Osmanlı mimarisinin geniş kapsamlı programlarında yapıların, birbiriyle
yakın ve uzak ilişki içinde oldukları görülmektedir. Sivil kategoride
inceleyeceğimiz yapılar da aslında büyük bir bölümüyle bir külliyeyi
meydana getiren parçalar içinde yer alır.
a. Hastahane-Dârüşşifa-BîmarhaneOsmanlı toplumundaki sağlık hizmetlerini karşılamak için dârüşşifa veya
bîmarhane denilen hastahaneler kurulmuştur. Daha çok bir tıp medresesinde
teorik ve pratik (nazarî ve amelî) dersler verilerek tabipler yetiştirilmiş ve
hastalara hizmet edilmiştir. Plan kurgusu olarak medrese yapılarına
benzeyen, kârgir, kubbeli revaklı veya revaksız bir avlu etrafında muhtelif
odalardan ibarettir. İlk Osmanlı hastahanesi diyebileceğimiz Bursa Yıldırım
Dârüşşifası’ndan (1398) sonra İstanbul’daki ilk hastahane Fâtih Külliyesi’nde
idi. Daha çok akıl hastalıkları için kullanıldığı anlaşılan II. Bayezid’in
Edirne’deki dârüşşifası (1486), külliyesinin bir parçasıdır. Üç bölümden
oluşan orijinal bir plan tertibi vardır. XVI. yüzyıl ortasında İstanbul
Süleymaniye Dârüşşifası Tıp Medresesi ile birlikte ele alınmıştır. Yine
Haseki Dârüşşifası kendi içinde farklı bir özelliğe sahiptir. XVII. yüzyılda da
İstanbul Sultan Ahmed Dârüşşifası’nı görürüz. XIX. yüzyıldan itibaren de
Batılı anlamda hastahaneler yapılmaya başlanmıştır.
b. İmaret-Tabhaneİmaret kelimesi, mamur edilen yer manasına gelmekle beraber, sonraları
sadece bir tek faaliyeti, yani aş pişirilip dağıtılan yerleri ifade eder olmuştur.
Osmanlı mimarisinde zaman zaman her iki şekilde de kullanılmıştır. Hemen
bütün büyük külliyelerde imaretlere rastlanmakta ve vakfiyelerinde bu
hususta çok detaylı bilgi bulunmaktadır. Esas olarak kârgir, kubbeli, ocaklı
mutfakları, me’kel denen yemek salonları, çeşitli hizmetler için kullanılan
anbar ve kilerleri bulunan yapılardır. Plan olarak tam ve kesin bir prototip
göstermeyen bu yapılar, büyüklük ve küçüklüklerine göre şekil almıştır.
İmaretlerde vakıf sahibinin koyduğu şartlar içinde, fakirlere olduğu kadar,
külliyenin misafirhanesinde yani tabhanesinde üç gün için kalan misafirlere,
varsa medrese talebelerine, tesisin hizmetlilerine yemek karşılıksız
dağıtılmaktadır. Bundan başka imaret ve tabhanelere bağlı kervansaray veya
ahırlar da bulunmaktadır. Ahırlarda yolcuların hayvanlarına bakım yapılması
ve yem dağıtılması vakfın şartlarındandır. İstanbul II. Bayezid Külliyesi’nde
imaret-kervansaray ve ahırlar ayrı bir birim halindedir. Üsküdar Atik Vâlide
Külliyesi’nde de imaret-kervansaray ve tabhane yine birlikte planlanmıştır.
Tabhane ise bir misafirhanedir. Önceleri, daha çok camilerin iki tarafında
birer veya ikişer oda halinde iken, İstanbul II. Bayezid ve Sultan Selim
külliyelerinde ve Edirne II. Bayezid Külliyesi’nde yazlık ve kışlık olmak
üzere dörder oda ve eyvanlar şeklindedir. İstanbul II. Bayezid Camii’nin
tabhaneleri sonradan ara duvarları açılarak camiye dahil edilmiştir.
Tabhanelere caminin dışından girilebilmekte, namaz vakitlerinde misafirler
cami harimine açılan bir kapıdan içeriye dahil olabilmektedirler. Tabhaneler
klasik dönemde artık ayrı bina olarak yapılmaya başlanmıştır. Fâtih ve
Süleymaniye külliyelerinde imaret-dârüzziyafe ve tabhane ayrı yapılar
halindedir.
c. Su YapılarıHamam-Kaplıca-Ilıca, Su Bendleri-Kemerler, Çeşme, Şadırvan ve Sebiller
Osmanlı mimarisinde görülen su yapıları içme ve temizlik işleri olarak
ikiye ayrılsa da aynı su her iki grup için de kullanılmış, ancak temizlik ve
içme işine göre farklılaşan yapılarla hizmet vermiştir.
Varlığı İslâm dünyasında VII. yüzyıl kadar giden hamamlar, Selçuklu
Türkleri’nde XII. yüzyıldan itibaren görülmeye başlamıştır. Anadolu’da
köşk, saray, kışla ve çarşı hamamları yapılmıştır. Bunların ihtiyaçlara göre
çeşitli ölçü ve planda oldukları görülür. Bundan başka, seferlerde kullanılan
ve tepme keçeden yapılan çadır hamamlarının varlığı bilinmektedir. Bunun
yanında tedavi maksadıyla kullanılan ılıca-kaplıcalar daha az sayıda
bulunmaktadır. Hamam, ılıca-kaplıca ve çeşmeler esas itibariyle bir su
tesisatına ve bilgisine ihtiyaç gösteren yapılardır. Bunun için de mimar sınıfı
içinde suyolcuları ve su nâzırı önemli bir yere sahiptir.
Hassa Mimarları Ocağı’nda da mimarbaşıdan sonra gelen en büyük rütbe
su nâzırlığı dır. Kadınlar ve erkekler için tek ve çifte hamam olarak
adlandırılan çarşı hamamları, kârgir ve kubbeli olarak yapılmışlardır.
Hamamlar çok değişik plan tertibine rağmen bünyesinde dört ana unsuru
barındırır. Bunlar, camekân veya soğukluk denen soyunma yeri, bir geçit
vazifesi gören ve temizlik bölümlerinin de bulunduğu ılıklık, halvetlerin ve
göbek taşının ve halvetlerin bulunduğu sıcaklık, ısıtma biriminin bulunduğu
külhan ve sıcak su haznesi. Bu hamamların zeminleri ve duvarları belli bir
yüksekliğe kadar mermerle kaplanmıştır. Duvar içlerinden ve zemin altındaki
kanallardan sıcak hava ve künklerle sıcak sular geçirilerek ısıtılmaktadırlar.
İstanbul II. Bayezid ve Mahmud Paşa hamamları gibi çok müzeyyen ve
büyük olanları gibi, son derece basitleri de vardır. Edirne Sokullu ve İstanbul
Ayasofya hamamları önünde birer kubbeli revak göze çarpar. Hatta Zeyrek’te
Çinili Hamam diye bilinen Barbaros Hayreddin Paşa’ya ait hamamın içi bir
ölçüye kadar çinilerle süslenmiştir.
Kaplıca ve ılıca içinde çeşitli minerallerin bulunduğu tabii sıcak su
kaynaklarından istifade edilerek Bursa gibi belli yerlerde yapılmışlardır.
Hamamlardan farklı olarak topluca yıkanılan bir havuzu bulunmaktadır.
Burada ısıtma suyun kendi tabii sıcaklığı ile sağlanmaktadır. Yapı olarak aynı
malzemelerle yapılmıştır. Bursa’da Eski ve Yeni kaplıcaları, Kükürtlü
kaplıcaları örnek olarak gösterebiliriz.
Bilhassa büyük şehirlerin, özellikle İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak
için kullanılan su bendleri ve kemerleri cami yapılarından sonra en büyük
mühendislik ve mimarlık yapılarıdır denebilir. Mimar Sinan İstanbul’un
kuzeyindeki büyük ormanlarda bulunan su havzalarından suları bendlerle
toplayarak muazzam kemerlerle şehre getirmiştir. Bu büyük mühendislik
girişimi (1554-1569) Sinan’ın biyografisini kaleme alan Sâî Çelebi’nin
Tezkiretü’l-bünyân’ında etraflıca anlatılmıştır. Suyun miktarı lülelerle
ölçülerek şehre taş galeriler ve künklerle getirilir ve maksem denilen suyun
taksim edildiği yapılardan sonra şehre, çeşme ve hamamlara, cami
şadırvanlarına dağıtılır.
Bu dağıtım sırasında suyun basıncını düşürmek için su terazileri
kullanılırdı. Bu su tesislerinden bazıları Bend Kemeri, Uzun Kemer ve bir
mühendislik olduğu kadar mimarlık harikası olan Moğlova Kemeri’dir.
Osmanlı mimarisinde çeşmeler, halka hizmet ederek sevap kazanmak
prensibinin ve sadaka-i câriye denilen inancın bir neticesi olarak, hemen her
mahalleye dağılmıştır. Başlangıçta her külliyede bir çeşme ve şadırvan
yapılırken, sonraları XVII. yüzyıldan itibaren sebiller ilâve edildiği görülür.
Çeşmeler klasik devirde kitâbeli veya kitâbesiz basit bir kemer ve ayna taşı
şeklinde inşa edilirken, sonraları bilhassa son derece müzeyyen, meydan ve
köşelerde birkaç yüzlü çeşmeler yapıldığı görülür (Davud Paşa Çeşmesi ve
II. Ahmed Çeşmesi örneğinde olduğu gibi).
Şadırvan hemen sadece cami, medrese, han avlularında havuzlu olarak ve
abdest ihtiyacını karşılamak için yapılmışlardır. En güzel örneklerinden biri
Ayasofya Şadırvanı’dır.
Ayasofya Şadırvanı - İstanbul
Sebiller ise daha çok XVIII. yüzyılda ortaya çıkan bir tarzdır. Artık
külliyelerin mimari programının ayrılmaz bir parçası haline geldiği görülür.
Daha çok gelen geçene su ikram etmek için kurulmuştur. Külliyenin
köşebaşında veya avlu kapısının yanında dışarıya doğru çıkan, beş veya çok
kenarlı, bronz veya demir kafesli fevkalâde süslü sebiller yapılmıştır.
d. Bedesten, Arasta ve ÇarşılarOsmanlı şehirlerinde şehrin alışveriş merkezini teşkil eden bu yapılardan
bedestenler, çarşılar ve arastalar birbirini tamamlayan yapılardır. Bedestenler,
kıymetli malların saklandığı ve satıldığı kârgir muhkem yapılardır.
Aynı zamanda para ve kıymetli eşyanın korunduğu ve saklandığı sandıkları
vardır. Yapının içinde ve dışında dükkânlar bulunabilir. Sabahları açılıp
akşamları kapanan ve bekçilerle muhafaza edilen bedestenler her şehirde
yalnızca bir tane bulunur. Fâtih tarafından İstanbul’da istisna olarak iki
bedesten yaptırılmıştır. Yine İstanbul’da Fâtih tarafından kârgir olarak ve
sokaklar şeklinde yaptırılan Kapalıçarşı’nın birkaç kapıdan kontrol
edilebilecek şekilde inşa edildiği görülür.
Her iki bedesten de buradadır ve taş ayaklar üzerinde kubbeli olarak
yaptırılmıştır. Edirne Ali Paşa Çarşısı üstü tonoz örtülü uzun bir sokak
şeklindedir. Ankara Mahmud Paşa Bedesteni on kubbeli ve etrafında iki sıra
dükkânları olan çarşısı ile 3000 m2 ’ye oturan muazzam bir yapıdır.
Edirne’de Eski Cami’nin vakfı olan Çelebi Mehmed Bedesteni ve
Bursa Yıldırım Bedesteni hemen hemen aynı planda yapılmış on dörder kubbeli, içinde
dolapları ve dışında dükkânları olan bedestenlerdir. Saraybosna’daki Bursa
Bedesteni ise Bursa’dan gelen ipek ticaretinin merkezidir. Arasta ve çarşılar
bu bedestenlere bağlı veya ayrı şekilde yine kârgir olarak yapılmışlardır.
Önemli örneklerden biri Sultan Ahmed Cami’nin arastasıdır.
e. Han ve KervansaraylarDaha önce Büyük ve Anadolu Selçukluları’nda muhteşem örneklerini
gördüğümüz konaklama yapıları olan kervansaraylar Osmanlılar’da biraz
farklı bir durum arzeder. Hanlar daha çok şehirlerdeki ticaret ve konaklama
merkezlerini, kervansaraylar ise şehir ve kasabalar arasında yollar üzerinde
olan konaklama yapılarını ifade eder olmuştur. Esas olarak kârgir, ortası
avlulu, şadırvanlı ve bazan şadırvan üzerinde bir mescidi bulunan ve iki katlı
olan hanların üst katlarında yolcular, altta ise hayvanlar barınır ve yükleri
korunurdu. Bazı hallerde de, Bursa Koza Hanı ve İpek Hanı’nda olduğu gibi
belli ticaret mallarının ve o işle iştigal eden tüccarların kullandığı hanlar
vardır. Şehirlerin ticaret hayatı bu hanlarda şekillenir, gelişir ve yürütülürdü.
İstanbul’da en eski han olarak Fâtih devrinde yapılmış olan Kürkçü Hanı’nı
buna örnek olarak gösterebiliriz.
Kervasaraylar ise plan olarak bilhassa klasik öncesi ve klasik dönemde
tonozla örtülü ve uzun kârgir bir yapı olarak karşımıza çıkar. Yolcular, ocaklı
yan duvarların önündeki setler üzerinde dinlenir, yemek yerler. İki set arası
hayvanlara ve yüklere ayrılmıştır. En belirgin örneklerden biri,
Büyükçekmece Köprüsü yanındaki Sultan Süleyman Kervansarayı’dır
(1566).
f. KöprülerOsmanlı köprüleri kendinden önceki emsalleri gibi günümüze gelenler kârgir
olanlardır. Ahşap köprüler zamanla yok olmuşlardır. Köprüler, geçtikleri
nehir ve vadilere, enlerine ve boylarına ve kemer açıklıkları ve kemer
sayılarına göre değerlendirilmektedir. Bazılarının tarih köşkleri, kitâbeleri
mevcuttur. 100’ün üzerinde miktara ulaşan bu köprülerin içinde en uzun
olanlarından biri olan Ergene Köprüsü 174 gözlü 1392 metredir. Mimar
Hayreddin tarafından 1566’da yapılan ve 1993’te Hırvatlar tarafından yıkılıp
2004’te tekrar yapılan tek kemerli 28,59 m. açıklığı ile Mostar Köprüsü
mühendislik yanında aynı zamanda bir mimarlık âbidesidir. Mimar Sinan’ın
bilinen sekiz köprüsünün en meşhurları Sultan Süleyman’ın Büyükçekmece’deki
köprüsü 635 m. ve Sokullu Mehmed Paşa’nın Drina Suyu
üzerindeki Vişegrad Köprüsü ise 179 m. boyundadır.
g. Saraylar, Köşk ve Kasırlar, Yalılar ve EvlerOsmanlı mimarlık yapıları içinde saraylar mütevazi bir yer tutar. Büyük
konaklar da tarih içinde bazan saray adını almıştır. Evliya Çelebi İstanbul’da
elli üç hanedan ve vezir sarayının isimlerini saymaktadır. Osmanlı padişahlık
Eski Türk evinin esas özelliği olarak, mütevazi, sade ve çok fonksiyonlu ve
ekonomik oluşunu söyleyebiliriz. Bir tek oda bile bir çadırdaki gibi her türlü
ihtiyacı, yani barınma, yatma, yeme-içme, yıkanma gibi her türlü günlük
ihtiyaçları bünyesinde barındırmaktadır. Bu odalarda sedirden başka hareketli
eşya bulunmamakta, derin ve büyük dolaplar şeklindeki yüklüklerde yatak ve
yorganlar, yine bir banyo (gusülhane) ve ocak günlük hayat için her şeye
yetmektedir.