Maturidî Mezhebindeki Ahlâk Teorisi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Maturidî Mezhebindeki Ahlâk Teorisi
« : 29 Ocak 2018, 15:35:02 »
Ehl-i Sünnet’in itikadi mezheplerinden ikincisini teşkil eden Maturidiyye’nin
kurucusu Ebu Mansur el-Maturidi gerek Mu’tezili gerekse Eş’arî ahlâk
teorilerinin yüz yüze kaldığı problemlere karşılık getirdiği izah tarzı ile
kendine has orijinal bir ahlâk teorisi geliştirmiştir. Maturidi, ahlâki
sorumluluk ve yükümlülüğün temellendirilmesinde Eş’ari’ye, ahlâki değerler
konusunda da Mu’tezile’ye yakın görünür. İnsan fiillerinin kimin tarafından
yaratıldığı sorusuna verdiği cevapla meseleye yeni bir boyut kazandırmıştır.
Ona göre ahlâki olanlar da dâhil insan fiilleri bir yönden Allah’a ait, diğer
yönden de insana aittir. İnsan fiillerini Allah yaratır, insan da bu fiilleri
kesbeder (kazanır). Fiillerin Allah tarafından yaratılması gerçeği ise insana o
fiilleri yapma konusunda bir zorunluluk yüklemez. Herkes fiillerinde hür
olduğunu hissi olarak bildiği için bu tür bir zorunluluk mümkün değildir.
Maturidi ahlâk teorisinde insan fiilleri, yaratma yönünden Allah’a, kazanma
yönünden kişiye ait olup, insan hür iradesiyle bunları seçmekte ve eyleme
dönüştürmektedir. Bu durumda Allah’ın fiilleri, insanın seçmesi sonunda
yarattığı anlaşılmaktadır. İnsanın ahlâki sorumluluğu da ondaki bu seçme
hürriyetinden kaynaklanmaktadır. Her ne kadar fiiller Allah’ın irade ve
kudretiyle varlık alanına geçmekteyseler de, bu fiillerin iyilik ve kötülük
vasıflarından birisini kazanması, insanı sorumlu hale getirmesi ve
müeyyideyi gerektirmesi insanın bu fiile olan ahlâki irtibatıyla ilgilidir.

Maturidi’nin ahlâk teorisinde ahlâki fiiller ikiye ayrılır:
1. kendinde iyi veya kötü olanlar;
2. bir ihtiyaca, duruma, başlangıç ya da sonuca göre iyi
veya kötü olanlar. Maturidi’ye göre iyilik, kötülük gibi ahlâki değerler ilk
gruba dâhil olup, Allah’ın emrinden bağımsız objektif bir var oluşa sahiptir.
İnsan bu değerleri aklıyla kavramaktadır. Yani temel ahlâk ilkeleri vahiyden
bağımsız akıl ile tespit edilebilmektedir. Ancak aklen sabit olan ahlâk ilkeleri
ile vahiyle bildirilenler arasında tam bir uyum vardır. Burada akıl iyinin,
kötünün, güzelin ve çirkinin kendisiyle kavrandığı bir ölçüdür. Ahlâki
iyiliklerin ve kötülüklerin bilinmesinde akıl yeterli olsa da insanın maddi ve
manevi şartları aklın doğru karar vermesine engel olabilmektedir. Aklın
kavradığı ahlâki değerler alanında vahyin fonksiyonu, aklın doğru karar
vermesini güçleştiren durumlarda ona yardım etmektir.

İkinci grup ahlâki fiillere gelince: bunlar aklın herhangi bir şekilde
zorunluluk veya imkânsızlık yüklemediği; iyiliği de kötülüğü de aklen
mümkün olan fiillerdir. Buradaki ahlâki iyilik veya kötülük şartlara göredir.
Bunların iyiliği Allah’ın emretmesi, kötülüğü de yasaklamasıyla bilinir ki bu
durumda peygambere ihtiyaç duyulur. Bozgunculuk yapanlardan intikam
alınması ve hayvanların kurban edilmesinin iyiliği bu türdendir. Akıl ile
belirlenen iyilik ve kötülüklerin vahiyle emir ve yasak şeklini almasındaki
amaç insana nefsiyle mücadelesinde yardımcı olmak hedeflenir. Ahlâki
alandaki sevap ve ceza, iyilikleri yapmaya teşvik, kötülükleri yapanı da
korkutmak içindir (Kılıç, (1992), s. 121-124).

Sonuç olarak Maturidi’nin ahlâki değerleri mutlak ahlâki değerler ve
göreli ahlâki değerler olarak iki grupta ele aldığı, birinci gruptakilerin
objektif, kendi başlarına bir varlığı olup akıl ile kavranırken, ikinci
gruptakiler şartlara bağlı olarak değişmekte ve akıl ile değil vahiy ile
belirlenmekte, böylece mutlak bir değer karakterini kazandıkları
görülmektedir.

Maturidi’nin ahlâki değerlerle ilgili bu yaklaşımı Mu’tezile ve Eş’ariyye
ile karşılaştırıldığında kendine has yönleri olduğunu söyleyebiliriz. O bu
konuda bir taraftan akıl ve vahiy arasında bir denge oluşturarak, genel geçer,
bütün insanların aklıyla kavrayabileceği ahlâki değerlerin kendi başlarına var
olduklarını söylerken, diğer yandan insanın aklıyla bütün ahlâki değerleri
kavrayamayacağını bunun için vahyin, yani Peygamberlerin yol göstermesine
ihtiyacı olduğunu vurgular. Diğer yandan insan fiillerinin yaratıcısı olarak
Allah’ı görür, buna karşılık insanın bu fiilleri kazanmasındaki sorumluluğunun
altını çizer. Maturîdilik böylece vahyin uzağında bir rasyonalizme
veya insan iradesini ihmal eden bir cebriliğe düşmekten kurtulur.

Mutezile, Eş’arilik ve Maturîdîliğin temel ahlâki ilkeler ve kuralların
neler olduğu hususunda aralarında bir fark yoktur. Aralarındaki fark, iyi ve
kötü olduğu bilinen ilke ve kuralların nasıl temellendirileceği noktasında
ortaya çıkmaktadır. Mu’tezile’nin özellikle Allah’ın birliğini vurgulamak ve
O’nun adaletini daha anlaşılır kılmak için yaptığı vurgu bazı sorunlar ortaya
çıkarmış; bu sorunlar muhtelif âlimler tarafından müzakere edildikten sonra,
zamanla aşılmıştır. İnsanın sorumluluğunu vurgulamak için geliştirilen ve
kısaca “kul fiilinin yaratıcısıdır” ve “Allah insanı ancak gücünün yettiğiyle
sorumlu tutabilir” ifadeleri, amaç olarak anlaşılabilir ifadeler olmakla
birlikte, maksadını aşan iddialar olarak görülebilir. Bu tavır, ayrıca insanları
şartlar karşısında şartlara teslim olmaya zorlayan ve bunu meşrulaştıran bir
rasyonalizmi de içermektedir. Hâlbuki insana, bir fiili yapmaya yöneldiği
anda, o fiili yapma gücünü (ıstıtaat) Cenab-ı Hakk’ın verdiğini bilmek, insanı
karşı karşıya kaldığı ve kendisini kuşatan şartlara karşısında özgürleştirir.

Şartlar ne kadar ağır olursa olsun, her zaman bir çıkış yolunun Cenab- Hakk
tarafından hazır tutulduğu veya hazır edilebileceği inancı, insanı şartlara
teslim olma mecburiyetinden kurtarır ve özgürleştirir.