Her üç ilahî dinin (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm) en büyük
peygamberlerden biri kabul ettiği Hz. İbrahim, Allah’ın emri doğrultusunda,
eşi Hâcer’den dünyaya gelen ilk çocuğu İsmail’i annesiyle birlikte
Filistin’den alıp Mekke’nin bulunduğu yere getirdi ve onları burada
bıraktıktan sonra Filistin’e dönmek üzere ayrıldı. Mekke vadisi, çöl karakterli
bir araziye sahip olup iklimi sıcak ve kuraktır. Bu sebeple anne-oğul kısa bir
süre sonra susuzluk problemi ile karşılaştılar. Su bulmak için Safa ve Merve
tepeleri arasında koşturan Hâcer’in, çaresiz kalıp oğlunun hayatından ümit
kestiği bir sırada Yüce Allah’ın emriyle çocuğun bulunduğu yerden bir su
kaynağı fışkırdı. Zemzem adını alan ve suyu bol olan kaynak nedeniyle
burası zamanla kervanların konak yeri haline geldi. Bir süre sonra
Yemen’den gelen Cürhümlüler Mekke çevresine yerleştiler. İsmail onlardan
Arapça öğrendi ve bu kabileden bir kızla evlendi. Kur’ân-ı Kerim’de bu
gelişmelerin bir kısmına şöyle işaret edilir: . “Hatırla ki, İbrahim şöyle
demişti: Rabbim! Bu şehri (Mekke’yi) emniyetli kıl, beni ve oğullarımı
putlara tapmaktan uzak tut. Ey Rabbimiz! Soyumdan bazılarını ekilebilir
toprağı olmayan bir vadiye, senin kutsal evinin yakınına yerleştirdim, ki ey
Rabbimiz, namazı dosdoğru kılsınlar. Sen de insanlardan bir kısmının
gönüllerini onlara meylettir ve meyvelerden bunlara rızık ver. Umulur ki, bu
nimetlere şükrederler” (İbrahim 14/35, 37).
Filistin’de yaşayan Hz. İbrahim zaman zaman Hâcer ile İsmail’i ziyarete
gelmekteydi. Mekke’yi üçüncü ziyaretinde Allah’ın emri doğrultusunda oğlu
İsmail ile birlikte Kâbe’yi inşâ etti. Kurân-ı Kerîm’de bu durum şu âyetlerle
ifade edilmiştir: “Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın
temellerini yükseltiyor (ve şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu
kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin. Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun
eğenlerden kıl; neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar; bize ibadet
usûllerimizi göster ve tevbemizi kabul et. Zira tevbeleri çokça kabul eden ve
çok merhametli olan ancak sensin. Ey Rabbimiz! Neslimiz arasından, senin
âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları
temizleyip arındıracak bir peygamber gönder. Muhakkak ki sen Azîz ve
Hakîmsin.” (Bakara 2/127-129) Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı âyetlerden
hareketle Kâbe’nin Hz. İbrahim’den önce de var olduğu, ancak yıkılıp uzun
zaman içinde yerinin kaybolduğu ve İbrahim tarafından bulunarak yeniden
yapıldığı anlaşılmaktadır.
Kurân’da Hz. İbrahim’den önce kimin tarafından
inşâ edildiği hususunda herhangi bir bilgi yer almamakla birlikte bazı
kaynaklarda Hz. Âdem yahut oğlu Şît tarafından yapıldığı kaydedilmektedir.
Hz. İbrahim Kâbe’nin inşâsını tamamlayınca Cebrail (a.s.) gelip kendisine
hac ibadetinin nasıl yapılacağını öğretti. O da insanları hac ibadetine davet
edip oğlu ile birlikte görevini tamamladıktan sonra İsmail’i burada bırakarak
tekrar Filistin’e döndü. Böylece Mekke’de tevhid dini geleneği başladı ve bu
gelenek, zaman içinde şirke karışmakla birlikte Hz. Muhammed’in
peygamber olarak gönderilmesine kadar varlığını sürdürdü.
Yeryüzünde Allah’a kulluk maksadıyla yapılmış ilk mâbed olan Kâbe,
inşâ edildiğinden günümüze kadar Kur’ân-ı Kerîm’de de ifade edildiği gibi
Allah’ın evi (Beytullah) olarak bilinen en kutsal ve en güvenilir bir mekândır.
Aynı şekilde Kâbe’nin bulunduğu Mekke ve çevresi de Hz. İbrahim’in duâsında dilediği üzere Yüce Allah tarafından, insanların manevî olarak
temizlenip arındığı her türlü tecavüzden korunmuş kutsal ve güvenli bir yer
(harem) olarak ilân edilmiştir. Burada zararlılar dışındaki her türlü canlının
öldürülmesi ve bitki örtüsüne zarar verilmesi haram kılınmıştır. Bu sebeple
Mekke’ye “el-beledü’l-emîn” (güvenli belde), “el-Beledü’l-harâm” (kutsal ve
dokunulmaz topraklar) veya kısaca “harem” gibi isimler verilmiştir. Bu
manada Kâbe de “el-Beytü’l-harâm” (kutsal ve dokunulmaz ev) ve elBeytü’l-atîk
(eski veya şanlı ev), çevresindeki mescid de “el-Mescidü’lharâm”
(kutsal ve korunmuş ibadet yeri) vb. isimlerle anılır.
Mekke yeryüzündeki bütün yerleşim birimlerinin merkezi ve müslümanların kıblesi
olduğundan Kur’ân’da “ümmü’l-kurâ” (şehirlerin anası) olarak da
isimlendirilir (En‘âm 6/92). Şu halde Mekke ve Kâbe ilâhî övgüye mazhar
olmuş, Allah tarafından himâye ve dokunulmazlığı ilân edilmiş en kutsal
mekanlardır. Bu sebepledir ki, Mekke’nin idaresi yanında Kâbe’ye ve bu
kutsal toprakları ziyarete gelen hacılara yönelik hizmetler özel bir anlam ve
önem kazanmış, çeşitli dönemlerde belli başlı şahıslar ve kabileler arasında
yarış ve mücadeleye konu olmuştur.
Başlangıçta Hz. İsmail tarafından yürütülen Mekke ve Kâbe’nin idaresi
ondan bir nesil sonra Cürhümlüler’in eline geçti. Önceleri Hz. İsmail’in
tebliğ ettiği dini benimsemiş olan Cürhümlüler zamanla sapıklığa düştüler;
Kâbe’ye saygı göstermediler, gizli açık her türlü ahlâksızlığı yapmaya
başladılar. Kâbe’ye takdim edilen hediyelere el koydukları gibi hac
maksadıyla şehre gelenlere de kötü davranmaya başladılar.