Namaz denince ilk akla gelen sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı vakitlerinde
kılınan farz namazlardır. Bu namazlardan başka cuma, cenaze, vitir ve
bayram namazları ile sünnet ve nâfile namazlar da vardır. Namaz, Allah’a
imandan sonra farzların en büyüğü, imanın dışa yansıyan en büyük
göstergesi, İslâm’ın beş şartından biri, dinin direği, kalbin nuru ve müminin
mi‘râcıdır. Namaz, mümini Allah’ın manevi huzuruna yükselten, ruhen
arındırıp yücelten, bir taraftan şükretmeye bir taraftan da sabra alıştıran ve
kulluk bilincine eriştiren bedenî bir ibadettir.
Namazın meşruiyeti Kur’ân-ı Kerim, Sünnet ve icma ile sabit olmuştur.
Kur’ân-ı Kerim’de yüzden fazla ayette namazdan bahsedilmiş, Hz.
Peygamber (s.a.) de devamlı olarak namaz kılmış, imam olarak cemaate
namaz kıldırmış ve ayrıca sözlü olarak da Yüce Allah’ın mümin kullarından
farz, vacip, sünnet veya nâfile olarak edâ etmelerini istediği namazların
nelerden ibaret bulunduğunu açıklamıştır. İslâm bilginleri de Resûl-i
Ekrem’den bu güne kadar, herhangi bir tereddüde düşmeksizin namazın
meşruiyeti hususunda icma ve ittifak edegelmişlerdir. Namaz, İslâm’dan
önceki ilâhî dinlerde de emredilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’in birçok ayetinde
önceki peygamberlerden söz edilirken, onlara da namazın emredildiği
belirtilir ve bazı peygamberlerin namazın öneminden bahseden ifadelerine
atıfta bulunulur. Hz. İbrahim’in bu hususla ilgili olarak Kur’ân’da yer alan
duası şöyledir: “Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını kılanlardan
eyle. Rabbimiz! Duamı kabul buyur” (İbrahim 14/40). Yine Kur’ân’da Hz.
Lokman’ın oğluna verdiği öğütlere değinilirken onun şöyle dediği nakledilir:
“Yavrucağızım! Namaz kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış ve
başına gelene sabret! Doğrusu bunlar azim, sebat ve kararlılıkla yapılması
gereken işlerdir” (Lokman 31/17). İslâmiyet’te bugün bilinen şekliyle beş
vakit namaz hicretten bir buçuk yıl önce mi’râc gecesinde farz kılınmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’in birçok ayetinde bütün yaratılmışların kendi lisanlarıyla
ibadet ettikleri beyan edilmiş ve Yüce Allah’ın insana sonsuz lütuf ve
ikramlarda bulunduğu, onu en güzel bir biçimde yarattığı belirtilmiştir (elİsrâ
17/70; et-Tîn 95/4). Bu yüzden de insandan Rabbine karşı şükrünü en
mükemmel şekilde edâ edebileceği bir ibadet şekli olan namaz istenmiştir.
Çünkü namazın bünyesinde, bütün varlıkların ibadet şekilleri toplanmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’de imandan sonra en faziletli ibadetin namaz olduğu
belirtilmiş (bk. el-Bakara 2/3), Peygamberimiz de bir hadislerinde İslâm’ın;
kelime-i şehâdet, namaz, zekât, oruç ve hac olmak üzere beş temel üzerine
kurulduğunu, bir diğer hadislerinde de en faziletli ibadetin namaz ibadeti
olduğunu beyan etmiştir. Zira namaz kişinin bedeni, dili ve kalbiyle kısaca
bütün varlığıyla Allah’a yönelme halini ifade eder. Bu özelliğinden dolayı
namaz en mükemmel zikir (etemmü’z-zikr) ve diğer bütün ibadetlerin özü
sayılmıştır. Belli davranışlarla Allah’a kulluk etmenin ifadesi olan namazın
dış görünüşü itibariyle bir takım şekillerden ibaret olmakla birlikte gerçek
mahiyeti Cenâb-ı Hakk’a yalvarmak, yakarmak, O’nunla konuşmak ve O’na
yaklaşmaktır. Peygamberimiz bir hadislerinde “Namaz müminin mi‘râcıdır”
buyurmuş ve müminin namaz kılarken Allah’ın huzuruna kabul edildiğini
belirtmiştir. Yine o bir hadislerinde “Namaz dinin direğidir” buyurmuş,
namazın en önemli bir rüknü olan secdeyi ise kulun Allah’a en yakın durumu
olarak nitelendirmiştir.
Namazın meşru kılınmasının pek çok hikmeti vardır. Bunların en başta
geleni, Allah’ın verdiği nimetlere şükretmektir. Her vaktin namazı, o vakite
ulaşmanın yani o vakitte hayatta bulunmanın ve ona bağlı olarak Cenâb-ı
Hakkın verdiği diğer nimetlerin şükrüdür. İnsan, namaz vasıtasıyla,
kendisine çeşit çeşit nimetleri veren Rabbine şükür borcunu ödemeye,
yaratanının lütuf ve ikramlarını güzel bir dille söyleyerek kulluk görevini
yerine getirmeye çalışmış olur. Günde beş defa namaz kılarak özellikle
“hayat nimeti”ne şükredip bunu alışkanlık haline getiren bir müminin,
kendisine verilen her bir nimete, o nimete uygun bir tarz ve şekilde şükürde
bulunacağı da rahatlıkla söylenebilir. Namazın meşru kılınmasının diğer
önemli bir hikmeti de, onun müminin bilerek veya bilmeyerek işlediği hata
ve günahlarına keffâret olmasıdır. Kur’ân-ı Kerim’de, her namazın, bir
önceki namazdan itibaren işlenecek günahlara keffâret olduğu şöyle
açıklanmaktadır: “Gündüzün iki tarafında, gecenin de ilk saatlerinde namaz
kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri yok eder” (Hûd 11/114). Kötülükleri gideren
iyiliklerden biri de beş vakit namazdır. Resûlullah (s.a.) buyurmuştur ki: “Ne
dersiniz, sizden birisinin kapısının önünde bir ırmak bulunsa da, her gün beş
defa onda yıkansa, kendisinde kir namına bir şey kalır mı? Sahâbîler:
“Hayır” dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) buyurdu ki: İşte beş vakit
namaz da bunun gibidir ki, Allah o sayede bütün hataları (günahları)
giderir” (Buhârî, “Mevâkît”,6). Bu hadiste büyük günah küçük günah
ayırımı yapılmamakla birlikte, bir başka hadiste (Müslim, “Tahâret”, 6)
büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde beş vakit namazın küçük günahlara
keffâret olacağı bildirilmiştir. Ancak günde beş vakit kıldığı namazlarla, bir
gün içindeki hata ve günahlarından temizlenme imkânını bulmuş ve bunun
şuuruna ermiş Müslümanın, büyük günah işlememe konusunda da oldukça
ileri derecede bir irade eğitimi aldığı rahatlıkla söylenebilir.
Namazın maddi ve manevi pek çok faydası vardır. Hakkı verilerek ve
ihlâs ile kılınan bir namaz, ruhu yücelten, insanı kötülüklerden alıkoyan,
kalbi nurlandıran, mümini Allah’a yaklaştıran, insanı hayra, tevazuya, düzen
ve intizama sevk eden güzel bir ibadettir. Ayrıca, bağışlama, fedakârlık,
karşılıklı lütufkârlık gibi faziletlere erebilmek için gerekli bulunan manevi
eğitimin en önemli aracıdır. Namazı göz aydınlığı olarak nitelendiren
Resûlullah’ın üzüntü ve keder zamanlarında huzur ve sükûna kavuşmak için;
“Ey Bilal! Kalk, ezan oku da namaz kılalım ve huzura kavuşalım” dediği
nakledilir (Nesâî, “Mevâkît”, 46). “Şüphe yok ki namaz, hayâsızlıktan ve
kötülükten alıkoyar” (el-Ankebût 29/45) ayetinde belirtildiği gibi namaz, her
gün belirli aralıklarla namaza duran mümini her çeşit kötülük ve çirkinlikten
alıkoyar ve onu dünyanın hırs ve gösterişlerinden de korumuş olur. Bunlar
namazın manevi yönüdür. Maddi bakımdan da namazın fert ve toplu
açısından pek çok faydaları vardır. İnsanın temizliğine, beden ve ruh
sağlığına, intizamlı ve programlı hareketlerine sebep olur; namaz kılan kişi,
faydalı şeyleri düşünür ve onları yapar, düzenli bir hayat sürer, işlerinde
başarılı olur; namaz sayesinde kişi, güzel ahlâk sahibi ve vakarlı olacağı için
herkesin sevgi, saygı ve takdirini kazanır, toplumda itibarlı bir kişi olur.
Cemaatle kılınan namazın da ırk, renk, dil, sosyal sınıf ve ülke ayırımı
gözetmeksizin müminleri aynı safta toplaması ve ortak şuuru oluşturması,
sosyal dayanışmayı gerçekleştirmesi açısından güçlü bir rol üstlendiği
şüphesizdir. Namazın teşri kılınmasındaki hikmetler, sağladığı maddi ve
manevi faydalar her türlü düşüncenin üstündedir. Ancak bir Müslüman
namazını yalnız Allah rızasını kazanmak, Rabbine şükretmek ve O’nu
yüceltmek için kılar. Namazın hiçbir faydasının bulunmadığını düşünse bile,
onu yine de Allah emrettiği için kılar ve namaz için ayrılan dakikaların
hayatının en mutlu zamanı olduğunu kabul eder. Öte yandan mümin kişi
namaz kılmakla dünyadaki borcunu ödemiş olur; ihlâs ile yani içtenlikle
kıldığı namazdan dolayı da sevap kazanarak âhirette Cennet’e girer. Yine
mümin bir kişi mazeretsiz olarak namazı terk etmenin büyük bir günah
olduğunu (bk. en-Nisâ 4/142; Meryem 19/59-60; el-Müddessir 74/40-43; elMâûn
107/4,5), kıyamet gününde ilk önce namazlardan sorguya çekileceğini
(Buhârî, “Salât”, 188) bilir. Bu sebeple namazını hiçbir vakit terk etmeyip
belirlenen vakitlerinde kılar.