Anne ve baba tarafından kan bağıyla bağlı olduğumuz yakınlarımıza “akraba”
denir. Baba tarafından amcalar, halalar ve çocukları; anne tarafından da
teyze ve dayılarla onların çocukları en yakın akrabalarımızdır. Sonra dedemiz
ve ninelerimizin yakınları ile bu halka genişler.
Akrabalarımızı ziyaret edip, hal ve hatırlarını sormak, onları sevip
saymak da ahlâkî görevlerimizdendir. Muhtaç durumda iseler, zekât ve
yardımlarımıza da öncelikle lâyık olanlar onlardır.
Sevinçli ve üzüntülü günlerimizde akrabalarımızı da yanımızda görmek
isteriz. Sevincimizin onlarla arttığını, üzüntümüzün ise azaldığını hissederiz.
Akrabalarımızla olan ilişki, İslâm dinî literatüründe “sıla-i rahim”
kavramı ile ifade edilir. Sıla-i rahim, kısaca “akrabalık bağı” demektir. Geniş
anlamda ise, akrabaya saygı göstermek, onları ziyaret ederek hallerini
sormak, zaman zaman telefon açmak, gerekirse yardımlarına koşmak
suretiyle aralarındaki bağın güçlenmesini sağlamaktır.
Akrabalarımızın büyükleri bizim de büyüklerimiz, küçükleri bizim de
küçüklerimizdir. Onları ailemizin birer bireyi gibi sevmek ve saygı
göstermek görevimizdir. Kendi öz büyüklerimiz olmadığında veya vefat
ettiklerinde, bize yardımcı olup yol gösterecek olanlar, akrabalarımızdır. Bu
nedenle Peygamberimiz, teyzeyi anne; amca ve dayıyı da baba yerinde
görmüş, onlara ona göre değer vermemizi istemiştir. (Buhârî, “Sulh”, 6;
Müslim, “Zekât”, 11; Tirmizî, “Birr”, 7)
Dinimiz akrabalık bağına ve bu bağın güçlendirilmesine o kadar önem
vermiştir ki, Hz. Peygamber bir hadîsinde, akrabalık bağlarını koparan,
akrabalarıyla olan ilişkilerini tamamen kesen kimsenin cennete
giremeyeceğini ifade etmiştir. (Müslim, “Birr”, 17, 18)
Başka bir hadîsinde Peygamberimiz: “Allah’a ve ahiret gününe inanan
kimse, misafirine ikramda bulunsun. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse,
akrabasını görüp gözetsin. Allah’a ve ahiret gününe inanan kimse, ya hayır
söylesin ya da sussun.” buyurmuştur. (Buhârî, “Edeb”, 31; Müslim, “İman”,
74, 75; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 122, 123)
Hz. Peygamber’in koyduğu bu ilkelere uyulduğu takdirde,
akrabalarımızla olan ilişkilerimiz güçlenecek, bu sayede de toplumda
yalnızlığa itilen çağdaş insan, kendini daha güçlü hissedecektir.
Ancak, akrabalar arasındaki kutsal bağın, birtakım çıkar ve menfaatlerle
zedelenmemesine dikkat etmeli, zaman zaman ortaya çıkabilecek kırgınlıkların
uzun süre devam etmesine izin vermemelidir. Nişan ve düğünler,
özellikle de bayramlar, kırgınlıkların giderilmesi için bir fırsat olarak
görülmelidir. Böyle zamanlarda akrabalık bağını yeniden kurmak için ilk
adımı atan kişi, dinen ve ahlâken takdir edilecek bir iş yapmıştır.