verimliliği artıracaktır. Peygamberimiz bir hadisi şerifinde,
“Sattığında, satın aldığında ve hakkını talep ettiğinde müsamahakar davranan
kişiye Allah merhamet etsin” (Buhari, 2008, 531) buyurmuşlardır.
İş hayatının yeni girişimcilikler, yatırımlar ve cesaretle risk almalar gibi pek çok
konusunda dikkate alınmasında yarar olabilecek erdemlerden biri de, cesur
davranmakla birlikte belli bir sınırın ötesinde ölçülülüğü aşmamak, makul bir
itidal düzeyini korumaktır. İtidalli olmak ve israf etmemek konusundaki şu
ve benzeri ayetler, hayatın her alanında olduğu gibi iş hayatında da her zaman
göz önünde bulundurulmalıdır: “Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler,
ne de kısarlar. (Onların bu konudaki tutumu) ikisi arasında orta bir yoldur.”
(Furkan/25: 67)
O halde, İslâm iş ahlâkının temel erdemleri veya genel esasları, her
şeyden önce iyi bir niyete, temiz bir amaca sahip olmak; çalışmayı nafile
ibadet, çalışkanlığı yararlı bir fazilet saymak; iş hayatının hiçbir aşamasında
en küçük bir haksızlığa ve hilekarlığa, adaletsizliğe ve aldatmaya, zulme ve
baskıya, kısacası kazancı harama ve uhrevi anlamda zarara dönüştürecek
eyleme tenezzül ve teşebbüs etmemek; bunlarla da yetinmeyerek, kazancının
makul miktarlarını kamu yararına işler için ihsanda bulunarak toplumsal,
dini ve ahlâki sorumluluklarını da tam anlamıyla yerine getirmek olarak
özetlenebilir. İş hayatının en önemli kesimlerinden ikisi, işverenler ve
işçilerdir. Dolayısıyla, bu iki kesimin sahip olması gereken ahlâki özelliklere
biraz daha yakından bakmakta yarar vardır.