Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde, İslâm âlimlerinin ahlâki meseleleri ele
alırken tartıştıkları konular hakkında ilk bakışta birden fazla görüşe gerekçe
teşkil edebilecek pek çok nass bulunmaktadır. Bu konuların başında da doğru
ve yanlışın tabiatı; ilahi adalet ve kudret; ahlâki hürriyet ve sorumluluk
gelmektedir. Bu üç husus özellikle fıkıh, kelam ve felsefe çevrelerindeki
ahlâk tartışmalarının özünü oluşturmuştur.
Nassi ahlâk teorilerin ortak özelliği ahlâki davranışları izah ederken
haram, helal, emir, yasak, yükümlülük, sorumluluk gibi kavramları ön planda
tutmalarıdır. Burada belirleyici olan, insanların Allah’ın emir ve yasakları
doğrultusunda şekillenen davranış normlarıdır. Ahlâki ana kavramları iyikötünün
yerine burada helal-haram çerçevesinde sevap-günah alır. Bunun iki
cephesi vardır: Birincisi insanın diğer insanlarla ilişkisi; diğeri de insanın
Allah’la ilişkisi. Birinci cephe her zaman olmasa da bazen hukukun alanıyla
da ilgili olabilir. Mesela hırsızlık haramdır, dolayısıyla da günahtır. Fakat
doğrudan başka bir insana yönelik bir davranış olduğu için de hukuki
boyutları olan bir konudur. İkinci cepheye örnek verecek olursak: Farz bir
ibadet olan namaz kılmak aynı zamanda helaldir. Neticesinde sevap kazanılır.
Fakat diğer insanları ilgilendiren bir konu olmadığı için mesela bir vakit
kılınmadığında hukuki sonuçlar doğurmamakla birlikte insan günaha girer.
Günah ve sevabın muhakemesi ise sadece Allah iledir.
Nasslarda “doğru” ve “yanlış” için pek çok terim kullanılır: hayır, birr,
kıst, iksat, adl, hakk, ma’rûf ve takva. Doğru fiiller genelde “salihat”; yanlış
ve günah fiiller de seyyiat olarak isimlendirilir. Seyyiat ise günah ve kötülük
terimiyle ifade edilir. Doğru ve iyi terimleri genellikle uhrevi bağlamlarda
kullanılır. Bu amellerin işlenmesiyle ahirette mükâfata hak edilir. Ayrıca aynı
zamanda Allah’ın rızası ve sevgisi de kazanılır. Kur’an-Kerim’de bir taraftan
mükâfat ve ceza yaptırımı, diğer taraftan ilahi sevgi ve rızanın dile
getirilmesi, daha sonraları ortaya çıkan ahlâk ekolleri arasında farklı
tartışmalara neden olmuştur. Fakihler ve kelamcılar, özellikle de Mu’tezililer
mükâfat ve ceza üzerine vurgu yaparlarken, sufiler daha ziyade Allah’ın
sevgisini ön plana çıkarırlar.
“İyilik ve doğru nedir?” sorusuna Kur’an-ı Kerim’de şöyle bir cevap
verilir: “İyilik (birr) yüzünüzü doğu ve batıya çevirmeniz değildir. İyilik
Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a, peygamberlere inanmak; sevdiğin
malı yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilencilere vermek;
köleyi esaretten kurtarmak; namaz kılmak ve zekât vermektir. Ahitleştiği
zaman sözlerini yerine getirenler; sıkıntı, zorluk ve tehlike zamanlarında
sabredenler; işte bunlar inançlarında samimi olanlar ve gerçek muttakilerdir”
(Bakara/2: 177).
Burada iyilik bir dizi iman esası ve amellerle tanımlanmaktadır. Ayetlerin
de önermeler şeklinde ifade edildiğini görürüz. Diğer taraftan iyiliğin veya
takvanın sadece şekilsel tavır ve davranış meselesi olmadığını destekleyen
tarzda hadisler de mevcuttur. İyiyi karakterle ve bunun zıddını kötü niyetle
tanımlayan hadisler de mevcuttur. “Ameller niyetlere göredir ve herkes neye
niyet etmişse onu elde edecektir”. “Allah sizin şeklinize değil, kalplerinize
bakacaktır.”
Diğer yandan kaza ve kaderle ilgili pek çok ayet ve hadis zaman
içerisinde insan iradesi ve hürriyeti hakkındaki çeşitli kelami mezheplere
zemin hazırlamıştır. Kaderiye, Cebriyye, Mu’tezile, Eş’arilik ve Maturidilik
bunlar arasında sayılabilir.