Mekke’de kabileler arasında yaşanan ve bazan kan dökülmesinin yasak
olduğu haram aylarda dahi meydana gelen çekişme ve çatışmalar, şehrin
güvenli bir belde olmasına gölge düşürmüştü. Öte yandan hac ve ticaret
amacıyla Mekke dışından gelen zayıf ve güçsüz kimseler birçok defa
haksızlık ve zülme uğramakta idiler. Şehirde mal, can, ırz ve namus güvenliği
kalmamıştı. Haram aylardan zilkâdede yaşanan bir olay bardağı taşıran son
damla oldu ve vicdan sahibi hakperest insanları harekete geçirdi: Yemenli
Zübeyd kabilesinden bir tâcir Mekke’ye mal getirmiş ve belirli bir fiyat
karşılığında Mekke ileri gelenlerinden Âs b. Vâil es-Sehmî ile pazarlık yapıp
malı teslim etmişti. Ancak Âs b. Vâil borcuna sadık kalmayıp oldukça düşük
bir para teklif etti ve satıcıyı oyalayıp durdu. Sonunda borcunu inkâr ettiği
gibi aldığı malları iade etmeye de yanaşmadı. Zor durumda kalan Yemenli
tâcir aralarında Mekke ileri gelenlerinin de bulunduğu birçok kişiye müracaat
edip yardım istedi. Ancak bir kısmı Âs b. Vâil’in düşmanlığını kazanmaktan,
bir kısmı da dostluğunu kaybetmekten çekindiği için yardım etmediler.
Çaresizlik içinde ne yapacağını düşünen tâcir ertesi gün güneşin doğmak
üzere olduğu ve Kureyş ileri gelenlerinin de Kâbe etrafında küme küme
oturdukları bir sırada Ebû Kubeys dağına çıktı. Herkesin duyacağı yüksek
sesle acıklı bir şekilde mağduriyetini dile getirdi ve yardım istedi. Hilfü’lahlâf’a
mensup kabilelerin aldırış etmemelerine karşılık Hilfü’l-mutayyebîne
mensup kabileler bundan rahatsızlık duyarak harekete geçtiler. Bunların
başında son Ficâr savaşında Hâşimoğulları’na kumanda eden ve savaşa
katılmış olmaktan da pişman olduğu anlaşılan Zübeyr b. Abdülmuttalib
gelmekteydi. Hz. Peygamber’in amcası olan Zübeyr b. Abdülmuttalib şehrin
en zengin, yaşlı ve nüfuzlu kabile reisi durumundaki Abdullah b. Cüd‘ân etTeymî’ye
baş vurarak onu bu işin görüşülmesi için bir toplantı yapmaya iknâ
etti. Kureyş’in kollarından Benî Hâşim, Benî Muttalib, Benî Zühre, Benî
Teym ve Benî Esed ileri gelenleri, Abdullah b. Cüd‘ân’ın evinde yapılan
yemekli toplantıya iştirak ettiler. Toplantıya o sırada yirmi yaşında olan
Peygamberimiz de amcası Zübeyr b. Abdülmuttalib ile birlikte katıldı.
Kaynakların bildirdiğine göre çağrılanlar arasında Hilfü’l-ahlâf
mensuplarından kimse yoktu. Toplantıda hazır bulunanlar uzun
tartışmalardan sonra haksızlığı önlemek için yemin ettiler ve bu iş için
gönüllülerden oluşacak bir gurup kurmayı kararlaştırdılar.
Bu harekete “Erdemli insanların yemini” anlamında Hilfü’l-fudûl adı
verildi. Kaynaklara göre yemin ve antlaşmanın muhtevası genel hatlarıyla
şöyledir: “Allah’a and olsun ki, Mekke şehrinde birisi zülum ve haksızlığa
uğradığı zaman hepimiz o kişi ister iyi ister kötü, ister bizden ister yabancı
olsun kendisine hakkı verilinceye kadar tek bir el gibi hareket edeceğiz; deniz
süngeri ıslattığı ve Hira ile Sebîr dağları yerlerinde kaldığı sürece bu yemine
aykırı davranmayacağız ve birbirimize mâlî yardımda bulunacağız”. Hilfü’lfudûl
mensupları toplantıdan sonra Kâbe’ye gidip Haceru’l-esved’i yıkadılar
ve bu mukaddes sudan teker teker içtiler.
Hilfü’l-fudûl’un ilk icraatı topluca Âs b. Vâil’in yanına gidip
Zübeydli tâcirin hakkını geri almak ve mazluma hakkını iade etmek oldu.
Mekke ileri gelenlerini karşısında gören Âs b. Vâil
borcundan kaçamadığı gibi Hilfü’l-fudûl’a katılmayanlardan hiç kimse de
onu destekleyip bu harekete karşı çıkamadı. Daha sonraki yıllarda da başta
Hz. Peygamber olmak üzere Hilfu’l-fudûl mensupları Mekke’de birçok
haksızlığın önüne geçtiler. Yemin yapıldıktan sonra yeni katılıma açık
olmayan bu antlaşma İslâm döneminde de bir süre devam etmiş ve son
mensubunun Emevî hilâfetinin başında ölümüyle tarihe karışmıştır.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.) peygamberliğinden sonra da Hilfü’l-fudûl ittifakından
övgüyle bahsetmiş ve şöyle demiştir: “Abdullah b. Cüd‘ân’ın evinde yapılan
antlaşmaya amcalarımla birlikte ben de katılmıştım. Bu ittifakta yer almış
olmanın mutluluğunu güzel ve kızıl develere değişmem. Bugün de böyle bir
antlaşmaya çağrılsam tereddüt etmeden giderim”.