Ahlâk Nedir?

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Ahlâk Nedir?
« : 29 Ocak 2018, 14:49:47 »
Ahlâk, davranış düzenidir. Her insan az veya çok bir düzen içerisinde
hayatını sürdürdüğü, daha doğrusu sürdürmek zorunda olduğu için, ahlâk
insan hayatının zorunlu bir boyutu, eskiden denildiği gibi “mütemmim cüzü”
veya “tamamlayıcı parçası”dır. Ahlâk, davranış düzeni olduğu için, genel
olarak bu düzenin “iyi” ve “kötü”sünden bahsetmek anlamlı olduğu gibi, bir
insanın hayatında verdiği kararlar ve gerçekleştirdiği fiiller için de iyi ve kötü
sıfatı kullanılmaktadır. “İyi ahlâk” ve “kötü ahlâk” tabirlerini bu çerçevede
anlamak gerekmektedir.

Bir davranış düzenini veya herhangi bir davranışı “iyi” veya “kötü” kılan,
o düzenin veya fiilin öncelikle insani varoluş üzerindeki tesiridir. İnsani
varoluş, diğer insanlarla birlikte varolmayı zorunlu kıldığı için, bu aynı
zamanda diğer insanları kendi varoluşları cihetinden dikkate almak demektir.

İyi bir davranış düzeni, fiilleri gerçekleştireni ve fiilleri ilgilendiren diğer
insanları, önce ne ise o olarak muhafaza eder; sonra da mevcudu içinde
taşıdığı kabiliyetleri cihetinde geliştirir. Mesela bir çekirdeğin, bir elma
çekirdeğinin kemali, uygun bir ortam bularak orada ağaç olması ve meyve
vermesidir. Benzer bir şekilde insanın kemali de, uygun ortam bularak, orada
insani-derûnî yücelikleri gerçekleştirmek veya gerçekleşmesine vesile olmak
veya vasat (ortam) hazırlamaktır. Bu çerçevede insani varoluşu sürdürmenin
yolu doğum ve annelik olduğu için, insani varoluşu taşıyan en esaslı konum,
annelik konumudur; bu sebeple de annelik, insanların sahip olabileceği/kesp
edebileceği en önemli konumdur.

Kötü bir davranış veya davranış düzeni benzer bir şekilde insanın varoluş
imkanlarını tahdit eder ve insanın sahip olduğu imkanları tahakkuk
ettirmesini engeller. Diğer insanlar söz konusu olduğunda, onları
varoluşlarında te’yid etmediği gibi, onların aleyhine bir durum ortaya çıkarır.
Yüce Allah’ın fiilleri ahlakî değerlendirmenin konusu değildir. Diğer
taraftan insanların fiillerinin de Cenab-ı Hakk ile, O’na fayda veya zarar
verme gibi, bir irtibatları yoktur. İnsanlar ile Cenab-ı Hakk arasında, Cenab-ı
Hakk’a, O’nun varlığını te’yid etme ve güçlendirme, O’na fayda veya zarar
verme gibi bir ilişki olamayacağı için, insanların ahlâki fiillerinin veya
insanların ahlâki durumları üzerinde durulurken, bu cihet dikkate alınmalıdır.

Yani insanlar Cenab-ı Hakk’a fayda veya zarar veremezler; O’nun koyduğu
yaratılış düzeninin dışına çıkamazlar. Yaptıkları bütün iyi ve kötü fiiller, ne
olursa olsun, yaratılış düzeni, ilahi kader içinde cereyan eder; böyle olduğu
için, mesela Allah’a isyan eden bir insan sadece kendisi ile kendisi cihetinden
Cenab-ı Hakk ile irtibatının üzerini örtüp, onu yok saymaya meyletmiş olur.

Bu yoksayma meylini daha da ileri götürerek Cenab-ı Hakk yokmuş gibi
davranabilir. Ancak ilahi kader hükmünü icra eder: “Hepimiz Allah içiniz ve
kesinlikle O’na döneceğiz.” (Bakara/2: 156) İnsanlar buna inansalar da
inanmasalar da durum değişmez: Herkesi Allah yaratmıştır ve herkes O’na
dönecektir. Herkes O’na hesap verecektir; ama O hiç kimseye hesap vermez.
Bu sebeple Cenab-ı Hakk’ın fiilleri, ahlâki değerlendirmenin konusu değildir.
Bununla birlikte “ahlâklı” sıfatı, daha çok bir toplumda yaygın bir şekilde
iyi ahlâk olarak bilinen davranış düzenine sahip olan insanlar için kullanılır.
Aynı şekilde “ahlâksız” tabiri de, bir toplumda yaygın bir şekilde “iyi ahlâk”
olarak bilinen davranış düzenine uymayan insanları tavsif etmek (nitelemek)
için kullanılmaktadır.

Ahlâklı ve ahlâksız tabiri esas itibariyle insanlar için kullanılmaktadır.
“Ali ahlâklıdır” veya “Ayşe ahlâklıdır” gibi. Bu tabirler insan fiilleri için de
kullanılmaktadır. Bir insan gibi bir fiil de “ahlâki” veya “ahlâklı” olarak
niteleneceği gibi, “gayri ahlâki” veya “ahlâksız” olarak ta nitelenebilir.

“Muhtaç olan bir insanın meşru bir ihtiyacını karşılamak veya onun ihtiyacını
karşılamasına yardım etmek iyidir” veya “Birinin malını onun izni olmadan
almak ve kullanmak, gayri ahlâki bir davranıştır” ifadelerinde olduğu gibi.
Bunun ötesinde bir düzen, bir sistem de ahlâki veya gayri ahlâki olarak
nitelenebilir. “Cahiliyye düzeni, gayri ahlaki idi” gibi. Kısaca ahlâki değer
ifadeleri insanlar, insan fiilleri ve insan fiillerinin doğrudan veya dolaylı
neticelerini nitelemek için kullanılmaktadır.

İnsan hayatı bir taraftan bakıldığında hep benzer olayların tekrarı gibi
devam etmektedir: Her insan sabahları kalkar, işine ve mesleğine göre bir işe
gider, bir şeyle meşgul olur; bazı insanlar gece çalışır, bazıları ise daha rahat
denilebilecek bir işle iştigal eder. İnsanın benzer şeylerle uğraşması, zaman
içerisinde alışkanlıklar kazanarak, alışkanlıklarının yardımıyla işlerini
yürütmesini de mümkün kılar. İnsanın alışkanlıklar kazanması ve kararlarını
alışkanlıklarının yardımıyla vermesi hayatı kolaylaştırır. Alışkanlıklar belirli
ilkelere bağlı olarak ve sistematik bir şekilde kazanılmışsa/öğrenilmişse, bir
aşamadan sonra insanda “düşünme ihtiyacı hissetmeksizin” bazı kararları
alma, bazı fiilleri gerçekleştirme kabiliyeti olarak insan hayatının, dolayısı ile
insani varoluşun bir parçası olur. Buna biz kısaca “hulk” veya “karakter”
diyoruz ki, başka bir ifade ile “ikinci tabiat” da denilmektedir. Bir insanın
ahlâkından bahsederken genellikle insandaki karakter haline gelmiş davranış
düzeni kast edilir. Ebu Hamid el-Gazali ve diğer bazı İslâm
alimleri/düşünürleri ahlâkı tanımlarken bu ciheti dikkate almışlardır.

Diğer taraftan fiillerin ve tavırların kendilerini dikkate alarak, bunlar
arasında “iyi” ve “kötü” diye bir tasnif yapmak; iyi olanları tavsiye etmek
veya emretmek, kötü olanlar karşısında insanları uyararak, onları yasaklamak
toplum hayatında çok yaygın olarak bulunmaktadır. Hemen her toplumda iyi
ve kötü fiiller birbirinden ayrılmıştır. Bu hususta toplumlar arasında farklar
olsa da, önemli kurallarda bir müşterek bulunmaktadır. Mesela hiçbir toplum
bir ilke olarak “yalan söylemek iyidir” gibi bir kuralı kabul etmez, edemez.

Aynı şekilde “doğru söylemek kötüdür”, “insanların hakkını yemek, insanlara
haksızlık etmek iyidir” veya “insanlara zarar vermek iyidir” gibi bir kuralı
hiçbir toplumda bulamazsınız. Ve hemen her toplumda “doğru söylemek
iyidir, yalan söylemek kötüdür”, “adil davranmak iyidir, zulmetmek
kötüdür”, “insanlara faydalı olmak iyidir, zarar vermek kötüdür” gibi temel
ahlâki doğruların genel kabul gördüğü söylenebilir.

İslâm toplumunda da benzer bir şekilde ahlâkı, kuralları üzerinden
tanımlayarak, nelerin iyi, nelerin kötü olduğunu ifade eden önemli bir
literatür bulunmaktadır. Hadis ve âdâb kitaplarında olduğu kadar muhtelif
menakıb kitapları ve fütüvvetname türü eserlerde gördüğümüz bu iyi ve kötü
fiiller kataloğu, İslâm ahlâkını kuralları üzerinden tanımlayarak, insanlara
ahlâklı olmanın bir sıfat olmaktan daha çok, ahlâki olarak bilinen kurallara
muvafık olarak yaşamak olduğu düşüncesinden hareketle hazırlanmıştır.

Bu çerçevede İslâm ahlâkı denildiğinde, müslümanın davranış düzenine
esas teşkil eden veya davranırken tabi olduğu kurallar kastedilmekte; bu
kurallar ise öncelikle Kur’an-ı Kerim olmak üzere, Hadis kitaplarında
derlenmiş olan Hz. Peygamber’den ve Hz. Peygamber hakkındaki
rivayetlerde bulunmaktadır. Bunlara ek olarak daha sonra yaşamış olan
sahabe, tabiin, tebeü’t-tabi’in yanında İslâm tarihinde toplum nezdinde kabul
görmüş önemli âlim ve zahidlerin hayatları, önemli devlet adamlarının iyi
olarak kabul edilen fiilleri de, özellikle çocukların ahlâki eğitimi söz konusu
olduğunda, müracaat edilen kaynaklar arasındadır. Bu yönden muhtelif
menakıb kitaplarının da ahlâk literatüründen sayılması gerekmektedir.

Ahlâk, özellikle “etik” denildiğinde, modern dönemde ferdi davranış
düzeninden daha çok (bunun için “şahsi ahlâk” tabiri kullanılmaktadır),
toplumsal hayatı düzenleyen kamunun/siyasetin, bu düzenlemede dikkate
aldığı en genel ilkeler kastedilmektedir. Bu çerçevede moral ile etik arasında
bir ayrım yapılmakta, mesela “çevre etiği” denildiğinde, fertlerin
tavırlarından daha çok, sermaye ve ekonominin çevre ile irtibatında dikkate
alması gereken genel ilkeler söz konusu edilmektedir. Bu sebeple Batı
düşüncesinde siyaset ve hukuk düşüncesinin ahlâk felsefesinin bir alt başlığı
olarak ele alınması veya Hegel örneğinde görüleceği gibi, hukuk felsefesinin
ahlâkı ikame etmesi, modern dönemde ortaya çıkan bir gelişmenin, siyaset
merkezli bir oluş ve oluşum sürecinin bir neticesi olarak anlamını ve
konumunu kazanmaktadır.

Bu durum aynı zamanda modern dönemde ahlâkın yöneliş olarak
faziletleri terk edip, onun yerine bir taraftan formelleşmesi ve evrenselliği
formel doğrulukta araması; ama aynı zamanda içerik ile ilgili olarak da
uzlaşmayı/konvensiyonu ön plana çıkarması neticesini ortaya çıkartmıştır.

Alasdair MacIntyre gibi bazı felsefecilerin çok sağlıklı bulmadığı bu gelişme,
günümüzde bütün “ferdiyetçi” veya “bireyselci” ve hatta “liberal” söylemlere
rağmen, ferdin kendi ferdiyetini muhafaza ederek toplumsal hayata katılması
ve orada, kamusal taleplerin tasarrufu dışında, kendini gerçekleştirme
imkanını gittikçe daha fazla yitirdiğini göstermesi açısından önem arz
etmektedir. Bütün toplumsal pratikleri önceleyen ve uygulamaların eleştirel
bir şekilde değerlendirilmesini mümkün kılan bir ahlâk, modern insanlar için
gittikçe daha uzak bir ideal haline gelmektedir. Ahlâkın fertlerde tahakkuk
eden fazilet olarak gerçekleşmesi talebi, bu yönden, insanın modern dönemde
söylemlerin tam da aksine kaybedilen asli özgürlüğünün yeniden talebi
anlamına gelmektedir.

İslâm ahlâkı söz konusu olduğunda ahlâkın içeriği hep aynı olmakla
birlikte, bunun muhtelif bağlamlarda nasıl etkin kılınacağı en temel mesele
olagelmiştir. Bu çerçevede klasik ahlâk eserlerinde üç sorun ele alınmıştır.

(1) Her şeyden önce ahlaki davranışın kuralları zikredilmiştir.

(2) Bu kuralların nasıl uygulanacağı, yaşanmış örnekler üzerinden
gösterilmiştir.

(3) Ahlaki eğitimin amacı, ahlaklı davranmayı bir meleke haline getirmek
olarak kabul edilerek, ahlak eserlerini bu amacın nasıl gerçekleştirileceği
meselesini de dikkate alan kitaplar olarak hazırlamışlardır. Böylece ahlâki
kurallara uyma ve iyi fiiller gerçekleştirme ile bunu bir defalık bir durum
olmaktan çıkarıp, iyi fiiller gerçekleştirmeyi sürekli bir hal haline getirme
arasındaki irtibatın nasıl kurulacağını göstermek te da ahlak ilminin asli
vazifeleri arasında kabul edilmiştir. Böylece ahlaklı olma, insanın iyi
fiilleri geçekleştirme ve kötülüklerden de uzak durmayı karakter
haline getirmiş olması hali şeklinde anlaşılmıştır. Eğer insan
düşünmeden bile davrandığında hep iyi fiilleri gerçekleştiriyor ve kötü
fiillerden de uzak duruyorsa, o zaman “onda ahlaki faziletlerin
bulunduğu” söylenir. Daha farklı bir ifade ile, iyi ahlak onda meleke
haline gelmiştir.

Buna göre iyi fiilleri gerçekleştirme düzeni olarak ahlâklılık, -insanlar
bunu bir meleke haline getirdiği zaman-, ahlâklı insanın bir sıfatı haline
gelmekte; bunun anlamı da bilgi ile varlığın, yani “iyinin bilgisine sahip
olma” ile “iyi olma”nın ahlâklı insanın şahsında birleşerek, bilgi ile varlık,
bilme ile varolma arasındaki farkın ortadan kalkmasıdır. Böyle olunca da
hayatta olan ve yaşayan ahlaklı insanlar, başka insanlara da ahlaklı olma
konusunda örnek ve ahlaki bilginin kaynağı olmaktadırlar. Olması gereken,
ahlâklı insanın hayatı haline gelmekte, böylece olan ile olması gereken özdeş
bir hale gelirken, ahlâklı insanın şahsında ve hayatında gerçekleşen ahlâki
değerler, bu konuda henüz benzer bir yetkinliğe kavuşamamış insanlar için
olması gereken, yani yaşayan, dolayısı ile yaşanabilir bir ideal olarak
ta’ayyün etmektedir.

Son zamanlarda özellikler gençler arasında ortaya çıkan
“örnek insan” sorunu, klasik İslâm toplumları için vaki olan bir sorun değildi.

Klasik İslâm toplumunda alimlerin ve velilerin toplumsal konumunu anlamak
için meselenin bu cihetini dikkate almak gerekmektedir.

Ancak mesele sadece iyinin bilgisi ve yaşanması olarak kalmamakta, bu
bilginin ve hayatın makul bir şekilde temellendirilmesi, özellikle ahlâki
eğitimin imkanı cihetinden, bir zaruret haline gelmektedir. Hem ilkelerin ve
kuralların kaynağı, hem bu ilke ve kuralların nasıl olup ta insanda meleke
haline gelebildiği İslâm ahlâk düşüncesinin önemli sorunları arasında
bulunmaktadır. Diğer taraftan insanların nasıl olup ta başka insanların
hayatlarında ortaya çıkan fiiller ve onların düzeni şeklinde görünür hale gelen
neticeleri hakkında ahlâki hükümler verebildikleri, kendi başına bir mesele
olmuş; bu husus muhtelif cihetlerden ele alınarak, bu alanda muhtelif teoriler
geliştirilmiştir.

Bu son zikredilen konu, İslâm ahlâk teorileri söz konusu olduğunda ayrıca
ele alınacaktır.