Evliliğin ve Aile Ortamının Fıtrî Bir İhtiyaç Oluşu

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11656
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Evlilik, evlenmelerine herhangi bir engel bulunmayan bir erkek ile kadının
kendi iradeleriyle, birlikte yaşamalarına imkân veren ve onlara karşılıklı bazı
hak ve sorumluluklar yükleyen bir sözleşmedir.

Evlilik her şeyden önce insanın doğal ve biyolojik bir ihtiyacıdır. Dine,
ahlâka, toplumun örf ve âdetlerine uygun olan; bu ihtiyacın, zamanı gelince
meşrû bir biçimde karşılanmasıdır.

Klâsik ahlâk kitaplarımızda insan nefsinin üç gücünden bahsedilir: Arzu
(şehvet), öfke (gadap) ve düşünme gücü.

Arzu gücü, insandaki yeme-içme arzusu ve cinsel arzunun kaynağıdır.
Bedenî varlığımızın ve neslimizin devamı bu güce bağlı arzularımız
sayesinde gerçekleşir.

Öfke gücü ise, manevî varlığımızı; kişiliğimizi, karakterimizi, değerlerimizi,
kutsal bildiğimiz şeyleri korumaya yönelik olan güçtür. Biri
dinimize, vatanımıza, namusumuza ve kutsal bildiğimiz şeylere saldırmaya
yeltendiği zaman, haklı olarak ona kızar ve uygun cevabı vererek kişiliğimizi
ve değerlerimizi koruruz.

Düşünme gücü ise, insana özgü olan ve diğer iki gücü de kontrolü altına
alması gereken güçtür. İnsan akıllı bir varlıktır ve onun aklî yeteneği bütün
kararlarında ve yapıp etmelerinde etkilidir. Bundan dolayı biz arzularımızı ne
zaman, nerede, nasıl ve ne kadar yerine getireceğimize, ortada kızmamız
gereken bir durum varsa; kime ne zaman, ne kadar ve nasıl kızacağımıza
aklımız ile karar veririz. Bir hadîs-i şerifte ifade edildiği gibi, asıl güçlü
insan, öfkelendiğinde kendine hâkim olabilendir. (Buhârî, “Edeb”, 76;
Müslim, “Birr”, 107, 108) Bundan dolayı, aklımızı arzularımızın ve
öfkelerimizin önünde tutabiliyorsak, ahlâkî anlamda dengeyi yakalayabilmişiz
demektir. Aksi halde, ahlâkî birtakım problemleri yaşamamız
kaçınılmaz olur.

Bu dengeyi yakalayabilmek, kuracağımız aile yuvasında, bu yuvanın
sağlıklı bir şekilde devamında, hatta hayatımız boyunca bütün ilişkilerimizde
son derece önemlidir. Allahu Teala insanı insan neslinin devamı için bazı
biyolojik donanımlara sahip olarak yaratmıştır. Bunların en önemlilerinden
birisi de karşı cinse karşı duyulan arzudur. Ancak, nasıl yemenin-içmenin
bile birtakım sınırları ve kuralları varsa, bu sınır ve kurallara uyulmadığı
takdirde, bazı problemlerinin yaşanması kaçınılmaz ise, insanın cinsel
hayatını yaşamasının da birtakım sınırları ve şartları vardır. Bu sınırlara ve
şartlara uyulmadığı takdirde, ahlâkî ve toplumsal bazı problemlerin
yaşanması kaçınılmaz olur.

Dinimize göre insan cinsel hayatını ancak evlilik kurumu içerisinde
yaşayabilir. Hem insanın cinsel manada tabii ihtiyaçlarını karşılayabilmesi,
hem de neslini devam ettirebilmesinin meşru zemini, evlilik yoluyla kurulan
aile hayatıdır. Bunun için dinimizde evlilik insanın tabii bir ihtiyacı olarak
görülmüştür. Kur'an-ı Kerim'de Müslümanların evliliği kolaylaştırması
tavsiye edilir. Şöyle ki:

“Aranızdaki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları
evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir.
Allah (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.” (Nûr/24: 32) buyrulur.
Gerçekte, evlendiklerinde pek maddî varlığı olmayan birçok çiftin, birkaç yıl
sonra maddî anlamda rahatladıklarını görürüz. Ama en büyük zenginliğin,
birbirini seven iki insanın duygu ve düşüncelerini birleştirerek oluşturdukları
“gönül zenginliği” olduğunu düşündüğümüzde, iki tarafın da evlilik ile
kazandıkları yeni sosyal çevreyi (çevre genişlemesini) de buna eklediğimizde,
ayette geçen zenginlikteki anlam boyutlarını biraz daha iyi
kavramış oluruz. Yani "gönül zenginliği" evlenenlerin karşısına bir nevi
"imkân zenginliği" olarak çıkar.

İnsan, tabiatı gereği sıcak bir aile yuvası kurup huzurlu ve mutlu olmak
ister. “Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi
ve merhamet peydâ etmesi de, O’nun (varlığının) delillerindendir.” (Rûm
/30: 21) ayeti de ifade etmektedir ki, evlilikten amaç, eşlerin birbiri
aracılığıyla huzur ve mutluluğa ulaşmasıdır. Bu huzur ve mutluluğun da,
eşler arasındaki sevgi, şefkat ve merhamet duygularının da kaynağı, Allah’tır.
Bu huzur ve mutluluk, sevgi ve şefkat, Allah’ın büyüklüğünün, O’nun engin
rahmetinin delillerindendir.

Evlilikle gerçekleştirilen aile ortamı, insanın, yaratılışı gereği ihtiyaç
duyduğu bir ortamdır: İnsan bir aile içinde doğar, beslenip büyümesi ve geliş-
mesi bir aile içinde olur. Çocuk, sevgi ve şefkati, paylaşmayı, yardımlaşma
ve dayanışmayı aile içinde görerek öğrenir ve yaşar. İnsan yavrusunun
bakımı, annenin tek başına üstesinden gelemeyeceği, zahmetli ve uzun süren
bir iştir. Bu yavrunun sevgi ve şefkate, eğitim ve öğretime ihtiyacı vardır. İşte
bu, ancak bir aile içerisinde ve bir aile ortamında gerçekleşir.

Bu durum, hayvanlar âleminde bile böyledir. Hayvanların çoğu bir aile
ortamında dünyaya gelir. Yavru büyüyüp gelişinceye kadar annenin-babanın
desteği ve yakın kontrolü altındadır. Kendi ihtiyaçlarını karşılayıp kendi
ayakları üzerinde durabilecek seviyeye gelince, yuvadan ayrılır ve aile içinde
öğrendiği becerilerle hayatını sürdürmeye çalışır. Ama çoğu hayvan,
yetişkinlik döneminde bile büyük bir aile olarak, sürüler halinde yaşamaya
devam eder. Çünkü beraber yaşamak, hem gıda teminini, hem de düşmanlara
karşı savunmayı kolaylaştırır. Dolayısıyla bir aile olmak ve bir aile içinde
yaşamak, hayatı kolaylaştıran fıtrî bir ihtiyaç olarak görülmektedir.