Kureyşli müşriklerin Hz. Muhammed’in getirdiği mesaja karşı çıkmalarının
çeşitli sebepleri vardı:
1. Müşriklerin ileri gelenleri toplum içindeki statülerini ve nüfuzlarını
kaybetmek istemiyorlardı. Zira İslâm insanlar arasında bir ayırım
yapmıyor; köle ile efendiyi insan olmaları hasebiyle eşit görüyordu.
2. Araplar tutucu bir kavimdi. Din anlayışlarının meşruiyetini atalarının dinî
tercihlerinde görürlerdi. Onlar için atalarının dini doğru olanıydı.
Müşrikler, “Doğrusu biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de
onların izlerinden gitmekteyiz.” (Zuhruf 43/22) diyorlardı.
İslâm’ın inanç sistemi müşriklerin inancına benzemiyordu. Her şeyden önce
onların hayatlarında önemli bir yere sahip olan yarı tanrısal güçleri temsil
eden putları reddeden bir dinle karşı karşıya idiler. Öyle bir din ki, Allah
dışında hiçbir varlığın ilahî gücünü kabul etmiyordu. Öte yandan Hz.
Muhammed’in getirdiği din, ahiret hayatının varlığına ve ilahî adaletin
ahirette sağlanacağına inanılmasını istiyordu.
3. Arapların kabileci bir toplum olmaları Hz. Peygamber'in getirdiği dini
kabul etmelerinin önündeki en önemli engellerden birisiydi. Bir Arap
kabilesinin kimliğiyle yaşadığı için kolay kolay kabilenin görüşünün
dışına çıkamıyordu. Bu durum onun kabilesi tarafından korumasız
bırakılmasına neden olurdu. Kabilesinin korumasından mahrum
bırakılmış bir insanın ise Arap toplumunda yaşama şansı olmazdı.
Varlığını devam ettirebilmesi için başka bir kabileye sığınması gerekirdi.
Bu da o kabilenin kimliğini kullanması anlamına gelirdi. İşte bu
kabilecilik yüzünden Ebû Cehil Hz. Peygamber'in nübüvvetini kabul
etmeyi Hâşimoğullarının üstünlüğü olarak değerlendirmiş ve bu meseleyi
Mahzumoğullarıyla Hâşimoğulları arasındaki rekabet çerçevesinde ele
almıştır.
Ebû Cehil, kabile rekabetinin dinî tercihte de belirleyici olduğunu şu
sözleriyle ifade etmiştir: “Bugüne kadar Abdümenâfoğullarıyla şan ve şeref
için çekiştik. Onlar insanlara yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar
sorumluluk yüklendiler, biz de yüklendik. Onlar bağışta bulundular, biz de
bulunduk. Bizlerle onlar başa baş giden yarış atları durumuna gelince, ‘Bizim
aramızda kendisine vahiy gelen bir peygamber var.’ dediler. Biz bunun
dengine nasıl sahip olacağız? Allah’a yemin ederim ki, asla onu tasdik
etmeyeceğiz.” (İbn Hişam, I, 338).
4. Mekkeli müşrikler açısından ticaret, hayatî bir öneme sahipti. Kâbe’de
müşriklerin saygı duydukları birçok put vardı. Araplar, bu putlara ibadet
etmek ve hac yapmak amacıyla her yıl Mekke’ye giderlerdi. Hac
mevsiminde kurulan panayırlarda ticaret yapılıyordu. Bundan dolayı hac
ibadeti ve putlara gösterilen saygı Mekke’nin ticaret hayatı için çok
önemliydi. Müşrikler ekonomik açıdan zarar görmek istemiyorlardı.
5. Müşrik Araplar, kendilerine liderlik yapacak bir kişinin zengin ya da güçlü
olmasını isterlerdi. Hz. Peygamber zengin olmadığı gibi bir kabilenin
lideri de değildi. Kur’ân’ın haber verdiğine göre müşrikler, “Bu Kur’ân
iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” (Zuhruf
43/31) diyorlardı. Bu sözleriyle peygamber olmak istemelerinden çok Hz.
Muhammed’in peygamber olmasının imkânsız olduğunu
dillendiriyorlardı.
Hz. Muhammed’in tebliğinin ilk muhatapları olan Kureyşliler arasında, özellikle
sosyal ve siyasî statüleri ile ellerindeki ekonomik gücü kaybetme korkusu
yaşayanlar tebliğ edilen yeni dine tepki gösterdiler. Gençler ise Hz.
Peygamber’i dinlemeye daha istekliydiler. Nitekim ona şiddetle tepki gösteren
bazı müşriklerin çocuklarından Müslüman olanlar vardı.