Toplumsal Ahlâk İlkeleri - Başkalarıyla İyi Geçinmek

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11656
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Kendi dışımızdaki herkes “başkası” olarak adlandırılabilir. Başta annemiz ve
babamız, kardeşlerimiz, büyüklerimiz olmak üzere bütün aile yakınlarımız,
komşularımız ve arkadaşlarımız herkesle iyi geçinmek, karşılıklı sevgi, saygı
ve anlayış içinde olmak ve onlarla iyi ilişkiler kurmak, dinî ve ahlâkî
görevlerimizdendir. Bu, toplumsal huzur ve mutluluğun temel şartıdır.
Başkalarıyla iyi geçinemeyen birinin huzurlu ve mutlu olabileceğini
söylemek mümkün değildir.

Başkalarıyla iyi ilişkiler kurmanın ilk şartı, insanlara sevgi ve hoşgörü ile
davranmaktır. Herkesin düşüncesine saygıyla yaklaşmak, insanî büyük bir
erdemdir. Bizim düşüncemiz nasıl değerli ve önemli ise başkalarının dü-
şünceleri de o kadar değerli ve önemlidir. Bu nedenle, kimsenin düşüncesi
basite alınıp küçümsenemez. Dolayısıyla karşılıklı sevgi ve saygı, iyi geçinmenin
temel kuralıdır.

Sahip olduğumuz Allah inancı ve sevgisi de, bize insanları sevmeyi,
onlarla iyi geçinmeyi, kimseyi hor görmemeyi gerektirir. Yunus Emre’nin
dediği gibi; “Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü.”

İnsanları olduğu gibi kabul edebilmek, bir erdemdir. Herkesin mükemmel
olmasını bekleyemeyiz. Acaba kendimiz ne kadar mükemmeliz? İnsanların
kötü ve eksik taraflarını araştırmak, ilişkilere leke getirir, iyi geçinmeye engel
teşkil eder. Mevlânâ’nın dediği gibi; “Ayıpsız dost arayan, dostsuz kalır.”
Herkes sevgi ve saygıya, iyi davranılmaya en az bizim kadar lâyıktır. Biz,
nasıl kendimize iyi davranılmasını istiyorsak, başkaları da bizden aynı şeyi
bekler. Hz. Peygamber; “Herhangi biriniz kendisi için istediğini, mü’min
kardeşi için de istemedikçe gerçek mü’min olamaz.” (Buhârî, “İman”,7)
buyurmuştur.

“Müslüman” kavram olarak bile, huzur ve barış içinde olma, insanlarla iyi
geçinme anlamına gelir. Çünkü “İslâm” kavramının kökü olan “silm”, huzur,
barış, esenlik ve güvenlik demektir. Müslüman ise, huzur ve barış içinde,
güvenilir olan kimsedir. Doğal olarak böyle bir kimsenin “geçimli” olması
gerekir. Nitekim Hz. Peygamber de Müslümanı; “Başkalarıyla iyi geçinen
(ülfet eden) ve kendisiyle iyi geçinilen (ülfet edilen) kimse” olarak
tanımlamış, “insanlarlarla iyi geçinmeyen (ülfet etmeyen) ve kendisiyle iyi
geçinilemeyen (ülfet edilmeyen) kimsede hayır olmadığını” söylemiştir.
(Müsned, II, 400; V, 330) Bir başka hadîste ise, “Müslüman; elinden ve
dilinden kimsenin zarar görmediği kimse” (Buhârî, “İman”, 4) olarak
tanımlanmıştır. Peygamberimiz, daha Peygamber olmadan çevresindekiler
O’na “el-Emîn (güvenilir insan)” diyorlardı. Hz. Peygamber’in hayatı bu
yaklaşımla incelendiğinde, bu konuda güzel örneklerle karşılaşırız.

Dinimizin koyduğu kuralların temel hedeflerinden biri, insan ilişkilerini
güçlendirmek ve başkalarıyla iyi geçinmeyi temin etmektir. Selâmlaşmak,
affedici olmak, insanlara güler yüzlü davranmak başta olmak üzere,
büyükleri saymak, küçükleri sevmek, akraba ve komşu haklarını gözetmek
vb. insan ilişkilerini güçlendirmeyi amaçlayan ilkelerdir.

İçki ve kumar, hırsızlık, zina, yalan, iftira, dedikodu, kıskançlık vb.
davranışlar ise geçimsizliğin kaynağını oluşturan, insan ilişkilerini zedeleyen,
hatta bitiren kötü davranışlardır. Dinimiz bu fiilleri yasaklarken, hem insanın
haysiyetini korumak, hem de insan ilişkilerinin zarar görmemesini istemiştir.