Nasıl Erdemli Olunur?

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Nasıl Erdemli Olunur?
« : 29 Ocak 2018, 16:41:08 »
İbn Hazm şöyle demektedir: “Erdemler ile erdemsizlikler (el-fedâil ve’rrezâil,
faziletler ve reziletler), ibadetler ile günahlar (et-ta’ât ve’l-me’âsî)
arasında nefsin nefret etmesi ile ünsiyet kurmasından/alışmasından başka bir
ilişki yoktur. Mutlu (sa’îd) kişi, nefsini erdemlere ve ibadetlere alıştıran,
onları sevdiren; erdemsizliklerden ve günahlardan uzaklaştıran, nefret ettiren
kişidir. Mutsuz (şakî) kişi ise nefsini erdemsizliklere ve günahlara alıştıran,
onları sevdiren; erdemlerden ve ibadetlerden uzaklaştıran ve onlardan nefret
ettiren kişidir.” (İbn Hazm, 2009, s. 48).

İbn Hazm’ın bu ifadelerinde faziletleri kazanma ve reziletlerden de uzak durmanın nihai olarak insanın bunlara alışarak bunlarla arasında bir yakınlığın oluşmasına bağlı olduğunu
ifade etmektedir. Burada verilen cevap aynı zamanda nasıl faziletli olunur
sorusunun da cevabıdır. Kısaca ilk bakışta faziletler, insanın iyi davranışları
tekrar tekrar işleyerek alışmaları yoluyla kazanılır. Buradan faziletli olmanın
insanın kendi gayreti ile elde ettiği bir nitelik olduğu kolayca anlaşılabilir.

Ancak burada “alışma” olarak tercüme edilen kelime “ünsiyet”tir. Ünsiyet
alışkanlıktan öte, insanların birbirleri ile olan irtibatlarını, bağımlılıklarını
fark ederek, bunu şuurlu bir bağ haline getirmelerini ifade eder. İnsanlar
arasındaki ünsiyetin ortaya çıkması, nefretin tam zıddıdır; insan tabiatında
olanın, ona uygun bir şekilde ve onu güçlendirerek etkin olmasıdır.

 Daha önce bahsettiğimiz Kınalızâde Ali Efendi de benzer bir şekilde
insanın faziletleri kazanma ve erdemli bir hayat sürmesini, kendisinde
bulunan tabii imkanları geliştirmesine bağlamaktadır. Kınalızade meseleyi
ele alırken, psikoloji ile ahlak arasında bir irtibat kurmakta; insanın biyolojik
ve psikolojik gelişimi ile ahlaki gelişimi arasındaki irtibatı keşfederek, bunun
üzerinden ahlak eğitimine de bir yol bulmaktadır. Bu irtibatı biz kısaca,
biyolojik ve psikolojik gelişimin ahlaki gelişime esas teşkil ettiğini ve
bunların birlikte düşünülmesi gerektiği şeklinde ifade edebiliriz. Şimdi bunu
kısaca ele alarak, faziletleri kazanmanın, erdemli olmanın nasıl bir süreç
olduğunu, Kınalızade’nin açıklamalarını da dikkate alarak, tahlil edelim.

Daha önce de gördüğümüz gibi insan yavrusu dünyaya geldiği zaman
sadece bir “imkanlar” veya “kabiliyetler” toplamıdır. Ne konuşmayı bilir, ne
okumayı ne de yazmayı; ne yürümeyi, ne kızmayı, ne gülmeyi, ne de
sevinmeyi ve sevincini ifade etmeyi. Bunlar gibi özellikler insanda zamanla
ortaya çıkar. İnsanda ortaya çıkan bütün özelliklerin iki tane kaynağı vardır.
Bunlardan birisi tabiat, ikincisi ise sına’attir. Kınalızade şöyle ifade eder:

“Hikmette mukarrer olmuştur ki kemâlata müeddi olan harekâtın mebâdisi ve
esbâbı iki nev’dir: Biri tabi’at, biri sın’at (sanat).” (Kınalızade, 2007, s. 149).

Tabiata misal olarak nutfeyi (embriyo) verir. Nutfenin gelişimi tabiatında
olanın, uygun şartlarda etkin olmasından ibarettir. Nutfenin kemaline
ulaşması, canlılığını muhafaza ederek dünyaya gelmesinden ibarettir.
Dünyaya geldikten sonra da tabiatı etkinliğini sürdürür ve belirli bir yaşa
gelinceye kadar bu bedensel gelişme olarak gerçekleşir. Bedensel gelişmede
insanın müdahelesine gerek yoktur. Sadece şartların uygun olması, uygun
gıdaların alınması, insanın canlı olarak varlığını ve gelişimini sürdürmesi için
yeterlidir.

Sun’ ise kendiliğinden değil, insanın müdahelesi ve şekillendirmesi ile
gerçekleşir. Buna misal olarak ağaç parçaları verilebilir. Ağaç parçaları kendi
başlarına bırakıldıkları zaman, neyse o olarak kalırlar. Onlardan bir “şey”
olabilmesi için, bir elin müdahele etmesi gerekmektedir. Bir el, yani insan
ağaç parçalarına belirli bir şekil vererek, ondan masa, sandalye ve başka
şeyler yapar. Sadece orada duran ağaca göre masa ve sandalye gibi bir alet,
veya bir sanat eseri haline gelmiş ağaç, daha mükemmeldir. Ancak bu kemal
ağaca sonradan verilmiştir. Kısaca ağaç kemalini insanın sun’una borçludur.
İnsanda insani nefs zamanla etkin olurken, bazı nitelikleri de kazanmaya
başlar. Bu niteliklerin hiçbirisi tabii değildir; hepsi öğrenme yoluyla
kazanılır. Bu süreçte insan yeme ve içme gibi ihtiyaçları ile kendisini
savunma ihtiyacını tabii olarak hissetse de, bunun ötesindeki ihtiyaçlarını,
özellikle insan olarak yaşarken onun hayatına bir mana katan boyutu tabii
olarak kavrayamaz. Bunların başında haya gelir. Haya duygusu insanda iyi ve
kötüyü temyiz etme aşamasında, kendisinin iyiye yatkın olmasına bağlı
olarak, kötüden uzak durma eğilimi olarak ortaya çıkar. Eğer bu eğilim
terbiye edilmezse, aşırılıklar ortaya çıkar. Benzer bir şekilde yeme içme gibi
ihtiyaçlarını karşılama söz konusu olduğunda ve kendisini savunma
gerektiğinde bunları rastgele ve keyfi bir şekilde değil belirli bir düzen içinde
karşılaması, tabii değildir; insan bunların hepsini sonradan öğrenir.

İnsanın hayatı nebati (bitkisel) ve hayvani nefsinin ihtiyaçlarını belirli bir
düzen içerisinde, yani ne az ne de fazla; ne kendisini yok edecek kadar ihmal
eden, ne de başkalarına zarar vermeden, orta yolu bularak karşılaması, onun
belirli bir ahlaki düzene göre yaşadığını gösterir. Çocukların yetişirken bunu
kendi ebeveyinlerinden (anne ve babalarından) görerek ve onların hayatına
iştirak ederek, yukarıda ifade edildiği gibi, müşahede yoluyla öğrenmeleri
önem arz etmektedir. Önemli olan çocukların zaman zaman iyi fiiller
gerçekleştirmeleri değil, iyi fiilleri gerçekleştirmeyi bir tür ikinci tabiat haline
getirmeleridir. Eğer bir insanda iyi fiiller, artık düşünmeye gerek kalmadan
gerçekleşiyorsa, o insanda iyiliğin ve faziletlerin bir meleke haline geldiği
söylenir. Daha başka bir ifade ile iyi ve ahlaklı bir insan kötülüğü düşünüp,
isteyemez; hep iyiliği ister ve verdiği kararlar da hep iyiliğin gerçekleşmesi
yönündedir. Faziletler, erdemler onda meleke haline gelmiştir. Ahlak
ilminden amaç ta, insanda iyi fiilleri yapma, kötü fiillerden de uzak durmanın
meleke haline gelmesinin yolunu ortaya koymadır.

Ancak iyi davranmaya alışmak ile iyiliğin insanda meleke haline gelmesi
arasında önemli bir fark vardır. Alışkanlıkta irade yoktur; insan bir anlamda
ne yaptığını ve niçin yaptığını bilmeyebilir. Melekede ise durum daha
farklıdır: insan neyi niçin yaptığını bilir ve bu yaptığını bilerek ve isteyerek
yapar. Sadece faziletlerin kendisinde meleke olduğu insan bunları terk etmeyi
isteyemez; terk etmeyi istemez. Burada kısaca alışkanlık ile meleke
arasındaki temel farkın, melekenin iradeye bağlı olduğu; buna karşılık
alışkanlığın iradeyi devre dışı bırakmasıdır. Bu sebeple meleke sahibi insanda
iyilik etkin olurken, onu yeni şeyler yapmaktan; daha önce bilinmeyen
kararlar almaktan alıkoymaz. Buna karşılık alışkanlıklar, yenilikler karşısında
kördür; alışkanlıkları ile yaşayan insanlar, yeni şeyler geliştiremeyecekleri
gibi, yeni durumlarda da bocalarlar.

İslâm Ahlâkında niyet ve amel yani eylem arasında derin bir ilişki vardır.
Aynı şekilde sorumluluk ve özgürlük arasında da benzer bir bağlantıdan söz
edilebilir. Daha önce ahlâk-varlık-bilgi arasındaki ilişkinin imanın tesisi
olduğunu; adalet ile tevhidin birbirini gerektirdiğini söylemiştik. Dolayısıyla
ruhun ahengi ve nefsin itkilerinin dengesi için iman zorunlu ibredir.

Habisliği/erdemsiz eylemleri tekrar etmenin cezası –en iyi ihtimallekişinin
olduğu gibi kalmasıdır (kalplerin mühürlenmesi). Hak ile batılı, ilahi
kelam ile insanî kelamı birbirinden ayıramama durumudur kalbin mühürlü
olması. Böyle olunca da kişinin, ahlâki bakımdan küçülmesi oldukça anlaşılır
bir durumdur. İman, Tanrı’ya inancın erdemi olarak görülebilir. İman,
inananlar arasında kişiyi, güven ve sorumluluk yoluyla bağlar. İmanı kısaca
Allah’a güven olarak ifade edersek, bu, erdemi ve güveni kendinde barındırır.
İnanan, güvenilir de olmalıdır. Böylece iman eyleminden ahlâkı ayırmak
mümkün değildir. Toplumsal yönünü de dikkate aldığımızda inanılan
Varlığın, Allah’ın sınırları toplumda hukuk olarak görülür. Bireyde ise ahlâk
ve erdem olarak tecessüm eder.