İnsan ilişkileri sevgi ve saygı temeli üzerine kurulur. Bir toplumun büyükleri,
o toplumun temel direği ve hafızasıdır. Bilgi birikimi, örnek davranışları ve
hayat tecrübeleri ile büyükler, her zaman saygıya lâyıktırlar. Küçükler onlar
sayesinde, onlardan edindikleri bilgilerle adımlarını daha sağlam atar, geleceğe
daha güvenle bakarlar.
Yaşlılık dönemi, insanın hayatının son halkası, dünyaya ilgisinin azaldığı,
bedenen zayıf düşmeye başladığı, bu nedenle ilgi ve saygıya ihtiyaç hissettiği
bir dönemdir. Yaşlılardan bu ilgi ve saygıyı esirgemek, onların moral
dünyasının zayıflamasına, daha çabuk yıpranmalarına neden olur.
Büyüklere gerektiğinde yer vermek, onların huzurunda kemâl-i edeple
oturmak, sohbetlerini dinleyip, bilgilerinden ve hayat tecrübelerinden yararlanmak,
onların olgun kişiliklerini ve güzel davranışlarını örnek almak,
İslâmî edep ve ahlâkın gereğidir.
Çocukluk dönemi de yine insanın ilgi ve sevgiye en fazla muhtaç olduğu
dönemdir. Gerçekte sevgi ve şefkat, çocukların en önemli gıdasıdır. Bu gıdayı
onlardan esirgemek, onlara yapılacak en büyük kötülüklerdendir. Onların
yüreği sevgi ve şefkat mayası ile yoğrulduğu takdirde, büyüdüklerinde bu
duygu onların bütün ilişkilerine de yansır. Sevgiyle büyüyen bir çocuk kolay
kolay suç işleyemez, başkasına zarar veremez.
Büyükler, çocuklarına sevgilerini esirgemedikleri takdirde, onlara
verdikleri sevgi, bir bakıma, kendileri sevgi ve saygıya ihtiyaç hissettikleri
dönemde geri döner. Elbette büyükler bu sevgiyi, karşılığını almak için
vermezler.
Hele anne-babanın çocuğa olan sevgisi, doğal bir sevgidir. O,
başkasının zoruyla değil, gönülden ve gönüllü olarak verilir. “Vermek” insana
haz veren bir şeydir. Vermek, büyüklüğün ve üstünlüğün ifadesidir. “Veren
el, alan elden üstündür.” Bu, maddî anlamda böyle olmakla beraber,
Nasîruddin Tûsî’nin dediği gibi, sevgi konusunda da böyledir. Biz sevgi ile
birine yüreğimizden bir şey veriyoruz demektir. İşte büyüklerin yürekten,
gönüllü olarak verdikleri sevgi, yaşlılık döneminde “saygı” şeklinde onlara
geri döner. Aslında saygı da “sevgi” demektir. “Büyüklere karşı olan
sevginin adı, saygıdır.” denilebilir.
Peygamberimiz, gençlik döneminde büyüklere gösterilen saygının karşılıksız
kalmayacağını, onun, yaşlılık döneminde Allah’ın bir mükâfatı olarak
geri döneceğini şu hadîsi ile dile getirir: “Herhangi bir genç, yaşından dolayı
bir ihtiyara saygı gösterirse, Allah da ona yaşlandığında saygı gösterip hizmet
edecek kimseler yaratır.” (Tirmizî, “el-Birr ve’s-Sıla”, 75)
Her yönüyle ümmetine örnek olan Hz. Peygamber, çocuklara sevgi ve
şefkatle yaklaşmış, onlarla yakından ilgilenmiş, her fırsatta onlara karşı olan
ilgi ve sevgisini göstermiş, “Kimin çocuğu varsa, onunla çocuklaşsın.”
buyurmuştur. Bir defasında torunu Hz. Hasan’ı kucağına alıp sevdiğini gören
Akra b. Hâbis; “Siz çocukları öper misiniz? Benim on çocuğum var,
hiçbirisini öpmedim.” deyince, Hz. Peygamber; “Merhamet etmeyene merhamet
olunmaz.” buyurmuştur. (Buhârî, “Edeb”, 18)
Büyüklere saygı, küçüklere sevgi, toplumu birbirine kaynaştıran en
önemli toplumsal değerlerimizden biridir. Hz. Peygamber büyüklere saygıyı
küçüklere sevgi ile birlikte zikrederek, bunların birbirinden ayrılmaz ve
birbirini tamamlayan iki ilke olduğunu ifade etmek istemiş, bu iki ilkeye
dikkat etmeyen kimselere ağır ithamda bulunmuştur: “Küçüklerimize şefkat
ve merhamet etmeyen, büyüklerimize de saygı göstermeyen bizden değildir.”
(Müsned, II, 185)
Mekke’nin fethinde Hz. Ebû Bekir, yüz yaşına yaklaşmış olan babası Ebû
Kuhâfe’yi Hz. Peygamber’in huzuruna götürür. Hz. Peygamber, “Yaşlı
babanı buraya kadar yormasaydın. Ben onu ziyarete gelirdim.” der. Buna
karşılık Hz. Ebû Bekir, “Onun size gelmesi daha uygundur.” şeklinde cevap
verir. Hz. Peygamber’in yaşlı Ebû Kuhâfe’ye karşı bu nazik davranışı, dostu
Hz. Ebû Bekir’e karşı iltifatının yanında, büyüklere gösterdiği ilginin ve
saygının ifadesidir.