Hz. Ebû Bekir’in Şahsiyeti ve Yönetim Anlayışı

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Şahsiyeti
Hz. Ebû Bekir, hem Câhiliye döneminde, hem de İslâm’ın tebliğinden sonra
Hz. Peygamber’in en yakın dostu olmuştur. Medine’ye hicretin ardından kızı
Hz. Âişe’nin Allah Resûlü ile evlenerek müminlerin anneleri arasına
katılması, onların aralarındaki dostluk bağını daha da güçlendirmiştir.
Nitekim Allah Resûlü’ne, en çok kimi sevdiği sorulduğunda ilk önce Hz. Ebû
Bekir’in, ardından da onun kızı ve kendi hanımı olan Hz. Âişe’nin adını
vermiştir. (Müslim, “Fezâil”, 8).

Hz. Ebû Bekir, güzel ahlâkı, doğruluğu ve cömertliği ile gerek Câhiliye
devrinde, gerekse Müslümanlığından sonra dost düşman herkesin takdirini ve
saygısını kazanmıştır. Müslüman olmadan önce putlara tapmamış, putlar
adına kesilen kurban eti yememiş, kendisini, Câhiliye devri insanlarının
müptela oldukları kötülüklerden korumuştur. Mekke toplumunda varlıklı
hâline rağmen, mütevazı oluşu, insanlara karşı hoşgörülü davranışı, yumuşak
huyluluğu ve merhameti ile örnek bir şahsiyet olarak tanınmıştır. Ashâb
arasında da güzel ahlâkı, doğruluğu ve yardımseverliği ile bilinen Hz. Ebû
Bekir, bu yönüyle hem kabilesi arasında hem de toplumda önemli bir
saygınlık kazanmıştı. Hakkındaki rivayetlerden, hassas, duygulu, yumuşak
huylu, güler yüzlü ve hoş sohbet bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Ebû Bekir, mütevazı kişiliğinin yanı sıra gerektiğinde cesaretin de en
canlı örneklerini vermiştir. İnsanlarla münasebetlerinde daima az ve öz
konuşmaya özen gösteren Hz. Ebû Bekir, komutan ve idarecilerine de aynı
tavsiyelerde bulunmuştur.

Hz. Ebû Bekir, hiçbir hadisede tepkisel ve aceleci davranmamış,
gelişmeler karşısında her zaman soğukkanlılığını korumuştur. Halifelik
görevini üstlendikten sonra Arabistan'ın her tarafından isyan seslerinin
yükseldiği bir sırada, değişik bölgelerden idareciler sorumlu bulundukları
yerlerdeki isyan ve irtidat hakkında heyecan içinde bilgi verirken, onları
gayet soğukkanlılıkla dinlemiştir. Onun zekât memurlarından birisi olan
Dırâr b. Ezver el-Esedî, Hz. Ebû Bekir'in bu olaylara yaklaşımıyla ilgili
şunları söylemektedir: “Biz ona Müslümanların aleyhine gelişen olayları
anlatırken, o bu haberleri oldukça soğukkanlılıkla karşıladı”.
(Taberî, III, 230).

Hz. Ebû Bekir, bilgi ve tecrübesiyle dönemin seçkin şahsiyetleri
arasındaydı. Özellikle Arap soy bilimi olan Ensâb hakkında zamanının
otoritesi kabul ediliyordu. Ayrıca Arap kabilelerinin savaş tarihi olan
Eyyâmü’l-Arab konusunda da uzmandı.

Hz. Ebû Bekir, İnsanlarla sağlıklı diyalog kurmada çok başarılıydı. Hz.
Peygamber ile görüşmek için Medine'ye gelen kabile temsilcilerini öncelikle o
karşılar, onlarla tanışıp nesepleri hakkında konuşur ve yakınlık kurardı. Bu
şekilde gelenlerin Hz. Peygamber ile samimi bir iletişim kurabilmeleri için
ortamı hazırlardı.

Hz. Ebû Bekir, örnek şahsiyetinin yanı sıra aynı zamanda ilim ve hikmet
sahibi bir kişiydi. Kur’ân-ı Kerim’i en güzel okuyan, en iyi anlayan ve
hayatında tatbik eden sahâbe önderlerindendi. Kur’an okumayı çok sever, içli
ve tesirli sesiyle okuduğu âyetler, Mekke’de herkesin dikkatini çekerdi. O
kadar ki, Mekkeli müşrikler, insanların etkilenerek İslâm’a yönelecekleri
endişesiyle onun açıktan Kur’ân okumasını engelleme girişiminde
bulunmuşlardır. Bunun üzerine Mekke’yi terk etmek isteyen Hz. Ebû Bekir,
İbn Duğunne isimli kabile reisinin himayesiyle şehre tekrar geri dönmüştür.

Müşrikler de onun alenî olarak ibadet etmemesi ve duyulacak şekilde yüksek
sesle Kur’an okumaması şartıyla şehre girmesine izin vermişlerdir. Hz. Ebû
Bekir, buna bir süre uymaya çalıştıysa da bir müddet sonra evinin
bahçesindeki bir gölgelikte namazını kılmayı ve Kur’an okumayı
sürdürmüştür. Bu gölgelik, etrafı açık bir alan olduğu için insanlar onu
Kur’an okurken işitiyorlar, namaz kılarken görüyorlardı. Bu süreçte
müşrikler, himaye edeni aracı kılarak onu aynı gerekçelerle yeniden
engellemek istemişler, bunun üzerine İbn Duğunne, himayesini geri almak
zorunda kalmıştır. Hz. Ebû Bekir ise, Allah'ın korumasına sığındığını
söyleyerek, İbn Duğunne’nin korumasına ihtiyacı olmadığını ifade etmiştir.

Hz. Ebû Bekir’in diğer bir özelliği de cömertliğidir. Öyle ki, Mekke
döneminde bütün malını Müslümanların güçlenmesi amacıyla harcamıştır.
Başta Bilâl-i Habeşî olmak üzere efendileri tarafından Müslüman oldukları
için büyük şiddete maruz kalan pek çok köle ve câriye, onun tarafından satın
alınarak hürriyetlerine kavuşmuşlardır.

Hz. Ebû Bekir’in İslâm için ve Müslümanlar yararına malî hizmetleri,
Medine döneminde de artarak devam etmiştir. Bu sebeple onun cömertliğine
bu dönemde de yaşanmış çok sayıda örnek bulmak mümkündür. O,
Müslümanların maddî desteğe ihtiyaç hissettikleri her gelişmede mal
varlığıyla orada olmuş, neredeyse elinde bulunanın tamamını tasadduk etmek
istemiştir. Meselâ hicretten sonra Medine’de yapılmış olan Mescid-i
Nebevî’nin arsasının bedeli Hz. Ebû Bekir tarafından karşılanmıştır.
Özellikle şartların elverişsizliği sebebiyle Müslümanların en fazla desteğe
ihtiyaç duydukları Tebük seferi esnasında ordunun hazırlanması için bütün
mal varlığını Hz. Peygamber’in emrine tahsis etmiştir.

Hz. Ebû Bekir, kahramanlık konusunda da güzel örnekler verir. Hz.
Peygamber’in sağlığında gerçekleşen savaşlarda o, hep ön saflarda çarpışmış,
en zor zamanlarda Resûl-i Ekrem’i düşman askerlerine karşı korumuştur.
Uhud ve Huneyn savaşlarındaki kahramanlıkları buna örnek gösterilebilir.
Halifeliği döneminde de, en buhranlı bir zamanda Müslümanların önüne
geçerek isyancılarla mücadele etmiştir. Nitekim halife seçilmesinden hemen
sonra isyan eden Arap kabilelerinin Medine’ye saldıracakları haberi üzerine
hiç vakit geçirmeden başlattığı mücadele ile şehre yönelik saldırı girişimini
önlemiştir. Hz. Ebû Bekir, bu hadisenin baş göstermesi üzerine isyancılarla
savaşmak için Medine'den çıkıp şehrin yakınlarındaki Zü'1-Kassa'ya kadar
gelmişti. Hatta buradan daha da ileriye gitme arzusundaydı. Ancak yanında
bulunanlar, kendisine bir zarar gelmesi durumunda, bunun tüm Müslümanları
olumsuz yönde etkileyeceğini, İslâm'ın bundan büyük zarar görebileceğini
hatırlattılar. Bunun üzerine halife, Hâlid b. Velid'i komutan tayin ederek
Medine'ye geri dönmüştür.

Hz. Ebû Bekir’in şahsiyetinin merkezinde İslâm’a samimi inancı ve Hz.
Peygamber’e derin sadakati vardır. Onun İslâm’a hizmet çabası, her zaman
canlı, derin ve kapsamlı olmuş; ölünceye kadar da İslâmî hizmetlerdeki
duyarlılığı devam etmiştir.

Ölçülü yaşayışı ve davranışlarıyla ashâba ve kendisinden sonraki bütün
Müslümanlara örnek olan Hz. Ebû Bekir, bu hususta Allah Resûlü’nün de
takdirini kazanmıştır. Nitekim Hz. Peygamber , “muhakkak ki, arkadaşlığı
hususunda da, malı hususunda da insanların en cömerdi Ebû Bekir’dir.
Ümmetimden kendime bir dost edinseydim Ebû Bekir’i edinirdim” sözleriyle
onu övmüştür. (Buhârî, “Fedâil” 5).

Yönetim Anlayışı
Hz. Ebû Bekir, idarî hayattaki uygulamalarında sürekli Hz. Peygamber’i
örnek almıştır. Dolayısıyla onun icraatında Hz. Peygamber’in yönetim
anlayışının belirgin yansımaları görülür. Onun Hz. Peygamber’den örnek
aldığı prensiplerin başında, istişare, kararlılık, hoşgörü, ehliyet ve insan
haklarına saygı gelir.

İstişâre
İstişare, kamu yönetimi açısından değerlendirildiğinde yöneticinin karşı
karşıya kaldığı bir problemin halli konusunda görüşüne değer verdiği
kişilerle gerçekleştirdiği danışma ve fikir alışverişidir. İslâm tarihinde bunun
siyasî anlamda sistemleşmiş şekline şûrâ denilmektedir. Kur’ân’ı Kerim’de
Müslümanlardan, işlerini birbirlerine danışmak suretiyle yapmaları
istenmiştir. (Âl-i İmrân 3/159) Ayrıca Kur’ân’da bu isimde bir de sûre
bulunmaktadır (Şûrâ sûresi). Bu sûrenin 38. âyetinde istişare müessesesinden
ayrıca bahsedilmekte ve “... Onların işleri, aralarında danışma iledir...”
(Şûrâ 42/38) buyurulmaktadır.

Hz. Ebû Bekir, bütün uygulamalarında toplumun fikrî ve siyasî desteğini
almaya özen göstermiş, bu sebeple halifeliği süresince istişârede
bulunmuştur. Bütün önemli kararlarından önce ashâbın ileri gelenlerinin
görüşüne başvurmayı ilke edinmiştir.

Halife, idarî faaliyetlerinde genelde ashâbın tamamının görüşünü almakla
birlikte onun en yakın danışmanları Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali,
Abdurrahman b. Avf, Muaz b. Cebel ve Zeyd b. Sabit idi. Bunlar arasında
Hz. Ömer onun en büyük yardımcısıdır. Bu sebeple o, hemen bütün önemli
devlet meselelerinde öncelikli olarak onun görüşünü alma ihtiyacı
duymuştur. Vefatından önce de toplumun kanaat önderlerinin fikrini almak
suretiyle Hz. Ömer’i kendi yerine halîfe tayin etmiştir.

Hz. Ebû Bekir, halîfeliği döneminde Medine’de ashâbın ileri gelenleriyle
görüş alışverişinde bulunmasının yanı sıra, uzak beldelerde görev yapan
idarecilere de aynı şeyi tavsiye ediyordu. Nitekim Müseylime ile savaşmak
üzere görevlendirdiği komutanı Hâlid b. Velîd’i, herhangi bir savaşa
girişmeden önce kendisiyle birlikte olanların kanaatlerini alması
doğrultusunda uyarmıştır. Diğer komutanlarına da sürekli bu doğrultuda
öğütler vermiştir.

Hz. Ebû Bekir, yönetim makamında kesin yetkiye sahip bir yönetici
olmakla birlikte, bazı devlet görevlerini yakın arkadaşlarına bırakarak idarî
görevlerde paylaşımın güzel örneklerini de vermiştir. Bu amaçla Medine’de
davalara bakma görevini Hz. Ömer’e devretmiş, Ebû Ubeyde b. Cerrah’ı
Beytülmâl emîni (Hazine görevlisi) tayin etmiştir. Zeyd b. Sâbit, Hz. Ali ve
Hz. Osman gibi şahıslardan da devlet kâtipliği hizmeti almıştır. Bunlar
devletin resmî yazışmalarında halifeye yardımcı olmuşlardır.

Kararlılık
Hz. Ebû Bekir, kaynaklarda gayet halim-selim, son derece yumuşak huylu,
şefkatli ve alçak gönüllü olarak tasvir edilir. Müslümanların ittifakıyla
devletin en yüksek makamı olan hilâfete seçilmiş olmasına rağmen, halka
yaptığı ilk konuşmasında “En iyiniz olmadığım halde sizin başkanınız olarak
seçilmiş bulunuyorum” ifadesini kullanması, onun tevazuunun boyutlarını
ortaya koyar. Aynı konuşmada geçen “Yanlış hareket ve davranışta
bulunursam bana doğru yolu gösteriniz” ifadesi de alçak gönüllülüğün ve
yönetimde şeffaflığın bir başka yansımasıdır. (İbn Hişam, IV, 331) İnsanî
ilişkilerinde mütevazı tavrıyla öne çıkan Hz. Ebû Bekir, vazife ve sorumluluk
hususunda ise son derece ciddi ve kararlı bir tutum sergilemiştir. Dolayısıyla
din ve devlet işlerinde onun bir ihmâline, hatta tereddüdüne tesadüf etmek
mümkün olmaz. Halîfe, gerek doğrudan şahsî kanaati, gerekse ashâbın önde
gelenleriyle yaptığı istişareden sonra olsun, herhangi bir konuda belli bir
karara vardığında bunu cesaretle uygulamıştır. Hz. Ebû Bekir’in idaredeki
kararlılığını Üsâme ordusunun harekete geçirilmesi ve ridde savaşlarındaki
tutumunda açıkça görmek mümkündür: Yukarıda anlatıldığı gibi Üsâme
ordusunu göndermekten vazgeçmesini isteyenlere Hz. Ebû Bekir,
“Arslanların gelip beni kapacaklarını bilsem, şehirde benden başka kimse
kalmasa da orduyu göndereceğim. Zira Üsâme’nin gitmesini bizzat
Resûlullâh emretmişti” diyerek yapılan teklifi kesin bir şekilde geri çevirdi.
(Vâkıdî, s. 51).

Hz. Ebû Bekir, Üsâme ordusunun harekete geçirilmesindeki sebat ve
kararlılığını ridde hadiseleri esnasında da göstermiştir. İrtidat edenlerin bir
kısmı İslâm’a bağlı kalacaklarını, buna karşılık zekât vermeyeceklerini
Medine’ye bildirdiklerinde Hz. Ömer başta olmak üzere ashâbtan bazıları bu
gibi gruplardan belli bir süre zekât alınmaması teklifinde bulundular. Ancak
halîfe onlara şu tarihî cevabı verdi: “Allah’a yemin ederim ki, namaz ile
zekâtın arasını ayıranlara karşı savaşacağım. Çünkü zekât malın hakkıdır.
Onlar Resûlullâh’a verdikleri zekât hayvanının başına bağlanan ipi dahi bana
vermekten çekinirlerse, yine onlarla savaşırım”. (Vâkıdî, s. 52).

Hoşgörü
Hz. Ebû Bekir’in kararlı bir yönetici olması, onun katı ve sert bir idare
sergilediği anlamına gelmez. O, idarede kararlılık ile birlikte hoşgörülü
olmanın örneklerini de göstermiş, emri altındaki yöneticilerin bazı hatalı
davranışlarını müsamaha ile karşılamış, onlara karşı herhangi bir kin
beslememiştir. Bu anlamda Hz. Ebû Bekir’in yönetimini tatlı-sert bir idare
olarak tanımlamak yanlış olmaz.

Hoşgörüsünün bir sonucu olarak Hz. Ebû Bekir, Hz. Peygamber
döneminden intikal eden görevliler arasında kendi emrinde çalışmak
istemeyenlerin kararlarına saygı duymuş, bunu şahsına karşı bir tavır olarak
görmemiştir. Görevlerinden ayrılmak isteyenleri daha faydalı olabileceklerine
inandığı başka görevlere atamış, hiçbir yöneticisine, rızasını almadan görev
vermemiştir. Hz. Ebû Bekir’in yönetimdeki hoşgörü anlayışını, Hz.
Peygamber tarafından Yemen bölgesine idareci olarak tayin edilmiş olan
Hâlid, Amr ve Ebân b. Sa’îd b. Âs kardeşlerle ilgili uygulamasında daha açık
bir şekilde görmek mümkündür:

Allah Resûlü’nün vefatından sonra adı geçen şahıslar, görev yerlerini terk
edip Medine’ye dönmüşlerdi. Halîfe, görevlerinde başarılı gördüğü
Sa‘îdoğulları’nı eski yerlerinde bırakmak niyetini kendilerine açıklamış,
ancak onlar Hz. Peygamber’den başkası için görev yapmayacaklarını ileri
sürerek teklifi kabul etmemişler, bunun yerine Suriye seferlerine
katılacaklarını bildirmişlerdir. Hz. Ebû Bekir, onların kararına saygı
duymuştur. Ümeyye kabilesine mensup olan Hâlid b. Sa‘îd, görev yerini terk
edip Medine’ye geldiğinde Hz. Ebû Bekir’in halîfe seçilmesinden memnun
olmadığını açıkça ilân etmiş, bu görevi Ebû Bekir’e bıraktıkları için Hz. Ali
ile Hz. Osman’ı da kınamıştı. Bu gelişmeden haberdar olmasına rağmen
halîfe onun tenkitlerini olgunlukla karşılamış, olayı şahsiyet meselesi
yapmamıştır. Üstelik Hz. Ömer’in yoğun muhalefetine rağmen onu Suriye
bölgesine sevk edilen ilk orduya komutan tayin etmiştir. (Taberî, III, 387-
388).

Ehliyet
Hz. Ebû Bekir, yöneticilikte en önemli ilkenin ehliyet olduğuna inanıyordu.
Bu sebeple seçildiği gün yaptığı konuşmada bizzat kendisinin devlet
başkanlığı görevinde kalabilmesinin ancak görevini lâyıkıyla yapmasına
bağlı olduğunu ifade etmiştir. Yöneticilerini ehil olanlardan seçme
konusunda titizlik göstermiş, akrabalık ve hatır-gönül gibi iltimaslara boyun
eğmemiştir. Ona göre yönetimde esas alınması gereken şey, tayin edilen
görevlinin göreve ehil ve lâyık olması, devlet sorumluluğu taşıyabilmesidir.
Bu amaçla komutanlarından Câhiliye gururuna kapılmamalarını, kabilecilik
(asabiyet) peşinde koşmamalarını istemiştir. İdarî ve askerî görevlerin
verilişinde akrabalığın değil, ehliyetin temel alınmasının gereğini sık sık
vurgulamış, ortaya koyduğu bu prensipleri uygulamalarıyla bizzat
göstermiştir. Nitekim kabilecilik duygularını çağrıştırır endişesiyle kendi
kabilesinden hiç kimseyi önemli devlet görevlerine getirmemiştir.
Hz. Ebû Bekir, görevlendirmelerde ehliyet konusuna önem verdiği gibi
seçtiği idarecilerinden de aynı duyarlılığı beklemiştir. Bunun en güzel
örneklerinden biri, halîfenin Yezîd b. Ebû Süfyan’a yaptığı şu uyarıdır:
“Senin adına en çok korktuğum husus, iltimas meselesidir. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: Müslümanlara ait herhangi bir işin başına geçip de
iltimas eseri olarak o işe birini tayin eden kişi, Allah'ın lânetine uğrar. Allah
ondan bir mazeret veya fidye kabul etmeyerek kendisini cehenneme atar”.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 6).

Hz. Ebû Bekir, kısa süren halîfeliği döneminde ehil olanları yönetime
getirdiği gibi, Allah Resûlü’nün tayin etmiş olduğu idarecileri yerlerinde
tutmaya da özen göstermiştir. Onları azletmediği gibi daha yüksek görevlere
de getirmiştir. Bu şekilde o, Hz. Peygamber’in tercihine uyduğunu
göstermiştir. Örnek vermek gerekirse Mekke valisi Attâb b. Esîd, Tâif valisi
Osman b. Ebu’l-Âs, Cened idarecisi Muâz b. Cebel, Zebîd, Aden ve Yemen
Sahili yönetiminden sorumlu olan Ebû Mûsâ el-Eş‘arî ile Bahreyn valisi Alâ
b. Hadramî, Hz. Ebû Bekir zamanında da görevlerini sürdüren Hz.
Peygamber dönemi bürokratlarından bazılarıdır.

İnsan Haklarına Saygı
Hz. Ebû Bekir’in yönetimi esnasında üzerinde özenle durduğu konulardan
biri de insan haklarına saygıdır. Onun, kumandanlarına ve valilerine verdiği
emirler, Kur’ân-ı Kerim’de insan hakları konusundaki evrensel ilkelere
dayanmaktadır.

Halîfenin harekete geçmeden önce Üsâme ordusuna verdiği
öğütler bu hususu açıkça ortaya koyar:

“Size on şey tavsiye edeceğim ki, bunlara uyunuz: Hainlik yapmayınız.
Vefasızlık etmeyiniz. Haddi aşmayınız. Kimsenin uzuvlarını kesmeyiniz.
Çocukları, kadınları ve yaşlıları öldürmeyiniz. Hurma ağaçlarını kesip
yakmayınız. Koyun, inek ve deve gibi hayvanları gıdadan başka bir maksat
için kesmeyiniz. Yolda manastırlara çekilmiş insanlara rastlayacaksınız,
onları kendi hâllerine bırakınız”. (Taberî, III, 226-227).

Hz. Ebû Bekir’in burada dile getirdiği tavsiyeler, zamanımıza kadar
korunmaya çalışılan ancak hep çiğnenen savaş hukukunun temel esaslarını
yansıtır. Buradaki öğütlerde yer alan hususlar, Müslümanların ilk halîfesinin
genelde insana saygısını, özelde ise diğer din mensuplarına (ötekine)
hoşgörüsünü ve ayrıca insanların yaşadıkları çevreye verdiği önemi vurgular.

Şüphesiz bu öğütler, Allah Resûlü’nün öğretisi ve uygulamalarının Hz. Ebû
Bekir dönemindeki devamından ve pratik yansımalarından başka bir şey
değildir.

Halîfe, ayrıca komutanlarına, “askerlerinizin ailesinden gafil olmayın, o
zaman askeriniz bozulur. Onların gizliliklerini de araştırmayın, o zaman
onları rezil edersiniz. İnsanların sırlarını açığa çıkarmayın, onların açığa
vurduklarıyla yetinin” diye emirler veriyordu. (İbn Sa’d, VII, 396) Bu öğüt
ve uyarılarıyla Hz. Ebû Bekir, komutanlarından, emirlerindeki askerlere karşı
insanca davranmalarını, onurlarının korunması hususunda da dikkatli
olmalarını istemiştir. İlk İslâm fetihlerinin başarıya ulaşmasında Müslüman
askerlerin kendi aralarındaki dayanışmanın, komutan ile askerler arasındaki
karşılıklı sevgi ve saygının büyük rol oynadığı unutulmamalıdır. Nitekim
seferler esnasında Müslüman komutanlar ile görüşmek için gelen yabancı
elçiler, İslâm ordusunda en üst düzeydeki komutanla herhangi bir asker
arasında sorumlulukları dışında bir fark görmediklerini açıkça ifade
etmişlerdir.

Hz. Ebû Bekir, savaş esnasında olduğu gibi, daha sonra gerçekleştirilen
antlaşmalarda da insanlara ağır şartların yüklenmesini doğru bulmamış,
Müslümanlarla barış yapan insanların tüm haklarının korunması ve mağdur
edilmemesi hususunda duyarlı davranmıştır. Hirelilerle yapılan antlaşma,
bunun en güzel örneği olarak İslâm tarihine geçmiştir. Hireliler, yapılan
antlaşmadan sonra geleneğe göre kıymetli hediyeler sunmuşlardı. Bu
gelişmeden haberi olan Hz. Ebû Bekir ise, Hîrelilerin verdikleri hediyelerin
maddî karşılıklarının ödeyecekleri cizyeden düşürülmesi için komutana
talimat göndermiştir. Belki de bu durum, bölgedeki diğer yerleşim yerlerinin
idarecilerinin, direnmeksizin Müslümanlarla antlaşma yapmalarına vesile
olmuştur.