Aile, birtakım değerler doğrultusunda kurulan ve ancak o değerlerle yaşayan
sosyal bir kurumdur. Durkheim ailenin “ahlâkî temele dayanan bir
beraberlik” olduğunu ifade eder. Ona göre “aile, aralarında kandaşlık bağları
bulunan ve karşılıklı hak ve ödevlerle birbirine bağlanan bireylerden meydana
gelen topluluktur.” Bu tanıma göre ailede kandaşlığın, yani biyolojik
bağların yeri olmakla beraber, onda esas olan, karşılıklı ödevler halinde
kendini gösteren ahlâkî bağlardır. Bu bağlar, ilkin karşılıklı anlaşma ile aileyi
kuran eşler arasında başlar, sonra ahlâk eğitimi şeklinde çocuklara da yansır.
Toplumun çekirdeği olan aile, bu anlamda adeta bir “ahlâk mektebi”dir
(Topçu, 2005, 183).
Ailenin, üzerine kurulduğu ve varlığını borçlu olduğu ahlâkî değerleri
şöyle sıralayabiliriz:
1. Karşılıklı Sevgi ve Saygı:
Sevgi ve saygı, insan ilişkilerinin mayasıdır.
İnsan, başkasını sevip saydığı, başkasına değer verdiği oranda, başkası da
onu sevip sayar ve ona değer verir. Bu, aile bireyleri için de böyledir.
Karşılıklı sevgi ve saygı olduktan sonra, ailede aşılamayacak problem
yoktur. Sevgi ve saygı, aileyi bir araya getiren ve sonra da bir arada tutan
bir zamk görevi görür.
2. Paylaşım:
Paylaşım da ailede önemli bir değerdir. Ailede eşler her şeyini
paylaşır: Sevgilerini, şefkatlerini, düşüncelerini, kararlarını, ideallerini,
sevinçlerini, üzüntülerini, imkânlarını… her şeyini paylaşırlar. Anne-baba
bütün güzel duygu ve düşüncelerini, önce birbiriyle, sonra da çocuklarıyla
paylaşır. Üstelik bu, karşılık beklemeden yapılır. Eğer bir insan, samimî
duygu ve düşüncelerini, bir başka kimse ile paylaşma, onları beraber
yaşama ihtiyacı hissetmiyor, kendi ruhunda iyi olan şeyleri, başkalarına
da aktarmak istemiyorsa, o insan, varolan bu en yüce duyguları, bencilliği
nedeniyle köreltiyor demektir.
3. Namus ve İffet:
Namus ve iffet, insanı “insan” yapan değerlerden biridir.
İnsan namus ve iffeti için yaşar. Ailede kadın da erkek de bu değerleri
koruma konusunda duyarlı davranmalıdır. Aksi halde ailenin şerefine leke
gelir ve o ailenin temeli sarsılmaya başlar. Hz. Peygamber Veda
Hutbesinde ashabına şöyle hitap ediyordu:
“Ey insanlar! Bugünleriniz nasıl kutsal günler ise, bu aylarınız nasıl
kutsal aylar ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl kutsal bir şehir ise, canlarınız,
mallarınız, namuslarınız da öyle kutsaldır. Her türlü tecâvüzden
korunmuştur.
Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan
korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah'ın emaneti olarak aldınız
ve onların namusunu kendinize Allah'ın emriyle helal kıldınız. Sizin
kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakkı vardır.
Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız; yatağınızı hiç kimseye çiğ-
netmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evlerinize
almamalarıdır. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve
âdete göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.”
4. Sorumluluk Bilinci:
Ailede karşılıklı sorumluluk bilincine sahip olmak
son derece önemlidir. Sorumluluk bilincine sahip olan insan, görevini
bilir ve yerine getirir. Şüphesiz ailede eğilimlere ve yeteneklere göre bir
görev ve rol dağılımı vardır. Sorumluluğunun bilincinde olan eşler,
ailedeki görevini karşılık beklemeden yerine getirirler.
5. Sadâkat ve Vefa:
Eşlerin birbirine sadâkatı ve vefası da ailede gözetilmesi
gereken değerlerdendir. Sadâkat ve vefa duygusu, eşlerin birbirine olan
güveninin kaynağını oluşturur.
6. Samimiyet ve İyi Niyet:
Aile, samimi ve iyi niyetle, geçinmeyi amaçlayan
bir yaklaşımla, iyi günde de, kötü günde de beraber olma düşüncesiyle
kurulur ve bu yaklaşımla devam eder. Eşler davranışlarında samimi ve iyi
niyetli oldukları sürece, geçim kolaylaşır. Ailede esas olan sürekliliktir.
“Hele bir deneyelim bakalım, anlaşabilirsek devam ederiz” yaklaşımı
samimi ve iyi niyetli bir yaklaşım değildir. Böyle bir düşünceyle aile
yuvası kurulamaz.
Nikâh, işte yukarıda belirtilen bütün bu konulara ilişkin, eşler tarafından verilen
sözdür. Nikâh bir akittir, karşılıklı sözleşmedir. Ama yazılı olmayan bir
sözleşmedir. Yaptırım gücü büyük ölçüde ahlâkî ve vicdanîdir. Bu akit ile
taraflar, ahlâken, dinen ve hukuken birbirine karşı hem sorumluluk üstlenmiş,
hem de haklarını garanti altına almışlardır. Eşler, nikâhta attıkları imza ile
şahitlerin ve yakınlarının huzurunda bu ilkelere sadık kalacaklarına dair
zımnen söz vermiş olurlar. Bu sözleşmeyi ihlâl etmeleri durumunda dinî,
ahlâkî ve hukukî sorumlulukları söz konusudur. Onlar sözlerine sâdık
kaldıkları sürece, huzur ve mutluluk da onlara eşlik eder. Nitekim bir kutsî
hadiste Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Eşler birbirine sâdık kaldıkları
sürece, onların üçüncüsü benim.” Yani ben onlarla beraberim, onların
yardımcısıyım, onların huzur ve mutluluklarını garanti ederim.
Belirttiğimiz bu çerçevede, iyi niyetle, karşılıklı sevgi, saygı ve fedakârlık
temeli üzerine kurulan evlilikte, eşler bu beraberliğin sağlıklı bir şekilde
devamı için sorumluluklarını yerine getirmeli, birbirine hoşgörü ile
davranmalı, ailenin şerefine leke getirebilecek her türlü davranıştan kaçınmalıdırlar.
Aileyi ilgilendiren önemli kararlar ortak alınmalı, ufak tefek görüş
ayrılıkları abartılarak geçimsizlik nedeni haline getirilmemelidir. Eşler
birbirine karşı samimi olmalı, birbirine güvenmeli, yersiz şüphelerle aile
bütünlüğü sarsılmamalıdır. Evlilik, ömür boyu beraber yaşama kararıdır.
Ancak hayat tekdüze değildir. Zaman zaman sıkıntılar da yaşanabilir. Bu
sıkıntılar, karşılıklı gayret ve fedakârlıklarla aşılabilir. Bazı olumsuz şartlarda
bile hayatı yaşanabilir hale getirmek eşlerin elindedir. Bir şeyi yapmanın ve
devam ettirmenin kendine göre bazı güçlükleri vardır. Yıkmak ise kolaydır.
Kur’an-ı Kerîm de prensip olarak aile hayatında iyi geçinmenin esas olduğunu
ifade eder, boşanmayı son çare olarak görür:
“Onlarla (hanımlarınızla) güzellikle geçinin. Eğer onlardan hoşlanmıyorsanız,
sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.”
(Nisâ /4: 19)
Hz. Peygamber de; “Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı iyi
davrananlarınızdır.” (Tirmizî, “Radâ”, 11; İbn Mâce, “Nikâh”, 50) buyurmuştur.