İslâm ahlâkı, toplumda kardeşlik duygusunun yaygınlaşmasını önemser. Kardeşliğin
yaygınlaşmasıyla, toplumda insan ilişkileri daha sıcak ve samimi bir
nitelik kazanır, birlik ve beraberlik ruhu gelişir, problemler daha kolay
çözülür. Çünkü kardeşlik sayesinde, insanlar birbirini bir ailenin bireyleri
gibi hissederler. Birbirinin derdi ile ilgilenip sıkıntılarını beraber çözmeye
çalışırlar.
Burada ise ifade etmeye çalıştığımız kan kardeşliği değil; “din kardeşliği, İslâm kardeşliği”dir.
Bir de insan olmanın gerektirdiği “kardeşlik” vardır ki o daha evrensel bir yaklaşımdır.
Onda bütün insanlık “kardeş” olarak kabul edilir. O, salt insan olmanın
gerektirdiği, insanî değerleri ve insan haklarını öne çıkaran bir düşüncedir.
Kur’an-ı Kerîm’in “Ey Âdemoğulları!” hitabı, Hz. Peygamber’in de veda
hutbesinde; “Ey insanlar! Hepiniz kardeşsiniz. Hepiniz Âdem’in oğullarısınız.
Âdem ise topraktandır” ifadeleri, o kardeşliğe işaret eder.
İslâm kardeşliği, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in daha özel vurgu yaptığı
ve üzerinde ısrarla durduğu “inanç kardeşliği”dir. Bu, Müslümanın derdi ile
dertlenmeyi, sorunları beraber çözmeyi gerektirir. Bu kardeşliğin temeli
Mekke’de atıldı, Medine’de gelişti ve kurumsallaştı. Mekke’de Müslümanlar,
Hz. Peygamber’in oluşturduğu bu kardeşlik ruhu ile birbirine kenetlendi.
Sıkıntılara, işkencelere ve boykotlara bu duyguyla göğüs gerdi. Medîne’de de
Hz. Peygamber, inancı uğruna evini-barkını, her şeyini terk edip gelmiş
Mekke’li muhacirlerle, onlara gönüllerini açarak maddî-manevî destek olan
Medîne’li ensar arasında “kardeşlik” ilan etmiş, inançlı göçmen ailelerle yerli
aileleri bizzat kardeş yapmış, imkânlarını paylaşmalarını istemişti. Bu,
insanlığın gördüğü en güzel ve örnek “kardeşlik” olmuştur. Bu kardeşlik
sayesinde İslâm ve Müslümanlar Medîne’de kısa zamanda güçlenmiş ve hızla
yayılma imkânı bulmuştur.
Kur’an-ı Kerîm o topluma, önceki hayatlarını da hatırlatarak, İslâm
kardeşliğinin neler kazandırdığını şöyle ifade eder:
“Hep birlikte Allah’ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.
Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler
idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş
kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun kenarında iken, oradan da
sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.”
(Âl-i İmran/3:
)
İslâm, insanlar arasındaki kan bağını önemsemekle beraber, üstünlüğü
takvâya, gönül birliğine ve din kardeşliğine vermiştir.
Kendisi için istediğini, mü’min kardeşi için de istemek, kendisi için
istemediği bir şeyi, mü’min kardeşi için de istememek, bu kardeşliğin
gereğidir.
Hz. Peygamber, Müslümanları bir bedene benzetir. Onların birbirini
sevmesini, birbirine merhamet etmesini, birbirini korumasını ister. Bedenin
bir organı hastalandığı zaman, diğer organların da bu rahatsızlığı duyması, bu
yüzden uyumaması, bütün bedenin ateşlenmesi gibi, Müslümanların da
birbirinin derdi ile dertlenmesi gerektiğini ifade eder. (Buhârî, “Edeb”, 27;
Müslim, “Birr”, 66) Din kardeşlerinin birbirine kin tutmasını, haset etmesini,
sırt çevirmesini ve birbiriyle ilişkiyi kesmesini uygun görmez.
Bu yaklaşımda, bir Müslümanın, din kardeşiyle üç günden fazla küs
durması doğru değildir. (Buhârî, “Edeb”, 57) Yine bir din kardeşini
küçümseyip hor görmek, bir mü’min için günah olarak yeter. (Müslim,
“Birr”, 32) Hatta hadislerde bir mü’minin, kardeşini kaldırıp yerine kendisinin
oturması bile nezaketten uzak, çirkin bir davranış olarak görülür.
(Buhârî, “Cuma”, 2)
Kur’an-ı Kerîm’de Hucurât sûresinde bir bakıma İslâm kardeşliğinin
ilkeleri özet olarak ortaya konur. İnananlardan bu ilkelere uymaları istenir:
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve
Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurât/49: 10) Bu ayetin hemen
devamında, inananlara, kardeşliğe leke getirecek ve kardeşlerin arasını
açacak davranışlardan kaçınmaları emredilir. Birinin, mü’min kardeşiyle alay
etmesi, onun kusurunu araştırması, onu hoşlanmayacağı kötü lakapla
çağırması, ona yapılmış bir haksızlık ve zulüm olarak görülür. Yine onun
hakkında kötü zanda bulunmak, onun sırlarını araştırmak ve onu arkadan
çekiştirmek, insanın ölü kardeşinin etini yemesi kadar çirkin davranışlar
olarak değerlendirilir. (Hucurât/49: 11-12)
Bu ilkeler ışığında, kardeşlik bağları güçlü olan toplumlar, Hz.
Peygamber’in bir hadîsinde ifade edildiği gibi, bir binanın tuğlaları gibi
birbirine kenetlenmiş, muhkem ve güçlü olurlar. Böyle toplumlar, bir bakıma
huzur ve mutluluklarını, ayrıca geleceklerini garanti altına almışlar demektir.