Vazife ve Hürriyet

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Vazife ve Hürriyet
« : 29 Ocak 2018, 16:09:26 »
İnsanın hür olması, irade özgürlüğü olarak ifade edilir. İrade özgürlüğü,
genel olarak, insanın hangi fiili yapacağına ve neyi tercih edeceğine
kendisinin karar verebilmesi imkânı olarak tanımlanabilir. İnsan, diğer
canlılardan farklı olarak, neyi yapıp neyi yapmayacağına kendisi karar
verebilir; bu imkân insanın insan olmasının ön şartıdır. İnsanın özgürlüğü,
irade hürriyetine sahip olduğu, bütün Müslümanlar tarafından, hatta cebriye
olarak isimlendirilen mezhep ve görüş sahipleri tarafından da, teorik olmasa
bile yaşadıkları hayat içinde, pratik olarak kabul edilmiştir. Mesele
özgürlüğün sadece bir irade hürriyeti mi, yoksa bunda daha fazla bir içeriği
mi olup olmadığı noktasındadır.

Dinin klasik tanımı da insanı “akıl sahibi” ve “hüsn-i ihtiyarı” ile hareket
eden varlık olarak nitelerken, İslâm’ın öngördüğü dindarlığın ahlâkiliğini
vurgular; aynı zamanda İslâm ahlâkının temel kavramlarından birisi olan
irade özgürlüğünü de ifade etmiş olmaktadır. Ahlâkilik, irade özgürlüğü ile,
din de ahlâkilik ile tanımlanmaktadır. Klasik din tanımı “akıl sahiplerini,
kendi ihtiyarları ile bizzat hayırlara sevk eden ilahi bir vaz” idi. Bu tanımda
dinin amacı “bizzat hayır, yani iyi” olduğuna göre, İslâm ahlâkı insanı
kendinde hayır olana yönlendirmekte; bu yönlenmenin insanın kendi iradesi
ve isteğiyle olmasını önemli bir unsur olarak belirtmektedir. Böyle olunca da,
hayra ve iyiliğe yönelik duruş olarak nitelenecek olan ihtiyar, ilahi vaz’ ile
içerik kazanmakta ve insanın hayrı, yani kendinde iyiyi gerçekleştirmesi,
bizzat kendisi tarafında vazife olarak üstlenilmektedir.

İslâm ahlâkında vazife çok önemlidir. Ancak vazife dışarıdan insana
yüklenen bir “mecburiyet” değil, insanın kendisinde bulunan hayr hissinin
etkinleşmesi ve insanın kendisini gerçekleştirmesi yönünde bir görev
üstlenmesidir. Çünkü hürriyet, Müslüman olmanın, daha doğrusu insanın
gerçekleştirdiği fiillerin ahlâki değer taşıması ve sorumluluğu için
zorunludur. İslâm ahlâkında vazife, hürriyeti nefy etmeden
(olumsuzlamadan), hürriyet de vazifeyi nefy etmeden muhafaza edilmiştir.
Amaç vazifeyi kendi iradesiyle, özgür iradesiyle üstlenen insanların
yetişmesidir. Klasik ahlâk eserlerinin amacı, sadece iyi ve kötü hakkında
malumat vermek değil, iyi ve kötünün bilgisini insanlara ulaştırarak,
insanların kendi iradeleri ile iyi davranışları gerçekleştirmeleri ve kötü
davranışlardan da uzak durmalarına yardımcı olmak, insanları ahlâki cihetten
yetiştirmek, onların ahlâkını güzelleştirmektir.

Hürriyet İslâm ahlâkının, daha doğrusu ahlâki varlık olarak insanın
mütemmim cüzüdür (mütemmim cüz=bütünü oluşturan tamamlayıcı parça).
Özgürlük, ilk bakışta, insanın istediğini tercih edebilmesi ve yapabilmesi
imkânıdır. Bu imkân insanın istemesini tanımlayan şartlar içinde ortaya
çıktığı için, hep verili şartlar içinde tahakkuk eder. Verili şartlar da nihai
olarak Cenab-ı Hakk’ın kudreti ve o kudretin müteallakı olarak kaderi işaret
eder. İnsanın istekleri kader içinde gerçekleşmektedir. İnsan “her şeyi” değil,
“şey” olarak hayatına girmiş olan ve kendisinin ufkunda bulunan “her şeyi”
isteyebilir. Bu ise isteğin mutlak olmayıp, verili durumla sınırlı olduğunu ve
verili durumun da Cenab-ı Hakk’ın kaderinden başka bir şeyi olmadığını
gösterir. İstemenin ikinci şartı ise istemeyi, mümkün kılan tercih ettirici
nedendir. Bu neden tercih edileni önceleyebilir veya tercih edilenden sonra
gelebilir. Önce olursa buna sebep, sonra olursa gaye denir. Bir fiil bazı
sebeplerden dolayı, mesela daha önceki tecrübe ve bilgi sebebi ile tercih
edilebileceği gibi, o fiilin neticesinde ortaya çıkması umulan veya arzu edilen
bir şeyin gerçekleşmesi amacıyla da tercih edilebilir. O halde bir fiili tercih
etmede etkin olan “saik” de, insanın istemesinin mühim bir unsurudur. Dinin
klasik tanımında “saik” olarak nitelenmesi bu yönden oldukça önemlidir.

Buna göre din, insanın tercihlerini hayra yönlendiren saik olarak, istemeyi
önceler ve onu kendinde hayra yönlendirerek, insanın özgürlüğünün hem
kendi varoluşunu hem de diğer insanların varlığını te’yid edip geliştirerek,
hayır olarak tahakkukuna yol açar.

Nelerin istenebileceği varlık anlamında bir imkâna bağlı olduğu gibi
değerle alakalı olarak da, bir insanın mesela Müslüman olarak neyi isteyip
istemeyeceğine de bağlıdır. İnsanların benimsediği ahlâki ilkeler ve doğru
kabul ettiği kurallar da, insanın önündeki alternatifleri tasnif etmesinde etkin
konumdadır. O halde insanın özgürlüğü verili durumlarda ve belirli sebepsonuç
ilişkileri içinde, ancak belirli ilke ve kurallara bağlı olarak gerçekleşir.

Kısaca insan ihtiyaç sahibi ve bu ihtiyaçlarına bağımlı bir varlıktır.
Bağımlı varlık, özgür değildir. İnsanın özgürleşebilmesi için, bağımlılıklarından
kurtulması gerekir. O halde özgürleşmenin yolu, ihtiyaçları
azaltmaktır.

Bir insanın ihtiyacı ne kadar az ise, o kadar özgürdür. İnsanın
bütün ihtiyaçlarından veya ihtiyaçlarının tamamından kurtulması mümkün
olmadığı için, mutlak bir özgürlük mümkün değildir. İnsan sadece
ihtiyaçlarını azaltabilir; asgariye indirebilir. İnsanın asgari ihtiyaçları, yemeiçme
(gıda) ve barınma (bina ve elbise) gibi gözükse de, insanların en önemli
ihtiyacı, güvenliktir. Özellikle can güvenliği, bütün güvenlikleri önceler. Can
güvenliği, insanın ilk ve belirleyici ihtiyacıdır. Bu da nihai olarak diğer
insanlara ve duruma göre diğer canlılara karşı tedbir alınmasıyla sağlanır. En
sağlam tedbir, diğer canlıların terbiye edilmesi ve duruma göre fiziki
güvenlik tedbirlerinin alınmasıdır; buna karşılık diğer insanlarla ilişkilerde
güveni sağlamanın en emin ve sağlam yolu, onların yüksek ahlâk sahibi
insanlar olarak yetiştirilmesidir. Yüksek ahlâk sahibi insanlar, kendilerine ilk
vazife olarak diğer insanların güvenliğini sağlamayı düşünürler.