Türkiye Selçukluları Mimarisi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Türkiye Selçukluları Mimarisi
« : 28 Ocak 2018, 10:53:26 »
XIII. yüzyıl Anadolu’da Selçuklu muhteşem üslûbunun yaratıldığı bir
devirdir. Kesme taş anıtsal mimari ve yaratılan mekân etkisini zenginleştiren
çini mozaik mihrap ve kubbe içleri, geometrik ve bitkisel süslemeli ağaç
minber ve kapı-pencere kanatları bu devrin mimarisine ayrı bir özellik
kazandırır.

Konya’da Alâeddin Camii muhteşem ağaç minberinden de
anlaşıldığı gibi Sultan Mesud ve Kılıcarslan devrinden başlayıp, 1220’de
Alâeddin Keykubad tarafından tamamlatılmış bir yapıdır. Anadolu
Selçukluları’nın siyasî ve askerî faaliyetlerinin en yoğun devrine işaret eden
bu süre içinde yapı, geniş ve iki ana bölümlü olarak ortaya çıkmıştır.

Doğuda, çeşitli sütunlara dayalı düz damlı kısım, batıda ise mihrap önünde kubbenin yer aldığı bölüm vardır. 1223 yılında Alâeddin Keykubad’ın Niğde’deyaptırdığı Alâeddin Camii de üzerinde durulması gereken bir eserdir. Kesme taştan yapılmış olan bu eser, mihrap duvarına dikey üç neften meydana gelir.

Mihrap duvarı önündeki yan yana üç bölüm üç kubbe ile diğer taraflar
tonozlarla örtülüdür. Ortada avlu fikrini yaşatan açık kısım yer alır. Ana giriş
doğu tarafında, yandadır. Süslemeleri, taş işçiliğinde figürlü kabartmaları ile
yapının yüksekliğini aşar. İlk orijinal Anadolu Selçuklu minarelerinden biri
olan kesme taştan silindir biçimindeki minarenin arkasında mahfile açılan
ikinci giriş yer alır. Alâeddin Keykubad’ın yaptırdığı Malatya Ulucamii ise
kesme taş ve tuğla bir yapı olup 1224’te tamamlanmış, daha sonra onarımlar
görmüştür. Mihrap önünde kubbe ve arkasında revaklı iç avluya açılan eyvan
diğer taraflar tonozlarla örtülüdür. Bu yapı ve mimarı, Anadolu Türk
ustalarının İran Büyük Selçuklu mimarisine yabancı olmadıklarını, fakat
yepyeni bir yaratma heyecanı ile yeni denemeleri tercih ettiklerini gösteriyor.

Yapıda, eyvan ve revaklardaki çini mozaik ve sırlı tuğlanın ayrı bir önemi
vardır. Kayseri’de Alâeddin Keykubad’ın hanımı Mahperi Huand Hatun
Külliyesi (1238), cami, medrese, hamam ve kümbetiyle ilk Anadolu Selçuklu
külliyesidir. Cami, mihrap önü kubbesi, eyvan, küçük açıklı orta nef gibi
özellikleriyle bir bakıma Malatya Camii’ne bağlanır. Yanlara doğru
genişletilen mihrap bölümü ile de Kayseri ve Erzurum Ulucamilerine
yakındır. Kesme taş yapılardan cami ve medrese, kümbeti de içine alan bir
kale görünüşündedir. 1237 tarihli Amasya Burmalı Minare cami minaresiyle
olduğu kadar, dikine gelişen üç nefli yapıdaki denemelerle de dikkati çeker.
Cephesinde bir de kümbet vardır. Amasya’da, medrese görevindeki
mekânlarıyla Gök Medrese Camii de önemli bir basamak yapıdır (1266).

1281’de tamamlanan Develi Ulucamii aynı prensipleri tekrarlayan bir
yapıdır. Geleneksel formların değiştirilerek yeni bir sentez içinde
kaybolmadan yaşatıldığı bu yapılar yanında, ağaç direkli Anadolu Selçuklu
camileri ikinci grubu meydana getirirler. Çok eski Türk mimari geleneğini
yaşatan bu mimarinin en güzel örnekleri 1258 tarihli Sâhip Ata Camii ile
başlar. Bugün yalnız eski cami ve külliyenin çifte minareli portali ayaktadır.

Sebillere sahip olan bu yivli minareli portal, bu devrin ünlü mimarı Kölük b.
Abdullah’ın eseridir. 1272 tarihli Afyon Ulucamii’nde ağaç direklerin
mukarnaslı başlıkları, XIII. yüzyıl ortalarından Sivrihisar Ulucamii’nin
değişik ağaç direk başlıkları ve minberi, Ankara Aslanhane Camii’nin çini
mozaik ve ştuk karışımı mihrabı ve minberi bu tip yapıların en çok tanınan
kısımlarıdır.

Ağaç direkler üzerinde ahşap konsollara oturtulan düz tavanlı,
toprak damlı bu yapıların en gelişmiş örneği Beyşehir’de yüzyılın sonunda
1299’da tamamlanmış olan Eşrefoğlu Camii’dir. Mihrap önünde mozaik çini
kaplamalı kubbesi, yüksek taş portali ve çini mozaik mihrabı ile giriş
duvarını kaplayan çini mozaik süsleme yanında, kaliteli ağaç işçiliği ve
yanındaki kümbetin kubbe içini süsleyen çini mozaik dekoru ayrıca dikkate
değer.

XIII. yüzyıl Anadolu Selçuklu cami mimarisinin üçüncü bir grubunu
meydana getiren mescidler, genellikle Konya’dadır. Akşehir ve Alanya’da da
benzerleri bulunan bu yapılar, tek kubbeli küçük ölçüde ele alınmış
yapılardır. Ortak özellikleri bir kısmında kapalı, bir kısmında açık revak
şeklinde hazırlık mekânlarına sahip olmalarıdır. Bu biçim XIV. yüzyıl
mimarisinde başlayacak olan -son cemaat yeri- unsurunun ilk işaretçisidir.

1215 tarihli Taş Mescid kapalı son cemaat yeri ile iç ve dış portallerdeki
geometrik geçme taş işçiliği ile dikkati çeker. Sırçalı Mescid ise XIII. yüzyıl
son yarısında tek kubbeli, üç kemerle açılan son cemaat yeri ve minaresiyle
dikkati çeker. Bu yapılar, kubbeye geçişlerde çeşitli problemleri ele alarak
tek kubbeli, açık son cemaat yerli Osmanlı camilerinin gelişmesine öncü
olmuşlardır. Çini mozaik mihrapları da ayrıca önemlidir.

Anadolu Selçuklu medreseleri, avlulu ve kapalı tiplerin her ikisini de
geliştirmiştir. Kayseri’de 1205 tarihli Çifte Medrese, Şifahane ve Tıp
Medresesi olarak ele alınmıştır. I. Gıyâseddin Keyhusrev’in medresesi ve
kardeşi Gevher Nesibe’nin şifahanesinden oluşan her iki yapı eyvanlı,
revaklı, avlulu şemaya sahiptir. Piramit çatılı kümbet de buradadır. 1217’de
Sivas’ta Sultan I. İzzeddin Keykâvus tarafından yaptırılan şifahane, dört
eyvanlı, revaklarla çevrili avlusunda ocaklı medrese odaları bulunan en
büyük ölçülere sahip Selçuklu medresesidir. Güney eyvanını on kenarlı ve
piramit çatılı kümbet biçiminde örtüye sahip türbesi kaplar. Çini mozaik
süslemeli cephesi ve kasnaktaki tuğla işçiliği dikkati çeker. Ana eyvanın iki
yanında sembolik figürler yer alır. Konya’da Sırçalı Medrese iki katlı, revaklı
avlulu ve eyvanlı bir medrese olarak 1242’de eyvanı kaplayan çini mozaik
süslemeleriyle bu adı almıştır.

Akşehir’de Sâhib Ata’nın Taşmedrese’si, dışa
açık mescidi ve çifte şerefeli tuğla minaresiyle üç eyvanlı bir yapıdır. Minare
yanında revaklarda da tuğla kullanılmıştır. Sırçalı Medrese’de de olduğu gibi
burada da türbe medresenin bir bölümünü kaplamakta, ana eyvanın iki
yanında kubbeli odalar yer almakta ve mermer kaplamalı portal anıtsal etkiyi
artırmaktadır.

Açık avlulu medreseler yönünden Kayseri önemli bir
merkezdir. Avgunu, Sirâceddin, Huand, Sâhibiye medreseleri hep bu tipin
gelişmesini sürdürmüşlerdir. 1271’de Sivas’ta yapılan üç medrese
birbirleriyle yarışırcasına açık avlulu medrese planlarını geliştirerek devam
ettirmişlerdir. Çifte Minareli Medrese’nin yalnız anıtsal cephesi bütün taş
süslemeleriyle ayaktadır. Gök Medrese ise dört eyvanlı şeması yanında,
mermer kaplama anıtsal portali yanında yer alan çeşmesi ve köşe kuleleriyle
kesme taş mimarisinin önemli örneklerinden biridir. Çifte Minareli portalinde
on iki hayvanlı eski Türk takvimini yaşatan kabartmalar yanında eyvanındaki
çini mozaik kaplamalarla da dikkati çeker.

Adını firuze çini kaplamalardan alan Tokat Gök Medrese bu tipin iki katlı
olarak uygulanmış sağlam bir örneğidir. Sivas Çifte Minareli Medrese gibi
İlhanlı hâkimiyeti devrine bağlanmak istenen Erzurum Çifte Minareli
Medrese’nin 1277’den önce tam bir Selçuklu üslûbu ile yapıldığı anlaşılıyor.
Sonunda eyvana bağlı kümbetle planı biraz uzayan yapı, dört eyvanlı, iki
katlı muhteşem bir yapıdır. Mimari boyutları kadar süslemelerdeki dengesi
ile de dikkati çeker. Portal, eyvanlar, pâyeler ve mekân dağılışıyla Anadolu
Selçuklu medrese mimarisinin bütün özelliklerini ve plastik anlayışını
aksettiren bir yapıdır.

Anadolu’da Dânişmendliler’le başlayan “kapalı medrese” şeması
Selçuklular’da ele alınarak gelişmesini tamamlamıştır. 1210 tarihli Afyon,
Boyalıköy Medresesi harap bir haldedir. İskân bölgesi dışında bir hankah
karakteri gösteren yapıda simetrik ve dengeli bir plan uygulanmıştır.
1224’ten Atabey’de Ertokuş Medresesi bitişik kümbeti ve ortada ayrıca dört
sütuna oturan merkezî kubbesi ile değişik bir uygulamadır. Selçuklular’ın en
zengin anıtsal mekân yapılarından birine sahip olan Konya’da Karatay
Medresesi’nde 1251 tarihinde dengeli ve simetrik bir plan şeması görülür.

Ortadaki büyük kubbenin ortasında bir aydınlık feneri vardır. Eyvanın iki
yanındaki kubbeli odalar bütün medreselerde kaçınılmaz uygulamalar
olacaktır. Kubbe ve duvarları kaplayan çini mozaik zengin süslemeler
mimariyle tam bir denge içindedir ve mekânın etkisini kuvvetlendirir.

Portalde Zengîler’den gelme geometrik renkli taş geçmeler dikkati çeker.
Sâhib Ata’nın yaptırdığı Konya’daki İnce Minareli Medrese 1260-1265
tarihinde anıtsal portali, yanında dışa açık mescidi ve çifte şerefeli
minaresiyle apayrı bir görünüşe sahiptir. İri plastik taş işçiliği yanında,
düğümlü geniş şeritler halinde değerlendirilen kitâbeler portale apayrı bir
özellik katar. İçte sade mekân etkisi çıplak tuğla mimari ile elde edilmiştir.

Kümbet ve türbeler şeklinde ele alınan mezar anıtlarından medrese,
külliye diğer yapılara bağlı olanlar yanında tek başına yapılmış olanlar da
önemli yer tutar. Anadolu’da daha mütevazi ölçüde yapılmakla beraber bu
mezar anıtları yaratıcı bir araştırma ve deneme çabası ile zengin örnekler
vermiştir. Selçuklu kümbetlerinin ilki olarak görülebilen Konya Alâeddin
Camii avlusundaki II. Kılıcarslan Kümbeti 1192’den önce yapılmıştır.

Tercan’daki Mama Hatun Kümbeti değişik bir biçim göstermekte, ortada yer
alan külahlı mezar anıtı nişlere sahip yuvarlak bir çevre duvarı ile
kuşatılmaktadır. Plan şekli Aral gölü kıyılarındaki Hunlar’a mal edilen
milâttan önce III. yüzyıla ait mezar anıtları ile yakın benzerlik göstermekte,
bu bakımdan da ayrıca önemi artmaktadır. Kayseri’de Döner Kümbet, on iki
köşede, konik külahlı bir yapıdır. Figürlü plastik süslemelerin bolca
kullanıldığı anıtsal bir çadırı andıran yapıda Şah Cihan Hatun adına tarihsiz
bir kitâbe vardır. Üslûbuna göre 1276 yıllarına mal edilir. Kayseri’den sonra
mezar anıtları ve özellikle kümbetlerin çokluğu ile tanınan Ahlat, önemli yapı
ustalarını yetiştiren bir merkezdir. Mezar taşları yanında Selçuklu klasik
üslûbunun temsilcisi olan Ulu Kümbet, 7 m. çapında silindirik gövde
üzerinde sivri konik külahıyla anıtsal bir çadır görünümündedir.

Anadolu’da Selçuklular’ın yüksek kültürünü en iyi şekilde ifade eden
muhteşem sarayı andıran kesme taştan kale gibi yapılardır. Ticaret yolları
üzerinde inşa edilmiş olan kervansaraylar, her türlü yol bakımı ve yolculara
hizmetin vakıf olarak bir süre için ücretsiz karşılandığı bu yapılardan dokuzu
Selçuklu sultanları tarafından yaptırılan sultan hanlarıdır. Diğerlerinin sayısı
100’ü geçer. En eskisi II. Kılıcarslan tarafından yaptırılan Alay Han olup
haraptır. Portaldeki geometrik geçmeli taş işçiliği önemlidir.

1229’da tamamlanan ve Alâeddin Keykubad’ın Şamlı (Dımaşkī) Muhammed b. Havlan ustaya yaptırdığı Konya-Aksaray yolundaki Sultan Hanı en
büyüklerindendir. 4500 m²’lik bir alanı kaplar. Revaklı avlu ve kapalı “hol”
den meydana gelen bu handan Köşk Mescid adı verilen dört kemer üzerinde
yükseltilmiş olarak yer alan kare planlı cami, revaklı avunun ortasında taş
süslemelerinin merkezi halindedir. Avlu ve Hol portalleri de bu zenginliğe
katılır. Genellikle bu şemayı tekrarlayan bu anıtlarda Selçuklu sultanlarının
kudret ve sağlam teşkilatı kuvvetle belirmektedir. Özellikle kapalı
kısımlardaki kuvvetli mimari mekân etkisi tartışılamaz.

Anadolu’da Selçuklu saray ve köşkleri, kervansaraylar yanında çok
mütevazi yapılardır. Çoğu kaba taş ve tuğladan yapılan bu eserlerde zengin
ştuk ve özellikle çini kaplamalar dikkati çeker. Konya’da Kılıcarslan
tarafından yaptırılan (1192’den önce) ve Alâeddin Keykubad tarafından tamir
ettirilen köşkten yalnız bir tonozlu kısım kalmıştır. Figürlü, minaî tekniğinde
çiniler, İran’da Rey Selçuklu çinileriyle aynı tekniği devam ettirir. Beyşehir
gölü kıyısında, 1236’da Keykubat tarafından yaptırılan Kubâdâbâd ve
Kayseri’de 1224-1226 tarihli Keykubâdiye saraylarındaki kazılar sonunda
birkaç saray yapısından meydana gelen küçük yerleşmelerin planı
anlaşılmıştır. On altı yapı ve av parkından meydana gelen Kubâdâbâd’da
bulunan çiniler insan ve çeşitli hayvan figürleri, göl kuşları ve sembolik
figürlerle bezenmiştir. Keykubâdiye’de ele geçirilen çinilerde ise geometrik
örnekler önemlidir.

Üç köşkten meydana gelen bu saray da diğerlerinde
olduğu gibi, dinlendirici bir manzaraya hâkim bir yerde yapılmıştır. Bu,
Gazneliler’den beri izlenebilen ortak bir görüşün sonucudur. Anadolu’da
sayısız Selçuklu devri köprüsü kervan yolları üzerinde kervansaraylarla
birlikte güvenli bir ulaşım sağlamıştır.

Selçuklu sanatı XIII. yüzyılın son yarısı içinde kuvvetli İlhanlı baskısına rağmen çok önemli eserler yaratacak kuvvet ve canlılık göstermiştir.
1308’de tamamen hâkimiyetini kaybeden Selçuklular’ın yerine XIV. yüzyılda Türkmen beylikleri birer birer bağımsızlıklarını ilân ederek yirmiden fazla küçük devletin ortaya çıkmasına yol açmışlardır.