Hat sanatının Yâkūt ile ulaştığı estetik kurallar Osmanlı ekolünde en parlak
ve uzun süren olgunluk dönemini yaşamıştır. Osmanlı Devleti’nin kurulup
gelişmeye başladığı XIV. yüzyılda Yâkūt üslûbunun Konya, Sivas, Amasya
gibi Selçuklu ilim ve kültür merkezlerinde benimsendiği ve öğretildiği
bilinmektedir. Selçuklular’ın sanat tecrübesini devralan Osmanlılar’ın Çelebi
Sultan Mehmed’in Anadolu’da siyasî birliği sağlamasının ardından bütün
İslâm sanatlarında olduğu gibi hat sanatında da celî ve aklâm-ı sitte olmak
üzere iki alanda üslûp arayışı içinde oldukları görülmektedir.
Tarihî yapıların kitâbelerinde, Gazneli ve Karahanlılar döneminden sonra
Anadolu Selçukluları zamanında Konya’nın İnce Minareli ve Karatay gibi
âbidelerinde en güzel örnekleri görülen celî tezyinî kûfînin kullanım sahası
yavaş yavaş daralarak yerini zamanla yeni bir biçim kazanan Selçuklu celî
sülüsüne bırakmıştır. Hat tarihinde farklı özellikleriyle beliren Selçuklu
sülüsü Osmanlı erken dönem camileri kitâbe yazılarında etkisini
sürdürmüştür. Hattat Osmanlı padişahları arasında adı geçen II. Murad’ın
Edirne’de himayesi altına aldığı ilim ve sanat adamlarıyla mimari ve hat
sanatında yaptığı yenilikler Osmanlı (İstanbul) üslûbuna zemin hazırlamıştır.
Üç Şerefeli Cami’nin kitâbe yazıları Osmanlı mimarisi gibi celî sülüsünde de
bir dönüm noktasıdır. Bu hazırlık devresinden sonra Osmanlı celî sülüs
ekolünün Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’da yaptırdığı Fâtih Camii
şadırvanlı avlusunda bulunan pencere alınlıklarındaki Edirneli Yahya
Sûfî’nin yazdığı Fâtiha sûresinde ve oğlu Ali b. Yahya Sûfî’nin yazdığı Fâtih
Camii ve Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyun kitâbelerinde bütün özellikleriyle
belirmiş olduğu görülmektedir. Bu yazılarda ulaşılan harflerin oran, biçim,
duruş güzellikleriyle kompozisyon kuralları XIX. yüzyılda Mustafa Râkım
ekolünün doğuşuna kadar hattatlara örnek olmuştur.
Ali b. Yahya Sûfî’nin Topkapı Sarayı Bab-ı Hümayun üzerinde müsenna celî
sülüs hatla yazdığı kitabe.
Sanat severliği ve sanatçıları desteklemesiyle Batı ve Doğu ülkelerinde
derin izler bırakan Fâtih Sultan Mehmed’in özel kütüphanesi için yazdırıp
tezhip ettirdiği, bir kısmı Süleymaniye ve Topkapı Sarayı Müzesi kütüphanelerinde
korunan eserlerin her biri hat ve kitap sanatlarında bu dönemin
üslûbunu ve gerçekleştirilen hızlı gelişmeyi belgelemektedir. Fâtih Sultan
Mehmed zamanında aylıklı sanatkârların çalıştığı “ehl-i hiref” adı verilen bir
teşkilâtın varlığı bilinmektedir. II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim devrinde
genişleyerek faaliyetini sürdüren ehl-i hiref teşkilâtında çalışan sanatkârların
Kanûnî Sultan Süleyman döneminde hat, tezhip, tasvir, cilt gibi kitap
sanatları sahasında doruk noktasına eriştikleri günümüze ulaşan eser ve
belgelerden anlaşılmaktadır.
Ayrıca Fâtih, saray teşkilâtına bağlı Nakkaşhâne-i Rûm ve Nakkaşhâne-i
Acem adlı iki atölye kurarak başına Baba Nakkaş’ı getirmiş, İslâm
dünyasında tanınmış sanatkârları cazip imkân ve ihsanlarla İstanbul’a davet
ederek şehri kültür ve sanat merkezi yapma yolunda büyük çaba göstermiştir.
Sanatkârların yetişmesi için her türlü imkân ve desteğin sağlandığı bu
ortamda aklâm-i sittede şöhretleri İslâm dünyasına yayılmış hattatlar
yetişmiş, bu hattatlar Osmanlı zevkine uygun yeni bir hat ekolünün öncüleri
olmuştur. Bu dönemde şehzade sancağı Amasya’da Sultan II. Bayezid’in
desteğiyle Hayreddin Mar‘aşî etrafında Celâl Amâsî, Cemal ve Celâlzâde
Muhyiddin Amâsî, Abdullah Amâsî, Şeyh Hamdullah ve oğlu Mustafa Dede
gibi Anadolu’nun yedi büyük üstadı (esâtîze-i Rûm) yetişmiştir. Osmanlı hat
ekolünün temeli büyük ölçüde Amasya’da atılmıştır denilebilir. Fâtih Sultan
Mehmed devrinde Amasyalı hattatların aklâm-ı sitteye ve özellikle sülüs ve
nesih yazılarına yeni bir üslûp kazandırma yolundaki çabaları istenen başarılı
sonuçları, II. Bayezid’in hat hocası Şeyh Hamdullah’ı İstanbul’a davet etmesi
ve saray kâtibi olarak görevlendirmesinden sonra vermiş, Osmanlı hat
ekolünün günümüze kadar bütün İslâm dünyasında hükmünü sürdürecek olan
esasları bu dönemde Şeyh Hamdullah tarafından belirlenmiştir. Bunda Şeyh
Hamdullah’ın Yâkūt el-Müsta‘sımî ekolünü sürdüren hattatları etkileyecek
derecede dâhi bir üstat olmasının yanında II. Bayezid’in kendisine her türlü
desteği sağlamasının da önemli payı vardır.
II. Bayezid’in, saray hazinesinde bulunan
Yâkūt el-Müsta‘sımî’ye ait seçkin yazılardan Şeyh Hamdullah’a
kıtalar vererek bunları incelemesini ve Osmanlılar’a has bir yazı tarzı
geliştirmesini istemesi üzerine 890 (1485) yılı civarında uzun süre uzlete
çekilen Şeyh Hamdullah, Yâkūt’un özellikle sülüs ve nesih yazılarından en
güzel harf ve kelimeleri seçerek değerlendirmiş, yeni yazı tarzını kâğıt
üzerinde de uygulayarak Osmanlı veya kendi adıyla anılan Şeyh Hamdullah
ekolünü temellendirmiştir. Şeyh Hamdullah’ın açtığı bu çığırla bir buçuk asır
etkisini sürdüren Yâkūt yazı tarzı İran dışında sona ermiş ve hat sanatı yeni
bir sürece girmiştir.
Bilhassa sülüs ve nesih yazıların işlendiği bu yeni ekolde
mushaf-ı şerif, cüz, murakka‘, kıta ve kitaplarda hat sanatının en güzel
örnekleri verilmiştir. Şeyh Hamdullah’ın günümüze ulaşan, dünyanın önde
gelen müze ve kütüphanelerinde özenle korunan pek çok eserinin ve yazdığı
47 mushaf-ı şeriften başka Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki
(Emanet Hazinesi, nr. 2083, 2084, 2086) aklâm-ı sitte murakka‘ları Osmanlı
üslûbunun özelliklerini ve Osmanlı hat ekolünde gerçekleşen yenilikleri
gösteren güzel eserleri arasında yer alır.
Yâkūt yazılarındaki durgunluk Osmanlı ekolünde harflerin oran ve
aralıkları, kelimelerin satıra en güzel şekilde oturtulmasıyla aşılarak yazıya
akıcılık, kıvraklık, sevimlilik ve canlılık kazandırılmıştır. Zamanla reyhânî ve
tevkiî yazılar terkedilmiş, muhakkak yazı besmele yazımında, rikā‘ “hatt-ı
icâze” adıyla hattat ketebelerinde, ilmiye icâzetnâmelerinde ve kitapların
ferağ kayıtlarında sınırlı biçimde kullanılmıştır. Osmanlı hat ekolünde nesih
yazı hayranlık uyandıracak derecede güzelleşmiş, kolay okunan bir yazı
olması sebebiyle kitap ve mushaf-ı şerif yazısı olarak tercih edilmiştir. Yâkūt
el-Müsta‘sımî’den sonra yaygınlaşmış olan muhakkak, reyhânî veya aklâm-ı
sittenin karışık şekilde tasarlandığı mushaf yazma geleneği görülen pek az
örneği dışında uygulanmamıştır.
Şeyh Hamdullah’ın Yâkūt’un aklâm-ı sitte üslûbunu aşıp Osmanlı zevkini
ortaya koymasının ardından Kanûnî Sultan Süleyman devrinde Anadolu’nun
yedi büyük üstadı arasında adı geçen, “şemsü’l-hat” (hattın güneşi) ve Yâkūtı
Rûm diye tanınan Ahmed Şemseddin Karahisârî, Yâkūt’un aklâm-ı sitte
tarzını yeni bir yorumla canlandırmış, celî ve müsennâ yazılarda Ali b. Yahya
Sûfî’nin yazılarını örnek alarak harf bünyelerinde ve kompozisyonlarda daha
güzel oran ve biçimler elde etmiş, Osmanlı hat sanatında kendi adıyla anılan
üslûbu ortaya koymuştur.
Süleymaniye ve Edirne Selimiye camileri kitâbe
yazılarının ünlü hattatı Hasan Çelebi, bir müddet hocası Karahisârî’nin
üslûbunu devam ettirdikten sonra sülüs ve nesihte Şeyh Hamdullah üslûbunu
benimsemiş, bu çığırda eserler vermiştir. Karahisârî’nin aklâm-ı sittede açtığı
yol bir nesil sonra yerini Şeyh Hamdullah ekolüne bırakmış, ancak celî
yazıları Mustafa Râkım’a kadar hattatlara örnek olmaya devam etmiştir.
Şeyh Hamdullah ve bilinen kırk üç talebesi etrafında oluşan Osmanlı hat ekolü oğlu Mustafa Dede (ö. 1538), damadı Şükrullah Halîfe ile sürmüş, sarayın ve aydınların destek ve teşvikiyle Pîr Mehmed (ö. 1580), Hasan Üsküdârî (ö. 1614), Hâlid Erzurûmî (ö. 1630’dan sonra), Derviş Ali (ö. 1673), Suyolcuzâde Mustafa (ö. 1685), Hâfız Osman (ö. 1698), Yedikuleli Seyyid Abdullah (ö. 1713), Eğrikapılı Mehmed Râsim (ö. 1756) gibi ünlü hattatlar elinde zaman içinde işlenerek yeni tarz ve şiveler kazanmıştır.
Hâfız Osman Ekolü. XVII. yüzyılın ikinci yarısında II. Mustafa ile III.
Ahmed’e hat hocalığı yapan Hâfız Osman, Şeyh Hamdullah’ın yazıları
üzerinde yaptığı estetik değerlendirmeyle yeni bir üslûp ortaya koymuştur.
Hâfız Osman’ın açtığı bu çığır dönemin bütün hattatlarını etkilediği gibi
asırlarca İslâm dünyasında etkisini sürdürmüştür. Hilye-i şerif düzenleyen ilk
hattat olan Hâfız Osman günümüze ulaşan altı çeşit yazıda pek çok murakka‘
(güzel yazı albümü) levha, en‘âm, delâilü’l-hayrât ve yirmi beş mushaf-ı şerif
yazdığı bilinmektedir. Bu mushaflardan bazıları okunuşundaki rahatlık ve
kolaylık sebebiyle basılarak bütün İslâm dünyasına yayılmıştır.
Mustafa Râkım Celî Ekolü ve Üstatları. Ahmed Şemseddin Karahisârî’den sonra Osmanlı celî sülüsünün Mustafa Râkım’a kadar önemli bir gelişme kaydetmediği görülür.
II. Mahmud’un hat hocası Mustafa Râkım,
ağabeyi İsmail Zühdü’den öğrendiği Hâfız Osman’ın sülüs tavrını celî sülüse
uygulayarak yeni bir üslûp geliştirmiştir. Mustafa Râkım’ın taşa hakkedilmiş
Nakşidil Sultan Türbesi ve hazîresi kitâbesiyle Zevkî Kadın Sıbyan Mektebi
ve Çeşmesi kitâbesi, Nusretiye Camii kuşak yazısı, müzelerde korunan
levhaları (TİEM, nr. 2732; TSM, Güzel Yazılar, nr. 324/12) Osmanlı celî
sülüs ekolünde harf ve kelimelerin biçim, oran ve kompozisyon bakımından
eriştiği mükemmelliği gösteren örnek yazılardır. Talebeleri Mehmed Hâşim
ve Recâi efendilerle devam eden bu üslûp Sami Efendi ile yeni bir şive
kazanmış, celî sülüs harflerin nisbet ve duruşları bakımından en güzel şekline
erişmiştir.
Sami Efendi’nin müze ve özel koleksiyonlarda zerendûd hazırlanmış celî
sülüs ve ta‘lik levhalarından başka İstanbul Altunîzâde ve Cihangir
camilerinin iç mekân duvarlarında asılı, altınla işlenmiş celî yazı örnekleri,
bilhassa Yenicami çeşme sebilinin celî sülüs kitâbesi, Kapalı Çarşı
kapılarındaki yazılar, Bâbıâli Nallı Mescid’in batı cephesindeki kapı yazısı,
Osmanlı celî ekolünün onun kaleminde en üst düzeye ulaştığını belgeleyen
örneklerdendir.
Sami Efendi’nin üslûbu Çarşambalı Ârif Bey, Abdülfettah
Efendi, Mehmed Nazif Bey, Ömer Vasfi, Mehmet Emin Yazıcı, İsmail Hakkı
Altunbezer, Beşiktaşlı Nûri Efendi, Macit Ayral, Mustafa Halim Özyazıcı ve
Hamit Aytaç gibi ünlü celî hattatları tarafından XX. yüzyılda başarıyla temsil
edilerek Osmanlı hat sanatının en güzel eserleri verilmiştir. XIX ve XX.
yüzyıl hat sanatının en parlak altın çağı olarak değerlendirilmiştir. Mustafa
Râkım’ın çağdaşı Mahmud Celâleddin Efendi sert ve donuk özellikleriyle
farklı bir celî sülüs üslûbu geliştirmişse de bu üslûp daha sonra terkedilmiştir.
Bestekâr Kazasker Mustafa İzzet Efendi, talebesi Mehmed Şefik Bey,
Abdullah Zühdü Efendi, Çırçırlı Ali Efendi, Muhsinzâde Abdullah Hamdi
Bey gibi üstatlar Hâfız Osman ve Mahmud Celâleddin karışımı bir üslûpta
yazmışlardır. Kazasker Mustafa İzzet tavrını devam ettiren Kayışzâde Hâfız
Osman Nuri ve Hasan Rızâ efendiler mushaf hattını güzelleştiren ve
yazdıkları âyet ber kenar sayfa tutar mushaf-ı şeriflerle İslâm dünyasında
büyük şöhret kazanmış hattatlardır. Hâfız Osman ve Mustafa Râkım
üslûbunun en güzel taraflarını alarak yeni bir üslûp ortaya koyan Şevki
Efendi sülüs, nesih yazılarını mükemmel seviyede yazmayı başarmıştır.
Talebesi Filibeli (Bakkal) Ârif ve Fehmi efendilerle Kâmil Akdik bu üslûbu
takip eden üstatlardandır. Bakkal Ârif Efendi’nin talebesi Aziz Rifâî, Şevki
Efendi üslûbunu on bir yıl kaldığı Kahire’de kurduğu Medresetü tahsîni’lhutûti’l-melekiyye’de
İslâm ülkelerinden gelen genç nesillere öğreterek
Osmanlı hat üslûbunun yayılmasında ve bugüne ulaşmasında önemli rol
oynamıştır.