İslâm hak ve yükümlülükler bakımından ve özellikle de Allah’ın
hükümlerine muhatap olma bakımından kadınla erkek arasında bir ayırım
yapmamıştır. Allah’a yapılacak ibadetler, emir ve yasaklarına karşı
gösterilecek itaat ve bunun sonucu elde edilecek mükâfatlar bakımından da
kadınla erkek arasında bir fark yoktur. Ancak kadınların fizyolojik
yapılarından kaynaklanan bir takım özel durumları vardır. Bu durumlar, fıkıh
ilminde kadınlar için, temizlenme başta olmak üzere, özel hükümler
konulmasını gerekli kılmıştır. Fıkıh ve ilmihal dilinde “kadınların özel
halleri” denilince, “hayız”, “nifas” ve “istihâza” gibi tamamen kadınlara ait
ve onların fizyolojisinden kaynaklanan üç özel durum kasdedilir.
1-Hayız
Sözlükte, akmak anlamına gelen hayız, fıkıh terimi olarak, ergenlik çağına
giren sağlıklı bir kadının rahminden hastalık ve lohusalık dışında belirli
aralıklarla ve bir süre kan gelmesidir. Bu durum kadınlarda ergenlikten
menopoz dönemine kadar, süresi kadından kadına farklı olsa da, her ay
devam eder. Dilimizde bu durumu ifade etmek için “âdet hali”, “aybaşı”,
“âdet kanaması” gibi ifadeler kullanılır. Hayız gören kadına “hâiz”, hayız
görmeyecek yaşa gelip hayızdan kesilenlere de “âyise” denir. Kadının iki
hayız arasında geçirdiği temzlik dönemine “tuhr” denilir. Âdet görmeye
başlayan kadın bâliğa (ergin) olduğu için dinî emir ve yasaklarla yükümlü
olur. Bu konuda Hz. Peygamber’in hadisleri vardır (Ebû Dâvûd, “Salât”, 85;
Tirmizî, “Salât”, 277; İbn Mâce, “Tahâret”, 132).
Hayız halinin İslâm’da sadece bazı ibadetlerin yapılmasına ve kadınla
cinsel ilişkiye girilmesine engel hükmi bir kirlilik olduğunu biliyoruz
(Müslim, “Hayız”, 16; İbn Mâce, “Tahâre”, 12). Bu durum asla kadının
maddeten de murdar ve necis olduğu ve ondan uzak durulması, pişirdiğinin
yenilmemesi gibi bir sonuca götürmez. Çünkü bu kadının iradesiyle meydana
gelen bir durum değildir (Buharî, “Hayız”, 1, 7; Müslim, “Hac”, 119).
Hâlbuki İslâm’ın geldiği sıralarda Cahiliye Arapları hayızlı kadınlarla birlikte
durmaz ve beraber yemek yemezlerdi. Yahudilerin adetleri de böyle idi.
Hıristiyanlar ise ay haline önem vermez, bu durumdaki kadınlarla cinsel
ilişkide bile bulunurlardı.
Hayızlı kadınların durumu hakkında Kur’ân’da şöyle buyurulmuştur:
“Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple
ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara
yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah'ın size emrettiği yerden onlara
yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de
sever” (Bakara, 2/222).
Hayız halinin ilk başlangıç ve bitiş yaşı, bölge, iklim, beslenme ve
bünyeye göre değişmektedir. Bununla birlikte fıkıh âlimleri kadınların
tecrübelerini ve yaşadıkları bölgelerin genelini dikkate alarak hayızın
başlangıç yaşını yaklaşık dokuz, hayızdan kesilme yaşını ise elli-ellibeş
olarak belirlemişlerdir. Tıbbî veriler ülkemizde bu hayızın başlangıç yaşının
genel olarak 11-13, bitiş yaşının ise 45-55 arasında olduğunu göstermektedir.
Bu yaşların dışında kadından gelen kan hayız kanı olmayıp “istihâza” kanıdır
ve dinî hükmü de farklıdır. Bu kavram aşağıda açıklanacaktır.
Hayızın Süresi
Hanefilere göre hayızın en az süresi üç gün üç gece, en uzun süresi ise on gün
on gecedir. Üç günden az, on günden çok gelen kan “istihâza” kanıdır.
Şâfiîlere göre en az hayız süresi bir gün bir gece, en çoğu onbeş gün ve
gecedir. Kadınlar bu süreler arasında kendilerine ait adet sürelerini
tecrübeleriyle belirlerler.
2-Nifas (Loğusalık)
Nifas, doğumun arkasından gelen kandır. Bu kanın gelmesiyle kadında bazı
ibadetleri yapmaya engel olan hükmi kirlilik (hades) durumu oluşur.
Dilimizde bu duruma loğusalık, nifas halindeki kadına da loğusa denir.
Hayızlı kadın gibi loğusa da maddeten temiz sayılır. Dolayısıyla onun da,
bedeni, artığı, teri ve pişirdiği temizdir.
Loğusalığın en kısa süresi için bir sınır yoktur. Bir gün bile sürebilir. Bu
süreyi belirleyen bir ayet veya hadis olmadığından, loğusalığın var olduğu
süre dikkate alınır. Bu süre de kadınlara göre değişebilir. Hanefilere göre en
uzun süresi kırk, Şâfiîlere göre ise altmış gündür. Azami süreden sonra gelen
kan istihâza kanı sayılır. Nifasın başlangıcı, el ayak gibi organları belirmiş
bir çocuğun dünyaya gelmesiyle başlar. Henüz organları belirmemiş bir
düşükten dolayı nifas hükümleri uygulanmaz.
3-İstihâza
Fıkıhta “özür kanı” olarak da adlandırılan istihâza, terim olarak rahmin
içindeki damarlardan hayız ve nifas hali dışında ve bir hastalık veya yapısal
bozukluk sebebiyle gelen kana denilir. Buna göre istihâza, kadının âdet ve
lohusalık dışındaki kanamalarının genel adıdır. Fıkıh bilginleri, hayız ve
nifasın âzami sürelerini belirlemeye çalışırken, hayız ve nifas kanı ile istihâza
kanını birbirinden ayırt etmeyi de hedeflemişlerdir. Aynı zamanda onlar bu
konuda kadınlara genel ve pratik bir ölçü vermek de istemişlerdir. Bu konuda
her bir kadının kendi tecrübe ve kanaati önem taşır. Ancak bir hastalık
durumu söz konusu olduğu için, nihaî olarak tıp biliminin tesbitlerinin ölçü
alınması gerekir.
İstihâze kanı, dinmeyen burun kanaması, tutulamayan idrar veya bir yaradan
sürekli kan akması gibi bir özür (mazeret) halidir. Bu durumda olan
kadının sadece abdesti bozulur. O, gerekli maddi-bedenî temizliği yapar,
elbisesine kan bulaşmasına karşı tıbbın önerdiği pamuk vb. şeyleri kullanarak
tedbir alır, özürlü kimselere tanınan ruhsat ve muafiyetlerden yararlanır. Yani
her bir namaz vakti için ayrı ayrı abdest alıp ibadetlerini edâ eder. Aldığı bu
abdestle o vakit içinde farz, vacip, nâfile, edâ ve kazâ cinsinden bütün
namazları kılabilir (Buharî, “Hayz”, 8, 25). Şâfiîler'e göre her bir farz namaz
için ayrıca abdest almak gerekir.