Hz. Osman Dönemi İç Karışıklıklar ve İsyan

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
İç Karışıklıklar Hakkındaki Rivayetler

İlk altı yılda, yukarıda belirtildiği gibi, fetihler önceki hızıyla devam etti ve
gelirlerin artması neticesinde maddî refah seviyesi daha da yükseldi. Bu
zenginleşmeyle birlikte halkın yeme, içme ve giyinme alışkanlıklarında
önemli değişiklikler ortaya çıktı. Ganimet gelirlerinin bol olduğu, lüks ve
refahın arttığı bu yıllarda, halkın önemli kısmı Hz. Osman’ın yönetiminden
memnundu. Hatta Hz. Osman’ın bu yıllarda halk tarafından Hz. Ömer’den
daha çok sevildiği söylenmektedir. Oldukça sakin geçen bu dönemde,
yönetimden bazı şikâyetler görülse de probleme dönüşmeden halledildi.
Müslümanların gündeminin birinci maddesini, fetih konusu teşkil etti. Halk
arasında ciddi bir huzursuzluk yaşanmadı.

Ancak 30 (650) yılında başlayan Karışıklık Dönemi’nde müslümanlar
arasında ihtilaflar ortaya çıktı. Hz. Osman ve bilhassa valilerinin bir takım
icraatları şikâyet konusu yapıldı ve eleştirildi. Yönetimden şikâyetler giderek
arttı ve sonunda İslâm âlimlerinin müslümanların içine düştüğü ilk büyük
fitne olarak kabul ettiği, etkilerini günümüze kadar sürdüren kanlı fitne
hareketi yaşandı. Müslümanların gruplara bölünmesinin de temelini teşkil
eden bu isyan hareketi, İslâm tarihinin en ihtilaflı meselesi olma özelliğini
devam ettirmektedir. Çünkü Hz. Osman’ı hedef alan ve iç savaşlar dönemini
başlatan bu karışıklıklar, İslam tarihi kaynaklarında çok teferruatlı ve bir o
kadar da çelişkili bir şekilde anlatılmaktadır. Bu konuda aktarılan ilk
rivayetler arasında, birbiriyle te’lifi mümkün olmayan önemli çelişkiler
bulunmaktadır. Bu haberlerin önemli bir kısmı, yaşanan olayların, haberleri
aktaranların fikrî yapılarına, siyasi tercihlerine, kabilevî ve dünyevî
temayüllerine göre şekillenen bir mahiyet taşımaktadır. Dolayısıyla önemli
bir kısmı taraflı olan bu haberler, olayların gerçek mahiyetini büyük ölçüde
perdelemiş, konunun anlaşılmasını neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Bu
konudaki rivayetlerin üç ana kaynağından biri olan Ebû Mihnef’in aşırı bir
Şîî olduğu bilinmektedir. Onun haberlerinde, Hz. Osman açıkça suçlanmış,
Hz. Talhâ isyancılar arasında gösterilmiştir. Hz. Ali ise, bazı icraatları
dolayısıyla Hz. Osman’ı eleştirmekle birlikte, ona yardımcı olmaya
çalışmıştır. İkinci ana kaynak olan Vâkidî’nin rivayetlerinde ise Hz. Osman’a
karşı aşırı bir husumet görülmektedir. Hz. Osman’a çok ağır hakaretler
yöneltilmiştir. Ayrıca ashâbın büyükleri Hz. Osman’a karşı yürütülen
hareketle doğrudan ilişkilendirilmiştir. Bu iki rivayet zincirine karşılık
üçüncü ana kaynak Seyf b. Ömer’e dayanan rivayetlerin ortak özelliği ise,
fitne olayında Hz. Osman’ı ve diğer sahâbileri suçsuz kabul etmesidir.
Günümüz tarihçilerinden Yusuf el-Uş, bu üç ana kaynakta aktarılan
rivayetlerle, olayları bizzat yaşayan üç şahsa ulaşan ve güvenilir raviler
yoluyla aktarılan en eski üç rivayet arasında bir karşılaşma yapmış ve önemli
bir sonuca ulaşmıştır. Onun tesbitine göre, olayları bizzat yaşayanlara ulaşan
en eski üç rivayet, Seyf b. Ömer’in anlattıklarıyla, büyük ölçüde uyum
arzetmektedir. Seyf b. Ömer’in rivayetlerinin özeti ise, fitneyi körükleyen
gizli bir el vardır. Bu el, müslümanları bölmeye çalışan Abdullah b. Sebe’dir.
Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr ve Hz. Aişe gibi ileri gelen sahâbiler, bir
takım icraatları dolayısıyla Hz. Osman’ı eleştirseler de, isyancılara karşı
halifenin yanında yer almışlar ve halifeye bağlılıklarını sonuna kadar devam
ettirmişlerdir. Kuşatma sırasında Hz. Osman’ı korumaları için, oğullarını
onun evine göndermişlerdir (Bu inceleme için bk. Yusuf el-Uş, ed-Devletü’lÜmeviyye,
s. 34-35, 65). Ancak isyancılar, bu büyük sahâbilerin ağzından
mektuplar yazarak onları kendileriyle birlikte göstermeye çalıştılar. İşin
gerçeğini bilmeyen ve onların kötü niyetlerini fark edemeyen pek çok insanı
da kandırmayı başardılar.

Karışıklığın Sebepleri

Halifeliğinin ilk yıllarından itibaren, Hz. Osman veya valilerinin bazı
uygulamaları, şikâyetlere sebep oldu. Bu şikâyetler halifeliğinin ikinci
yarısında daha da arttı ve bilhassa Hz. Ömer zamanında kurulan ve Hz.
Osman’ın halifeliğinin son yıllarında, ani zenginleşmenin ardından yaşanan
iktisâdî krizden en fazla etkilenen garnizon şehirleri Kûfe, Basra ve Fustat’ta
(Mısır) uygun bir ortam buldu. Son üç yılda birlikte hareket etmeye başlayan
muhalifler, Hz. Osman ve valilerinin bazı icraatlarını propaganda için
kullandılar.

Hz. Osman’ı hedef alan hareket, faaliyetine halife ve valilerinin bazı
icraatlarını eleştirmekle başladı. Eleştirilerini giderek Hz. Osman’ın ileri
gelen sahâbiler tarafından da tenkid edilen bazı uygulamaları üzerinde
yoğunlaştırdı. Bu şikâyet konularına, Hz. Osman’ın istismara müsait pek çok
icraatı da ilave edildi. Bu şikâyet konuları propaganda aracı haline getirildi ve
insanlar bu önemli hataları işleyen yönetime karşı işbirliği yapmaya çağrıldı.
Tarih kaynaklarında, Hz. Osman’ın iç karışıklıklara zemin hazırlayan ve bu
isyanın sebepleri olarak gösterilen uygulamaları, şöyle sıralanabilir: Hz.
Osman’ın valiliklere ve diğer önemli devlet görevlerine sadece akrabalarını
tayin etmesi; onlara veya diğer akrabalarına devlet hazinesinden büyük
miktarlarda bağışlarda bulunması; buna karşılık kendisini eleştiren Ebû Zer
el-Gifârî, Abdullah b. Mes‘ûd ve Ammâr b. Yâsir gibi ileri gelen sahâbîleri
çeşitli şekillerde cezalandırması; bazı sahâbilerin maaşlarını kesmesi veya
azaltması; muhacirlerden Kureyş ileri gelenlerinin Medine’den ayrılıp
fethedilen bölgelerdeki şehirlere yerleşmelerine ve geride bıraktıkları
arazîlerin göç ettikleri yerlerdeki arazilerle değiştirilmesine izin vermesi,
oralarda çok miktarda mal mülk edinmelerine göz yumması; bazı sahâbilere
fethedilen şehirlerde ikta araziler vermesi; Hz. Peygamber tarafından Tâif’e
sürgüne göderilen amcası Hakem b. Ebü’l-Âs’ın Medine’ye dönmesine izin
verip onun oğlu Mervan’ı devlet kâtibi olarak görevlendirmesi; Kureyş adına
kabilecilik yapan bazı valilere ses çıkarmaması; valilerin yanlış icraatlarına
göz yumması ve onlara gereken cezayı vermekten kaçınması; Medine
civarındaki bazı arazileri beytülmâl develeri için koruluk haline getirmesi;
Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hac esnasında namazları seferi
olarak kıldırdıkları halde, halifeliğinin altıncı yılından itibaren Mekke’de
namazları mukim olarak kıldırması gibi bazı fıkhî uygulamaları; Hz. Ebû
Bekir zamanında Mushaf haline getirilen Kur’an-ı Kerîm nüshasını istinsah
ettirdikten sonra, önceki nüsha ve bazı sahâbilerin ellerinde bulunan şahsî
nüshaların tamamını imha ettirmesi; Mescid-i Nebevî’yi genişletirken
önceden kullanılmayan bazı yapı malzemeleri kullandırması; Hz.
Peygamber’den intikal eden hilâfet mührünü Erîs Kuyusu’na düşürmesi.

Bu uygulamalarla ilgili konuları açıklamaya çalışalım: Hz. Osman’a
yöneltilen tenkitlerin başında, onun önemli devlet görevlerini akrabalarına
tahsis etmesi geliyordu. Hz. Osman, amcasının oğlu Mervan b. Hakem’i
devlet kâtibi tayin etmiş, Muâviye’yi Suriye genel valisi yapmış, Humus,
Kinnesrin ve Filistin vilayetlerini de ona bağlayarak yetkilerini genişletmişti.
Beytülmal emini Abdullah b. Mes‘ûd ile aralarında yaşanan olaylar sebebiyle
görevden aldığı Kûfe valisi Sa’d b. Ebû Vakkâs’ın yerine önce anne bir
kardeşi Velid b. Ukbe b. Ebû Muayt’ı (26/647), onun ardından yine
akrabalarından Saîd b. Âs’ı getirmişti (30/650-651). Mısır valiliğine Amr b.
Âs’ın yerine sütkardeşi Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’i (27/647-648), Basra
valiliğine ise Ebû Mûsa el-Eş’arî’nin yerine dayısının oğlu Abdullah b.
Âmir’i tayin etmişti (29/649-650). Bu tayinler neticesinde, devletin bütün
idari kademeleri, bazılarının liyakati tartışılan Ümeyye oğullarının eline
geçmiş oluyordu. Hz. Osman’ın muhtemelen idarede birlik ve beraberliği
daha kolay sağlama arzusuyla başvurduğu bu uygulama, Hz. Ali ve diğer ileri
gelen sahabîler tarafından da eleştiriliyordu. Hz. Osman ise, kendisini bu vali
veya komutanların bazılarının daha önceden görevde bulunduğunu,
diğerlerinin de göreve ehil olduklarını söyleyerek savunuyordu. Hz. Ali
özellikle bazı hataları dolayısıyla bu valileri sadece sözlü olarak uyarmakla
yetinmesine karşı çıkıyor, Hz. Ömer gibi hakettikleri cezalara çarptırmadığını
söylüyordu.

Halifenin valilerine karşı beklenilen sertlikte davranmaması, şikâyetleri
daha da yoğunlaştırdı. Ayrıca kabilecilik hareketini tahrik etti. Kureyş
oymakları içinde Hz. Osman’ın temsil ettiği Benî Ümeyye ile Hz. Ali’nin
temsil ettiği Benî Hâşim rekabeti yeniden gündeme geldi. Daha da önemlisi,
bu uygulama Kureyş dışındaki kabile liderleri tarafından Kureyş’in
kendilerine üstünlük ve tahakkümü olarak görüldü. Bu kabileler, Hz.
Osman’ın temsil ettiği Kureyş’e karşı kabilecilik ateşini tutuşturmaya
çalıştılar. Nitekim yönetime karşı ilk ciddî muhalefet, Bekir, Rebîa, Ezd,
Kinde, Temim, Kudâa gibi fetihlerde büyük yararlılık gösteren güçlü kabile
mensuplarının bir arada yaşadığı Kûfe’de ortaya çıktı.

Hz. Ömer, muhâcirlerden Kureyş ileri gelenlerinin Medine’den ayrılıp
diğer şehirlere yerleşmelerini yasaklamıştı. Ancak özel izinle ve geçici süre
için ayrılmalarına müsaade ediyordu. Bunun sebebini, onların mal-mülk
hevesine kapılmalarından duyduğu endişe olarak açıklıyordu. Yine onların
çeşitli şehirlere dağılmasının, aralarında bir ihtilaf çıkmasına yol açmasından
ve bu ihtilafın onların etrafında kümeleşecek grupların ihtilafına
dönüşmesinden korkuyordu. Tarihçiler Hz. Ömer’in korktuğu durumun, Hz.
Osman’ın karşılaştığı sonuç olduğunu söylemişlerdir. Hz. Osman, bu yasağı
kaldırdı ve Kureyş ileri gelenlerinin diğer vilayetlere giderek oralarda
yerleşmelerine izin verdi. Bunun üzerine onlar, yeni kurulan vilayetlere
giderek oralarda mal-mülk sahibi oldular. Yerleştikleri vilayetlerde halk, Hz.
Peygamber’in en yakınlarından olduğunu öğrendikleri bu sahabilerin
etrafında toplandı. Mısır, Kûfe ve Basra halkı, kendi şehirlerini tercih eden
veya kendisiyle yakınlık kurdukları bir büyük sahabiyi lider ve Hz. Osman’ın
son yıllarında onun yerine geçmesi gereken halife adayı olarak görmeye
başladı. Halk diğer hususlarda ve mal-mülk edinmede onları örnek aldı. Bu
durum şehirlerarasında bir rekabete yol açtı ve bu rekabet giderek
şiddetlendi. Büyük İslâm tarihçisi Taberî, bu durumu İslâm ümmetinin başına
gelen ilk zaaf ve bütün müslümanları etkileyen bir fitne sebebi olarak
değerlendirmiştir.

Hz. Osman, ileri gelen bazı sahâbilere karşı tutumu dolayısıyla da
eleştirilmiştir. Bu sahâbilerin başında ilk müslümanlardan olan Ebû Zer elGifâri,
Abdullah b. Mes‘ûd ve Ammâr b. Yâsir gelmektedir. Onun zamanında
Suriye’ye giden Ebû Zer el-Gifârî, Muâviye b. Ebû Süfyân’ın bazı
harcamalarını ve müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda
harcamayıp biriktirmelerini şiddetle eleştirmesiyle başlamıştı. Onun sözleri,
fakir halk arasında büyük ilgi gördü. Giderek zenginler aleyhine bir hareketin
başlamasına yol açtı. Bu durum karşısında Muâviye, onu bundan
vazgeçirmeye çalıştı ancak başaramadı. Halkın onunla görüşmesini
engellemeye çalışıp durumu Hz. Osman’a bildirdi. Bunun üzerine Ebû Zer,
Hz. Osman tarafından Medine’ye çağrıldı (30/650-651). Hilâfetin dünyevi bir
iktidar haline gelmesinden endişe eden Ebû Zer, tenkitlerini burada da devam
ettirdi. Bulunduğu meclislerde, mal-mülke düşkünlükleri ve ihtiyaç fazlası
malı biriktirmeleri sebebiyle müslümanların, yakın bir zamanda büyük
musibetlerle karşılaşağını söylüyordu. Hz. Osman ve bazı sahâbîlerle onun
arasında önemli tartışmalar oldu. Bütün bunların sonunda, uyarılarından bir
sonuç alamayan Ebû Zer el-Gifârî, Medine’den ayrılmak için izin istedi ve
kendi isteğiyle Hz. Osman tarafından Rebeze’ye gönderildi. Ancak bazı
rivayetlerde onun zorla gönderildiği de söylenmektedir.

Abdullah b. Mes'ûd, halifenin Kur’an’ı istinsah ettirdikten sonra, bazı
şahısların elinde bulunan mushafları ve özellikle kendisine ait mushafı
yaktırması sebebiyle halifeye kırgındı. Onun Mescid-i Nebevî’de kendisini
eleştiren Hz. Osman’a cevap vermeye kalkışınca mescidden çıkarıldığı, bu
sırada kendisine çok sert davranıldığı şeklinde rivayetler aktarılmıştır. Hz.
Osman'ın Ümeyye oğullarını iş başına getirmesi ve Ebû Zer el-Gıfârî’ye
yaptığı muamele, Ammâr b. Yâsir’i de halifenin aleyhine çevirmişti. Ancak
Hz. Osman’ın Ammâr’ı aleyhindeki birtakım faaliyetleri araştırmak üzere
Mısır'a müfettiş olarak göndermesi, bu kırgınlığın önemsiz olduğunu
göstermektedir. Kaynaklarda Ammâr b. Yâsir’in Hz. Osman hakkındaki çok
ağır konuşmaları ve onun şiddetli bir şekilde dövülmesiyle ilgili rivayetler de
aktarılmıştır. Ancak bu haberlerin önemli bir kısmının asılsız olduğu ve
isyancılar tarafından kasden uydurulduğu anlaşılmaktadır.

Hakem b. Ebü’l-Âs, bazı uygunsuz davranışları sebebiyle Hz. Peygamber
tarafından Tâif’e sürgüne gönderilmişti. Halife Hz. Ebû Bekir'e gelen Hz.
Osman, Hz. Peygamber hayatta iken amcasının geri getirilmesi hususunda
ondan izin aldığını söyledi ve amcasının Medine’ye dönmesine izin
vermesini istedi. Ancak Hz. Ebû Bekir, onun doğru söylediğine inanmakla
birlikte, Resûlullah'ın sürgüne gönderdiği bir kimseyi geri getiremeyeceğini
söyledi. Daha sonra Hz. Ömer de onun teklifini aynı gerekçeyle kabul
etmedi. Fakat Hz. Osman halife olunca amcasını Tâif’ten Medine'ye çağırdı
ve kendisine 100.000 dirhem verdi. Oğlu Mervân'ı da kâtip olarak
görevlendirdi. Ancak bu davranışı, ashap arasında iyi karşılanmadı; bu
sebeple pek çok kişi onu eleştirdi. Mervân'ın sahabeden bazılarıyla tartışmalara
girmesi ve halife adına kararlar verip birtakım yanlış uygulamalar
yapması, bu memnuniyetsizliği daha da arttırdı. Bu sebeble, Hz. Osman'ın
amcası ve oğullarına karşı gösterdiği bu davranışın, kendisine karşı
gerçekleştirilen ayaklanmanın önemli sebeplerinden birini teşkil ettiği
belirtilmektedir.

Hz. Osman’ın akrabalarına ihsanlarda bulunması da önemli şikâyet
konuları arasındaydı. Halk arasında halifenin Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh,
Mervan b. Hakem ve damadlarına beytülmalden ihsanlarda bulunduğuna dair
rivayetlerin yayıldığı görülmektedir. Ancak bu konudaki haberlerin
çarpıtıldığı, halifenin kendi malından yaptığı bağışları, beytülmalden yaptığı
şeklinde gösterildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Hz. Osman, isyancılarla
yüzleşme sırasında, bu bağışları kendi malından yaptığını söylemiştir. Buna
rağmen bu bağışların, halifenin aleyhinde önemli bir dedikoduya sebep
olduğu görülmektedir.

Hz. Osman, eyaletlerde baş gösteren kırâat farklılıklarını gidermek
maksadıyla Kur’an-ı Kerîm’i istinsah ettirmesi sırasında diğer Kur’an
nüshalarını imha ettirmesi sebebiyle de bazı tenkitlere maruz kaldı. Onun bu
işi genelde takdir ve övgüyle karşılansa da, bunu tenkit edenler de oldu.
Sonradan kanaaatlerini değiştirseler de, Abdullah b. Mes‘ûd ve kırâatı ondan
öğrenen Kûfeliler, buna karşı çıkmışlardı. Kûfe’deki yönetim muhalifleri de,
bundan istifade etmeye çalıştılar.

Hz. Osman, 30 (650) yılında Hz. Peygamber’den intikal eden ve üzerine
“Muhammed Rasûlullâh” yazan hilâfet mührünü Erîs Kuyusu’na düşürmüştü.
Yüzüğün bulunması için kuyunun suyu tamamıyla boşaltıldı. Çıkarılan çamur
üç gün boyunca didik didik arandı, fakat yüzük bulunamadı. Hz. Osman buna
çok üzülmüştü. Ancak mühürün bu şekilde gayri ihtiyari düşürülmesi de
onun aleyhinde propaganda maksadıyla kullanıldı. Diğer taraftan bu olayın,
kötü günlerin başlayacağını gösteren bir işaret olarak algılandığı da
zikredilmektedir.

Vilayetlerdeki Durum

Hz. Osman ve valilerine karşı ilk ciddi muhalefet, daha ziyade kabilecilik
temelinde olmak üzere Kûfe’de ortaya çıktı. Valilerin bazı söz veya
uygulamaları, muhalefete öncülük eden kabile liderlerinin işini kolaylaştırdı.
Vali Velid b. Ukbe, 30 (650-651) yılında bir cinayetin faillerine kısas
uygulamıştı. Bu yüzden kısas cezasına çarptırılan katillerin yakınlarının
düşmanlığına hedef oldu. Onu içki içmekle itham eden (bazı rivayetlere göre
içki içtiğini gören) bu şahıslar, iddialarını şahitlerle halifenin huzurunda ispat
ettiler ve onun görevden alınıp cezalandırılmasını sağladılar. Onun yerine
tayin edilen Saîd b. Âs, bir sohbet meclisinde, “Sevâd-ı Irak Kureyş’in
bahçesidir” diyerek, kabile liderlerini kızdırdı. Orada bulunan ve muhalefetin
en güçlü isimlerinden olan Eşter en-Nehaî, “Allah’ın bize kılıçlarımızla ihsan
etmiş olduğu bu araziler, nasıl Kureyş’in çiftliği oluyormuş!” diyerek itiraz
etti. Valiyi destekleyen bir genç dövülürken, iki taraf arasında şiddetli bir
tartışma yaşandı. Valinin meclisinde çıkan bu tartışma muhalif kabile
liderlerini harekete geçirdi. Bulundukları toplantılarda, valiyi eleştirmeye ve
halkı yönetime karşı isyana teşvik etmeye başladılar. İhtilaf büyüyünce, vali
Hz. Osman’dan muhaliflerin elebaşılarının cezalandırılmasını istedi. Hz.
Osman’ın emriyle Eşter en-Nehaî ve diğer on iki şahıs, halkı isyana teşvik
yüzünden sürgün cezasına çarptırılıp, ıslah için Suriye valisi Muâviye b. Ebû
Süfyan’ın yanına Dımaşk’a gönderildiler (33/653-654). Muâviye de onları
iddialarından vazgeçiremedi. Kabilecilik fitnesini devam ettirmeleri üzerine,
bu şahıslar halifenin onayıyla Humus’a sürgün edildiler. Orada bulundukları
sırada, şehirlerine dönmek için bir plan düşündüler. Hz. Osman’a
yaptıklarından pişman olduklarını, artık iddialarından vazgeçtiklerini
bildirdiler. Kûfe’ye dönmek için ondan izin istediler. Ancak Kûfe’ye
döndüklerinde verdikleri sözü tutmadılar. Aksine halife ve yönetim
aleyhindeki faaliyetlerini daha da hızlandırdılar. Yahudi asıllı Abdullah b.
Sebe’nin de bir süre burada kalması, bunda etkili oldu. Hz. Osman’ın temsil
ettiği Kureyş hâkimiyetini hedef alan kabilecilik hareketini körükleyen bu
hareket, Irak’ın ikinci büyük merkezi Basra’da da yankı buldu. Hz. Osman’a
karşı yürütülen muhalefet orada da giderek güçlendi. Kûfe ve Mısır’ın
yanısıra isyancıların üçüncü merkezi haline geldi.

Karışıklıkların diğer önemli merkezi Mısır’da, Hz. Osman ve Mısır valisi
Abdullah b. Sa’d b. Ebû Serh ağır bir şekilde eleştiriliyordu. Bu hareketin
liderliğini, Muhammed b. Ebû Bekir ile Muhammed b. Ebû Huzeyfe
yapıyordu. Muhammed b. Ebû Bekir, babasının vefatından sonra annesi Hz.
Ali’yle evlendiği için Hz. Ali’ye çok bağlıydı. Hz. Osman’ın himayesinde
büyüyen Muhammed b. Ebû Huzeyfe ise kendisine valilik görevi vermeyen
halifeye darılıp Mısır’a gitmişti. Abdullah b. Sebe’nin Mısır’a gelmesiyle,
Hz. Osman’a karşı yürütülen muhalefetin ana merkezi Mısır oldu. Hz. Osman
zamanında Hicaz’da ortaya çıkan ve bütün Müslümanları etkileyebilecek
“el-emr bi’l-ma‘rûf ve’n-nehy ani’l-münker” sloganıyla gizli ve yıkıcı bir
davet başlatan İbn Sebe’, Basra, Kûfe ve Suriye’den kovulduktan sonra
Mısır’a gelmişti. Abdullah b. Sebe’nin gelişinden itibaren Kûfe, Basra ve
Mısır’daki muhalif grupların, onun tarafından organize edildiği
anlaşılmaktadır. Onun talimatıyla, bu şehirlerdeki muhalifler, Hz. Osman’ı ve
valilerini ağır bir şekilde eleştiren mektuplar yazarak birbirlerine göndermeye
başladılar. Mektuplarda Hz. Osman ve valilerinin dinin kurallarını çiğneyip
zulme başvurduklarını söyleyerek halkı yönetime karşı isyana çağırıyorlardı.
Özellikle kalabalıkların huzurunda okunması sağlanan bu mektuplar, başşehir
Medine’ye de gönderiliyordu.

Bazı rivayetlere göre Abdullah b. Sebe’, vesayet inancını gündeme getirdi. Hz.
Ali’nin, Hz. Peygamber’in vasisi olduğunu, dolayısıyla ondan sonra halifelik
hakkının Hz. Ali’ye geçtiğini iddia etti. Onun hakkını gasbeden Hz. Osman’ın
halifelikten uzaklaştırılıp yerine Hz. Ali’nin geçirilmesi gerektiğini ileri sürdü.

Valilerle Yapılan Toplantı

Mısır (Fustât), Kûfe ve Basra’da Hz. Osman aleyhindeki hareket güçlenmiş,
isyan hazırlığı içine giren grupların iddia ve ithamları gündemin en önemli
konusu haline gelmişti. Hz. Osman, bu durum karşısında vilayetlerdeki
durumu öğrenmek için müfettişler gönderdi. Mısır’a gönderilen Ammâr b.
Yâsir dışındaki müfettişler, dönüşlerinde ortalıkta dolaşan haberlerin önemli
bir kısmının asılsız olduğunu ve vilayetlerde durumun normal halinde
seyrettiğini bildirdiler. Muhalifler tarafından yanıltıldığı bildirilen Ammâr b.
Yâsir ise biraz geç döndü.

Müfettişlerin olumlu gözlemlerine karşılık, şikayet ve söylentiler artarak
devam ediyordu. Bu durum karşısında Hz. Osman 34 yılı (655) hac
mevsiminde valileriyle Medine’de bir toplantı yaptı. Toplantıya Suriye valisi
Muâviye b. Ebû Süfyân, Kûfe valisi Saîd b. Âs, Basra valisi Abdullah b.
Âmir ve Mısır valisi Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh katıldı. Toplantıda
muhaliflerin nasıl itaat altına alınabileceği tartışıldı. Valiler, yayılan
haberlerin bir tertip olduğunu dolayısıyla endişe edilecek bir durum
bulunmadığını söylediler. Bu hareketin içinde olanların savaşa gönderilmesi,
elebaşılarının idam edilmesi, işin valilere bırakılması, mal ile gözlerinin
doyurulması gibi çözüm teklifleri getirdiler. Valilerini dinleyen Hz. Osman,
fitne elebaşılarının askere alınmasını, Kûfe’deki bazı şahısların maaşlarının
kesilmesini emretti. Olaylara Allah’ın emirleri çerçevesinde çözüm
arayacağını belirtip valilerine de, insanları fitneden uzak tutmaya
çalışmalarını, onlara haklarını eksiksiz vermelerini ve halka karşı itidalli
davranmalarını tavsiye etti. Ardından onları görev mahallerine gönderdi.
Fitne hareketinin tehlikeli bir hal aldığını gören Muaviye b. Ebû Süfyân, bu
sırada Hz. Osman’ı fitne ateşi sönünceye kadar Suriye’ye götürmek istemişti.
Bunu kabul etmeyince, kendisini korumak için Suriye’den asker göndermeyi
teklif etti. Ancak Hz. Osman gelecek askerlerin Medinelileri rahatsız
etmesinden duyduğu endişe sebebiyle buna da razı olmadı.