Din Nedir?

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Din Nedir?
« : 29 Ocak 2018, 14:44:22 »
İnsan muhtaç bir varlıktır; canlılığını muhafaza edebilmek için gıdaya,
akciğerinin kanı temizleyebilmesi için belirli özellikleri taşıyan havaya,
kendisini soğuktan ve sıcaktan koruyacak konut ve elbiselere ve nihayet
doğduktan sonra kendi ayakları üstünde duruncaya kadar etrafındaki
insanların, özellikle de anne ve babasının, ailesinin, nihayet parçası
bulunduğu toplumun ve güvenliğini sağlayan devletin himayesine muhtaçtır.

İnsanın ve insanlığın varlığını sürdürebilmesi için bu ihtiyacın belirli bir
düzen içerisinde karşılanması gerekmektedir. Cenab-ı Hakk insanı ihtiyaçları
ve ihtiyaçları karşılama imkanı ile birlikte yaratmıştır. Yani insanları
ihtiyaçları ile birlikte yaratan Cenab-ı Hakk, onlara bu ihtiyaçları nasıl
karşılayacaklarını ve bunun düzenini de bildirmiştir. İnsanları ve insanların
varlığını/varoluşunu sürdürmesinde muhtaç olunan şeyleri temin etme ve
kullanmada belirli bir düzenin dikkate alınması ve bu düzenin öğretilmesi,
Peygamberlerin vazifesi olmuş; bu vazifeyi ifa eden Peygamberlerin
insanlığa öğrettikleri hayat düzenine “din” denilmiştir.

Hakiki din, Elmalı’lı Hamdi Yazır’ın dediği gibi, insanların uydurduğu
birbirine muhalif hayali kurgular değil, hakiki mebdei/Yaratıcıyı tanımak,
O’nun kanun ve emirlerine uygun davranmayı vazife (görev) edinmektir.
Bunu kendi ifadelerinden okuyalım:

“Dîn-i İslâm, tam manasıyla vahdaniyet-i ilâhiye esasına müstenid ve fıtrat-ı
asliye-i insâniyyeye muntabık olup; dini, beşerin mevzûât-ı mücerredesi ve
mütehalif temenniyât-ı muhayyelesi kabilinden addetmeyip, bir mebde-i
hakîkîyi tanımak ve O’nun kavânin ve evamirine Tevfik-i hareketi vazife
ittihaz eylemek, hâsılı beşerin ef’âl ve harekât-ı tabîiyye ve ıztırarıyyesiyle,
efâl ve harekât-ı ihtiyariye ve iradiyyesi kanunlarının ahengini te’min eder bir
hakîkat-i hâkimeye, yani Cenab-ı Hakk’a cidden inkiyâdı vazîfe bilmek ve
bütün sa’âdeti bu vazifenin ifasından beklemek mâhiyetinde icmal
eylemiştir.” (Elmalılı Hamdi Yazır (1997), s. 20.)

Diğer taraftan dinin klasik tanımı, “akıl sahiplerini hüsn-i ihtiyarları ile
bizzat hayırlara sevk eden ilahi vaz” şeklindedir. Ahlâk ve ahlâkilik ile ilgili
bütün tanımlarda ve tanımlamalarda irade ve hayr vazgeçilmez unsurlardır.
Ahlâki olanın, iradi olması zorunlu olduğu gibi hayra yönelik olması da
zorunludur. Bu iki unsur dinin klasik tanımının da mütemmim cüz’üdür.
Kısaca İslâm’ı dikkate alarak yapılmış olan klasik din tanımı, ahlâki bir boyut
taşımaktadır.

Din kelimesinin kök anlamı da, bir taraftan yakınlaşma ile alakalı iken,
diğer taraftan da borç/ihtiyaç ile alakalıdır. Arapça’da “din” kelimesi ile borç
anlamındaki “deyn” kelimesinin yazılışı aynıdır. Bu cihetten baktığımızda
Arapça’daki din kelimesinin kök anlamı ile ıstılahi anlamı arasında bir irtibat
olduğu görülmektedir. Nitekim insan Cenab-ı Hakk’a nelerini “borçlu”
olduğunun farkında vardığı zaman, aslında kendisinin Cenab-ı Hakk’a ne
kadar yakın veya Cenab-ı Hakk’ın kendisine ne kadar yakın, hatta “en yakın”
olduğunun şuuruna varır. Din esas itibariyle bu şuurun, Peygamberler vasıtası
ile bildirilen içerikle, mertebe mertebe şekillenmesi, muhteva kazanmasıdır.
Benzer bir durum din kelimesinin batı dillerinde yaygın karşılığı olan
“religion” kelimesi için geçerlidir. Nitekim Latince’de “religio”, “bağ”
anlamına gelmektedir. Buna göre religion, insanı yaratıcısına bağlayan irtibat
ve bu irtibatın farkında olmak, hatta bu irtibatın muhtevası demek olmaktadır.

Cenab-ı Hakk insanlara hem hayat (=olan), hem de bu hayatta dikkate
alınması gereken davranış düzeninin kurallarını (=olması gereken) vermiştir.
Biz bunu kısaca Cenab-ı Hakk’ın “varlık ve değer kaynağı” olduğunu
söyleyerek ifade ederiz. Hayat, ilk bakışta biyolojik bir içeriği işaret etse de,
insan hayatı canlılıkla başlamakla birlikte, orada bitmez; insanın aklı ve
bilme kabiliyeti ile birlikte, maddi olmayan, manevi bir boyut kazandığı gibi,
bunun da ötesinde, cismin ötesine geçerek mücerred/soyut ve ruhî bir boyuta
da açılır.

İnsan hayatı dediğimiz zaman sadece canlı olmayı değil, bir taraftan
diğer insanlarla birlikte paylaştığımız manevi bir vasatı ve ruhânî
varlıklarla/meleklerle paylaştığımız ruhânî boyutu da kast ederiz. İşte din
insanı canlı olarak alır, onu diğer insanlarla bir ve herkesin yaratıcısı olan
Cenab-ı Hakk ile olan irtibatını hatırlatıp, herkesin Allah’ın kulu olduğunu
fark ettirerek, insanı ilk bakışta fark edemeyeceği daha üst ve yüksek, aynı
zamanda farklı ve derin boyutlara taşır.