Cilt Sanatının Tarihî Seyri

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Cilt Sanatının Tarihî Seyri
« : 10 Ocak 2018, 16:24:30 »
Türklerde cilt sanatının iki safhası vardır:

1. İslâmiyet’e giriş öncesi:
Doğu Türkistan’daki Uygur Türkleri’nden kalma bazı eserlerde, sanki sonradan geliştirilen ciltleme tekniğinin ilkel şeklini hatırlatan izlere rastlanmıştır.

2. İslâmiyet’in doğduğu saha olan Güney Arap yarımadasında dericilik
ilerlemiş olmasına rağmen, bunun kitap kaplarında kullanılışı Mısırlı
Hristiyan Koptlarla başlamıştır.

İslâm’dan sonra da Mısır, bu sanatta ilk hatırlanacak ülkedir.

Önceleri kitap kabı olarak üstü altınlanmış deriyle kaplı sedir ağacı revaçtaydı. Tolunoğulları, Memlükler gibi Mısır’da hüküm süren
Türk devletleri kitap kaplarında geometrik desenlerden başka, soğuk damga
veya ısıtılmış aletlerle deri üzerinde baskılı şekiller, hatta kitâbeli kuşaklar
oluşturuyorlardı.

Yeri gelmişken şunu belirtmekte fayda vardır: İslâm tarihi boyunca hat ve buna bağlı olarak bezeme ve cilt sanatlarına bu derecede önem verilmesi, Kur’ân-ı Kerîm’in en güzel ve mükemmel şekliyle mushaf hâline getirilmesi gayesinden kaynaklanmıştır.

Asya kıtasında cilt sanatı denilince Timurlular’ın bıraktığı Herat ciltleri
hiç unutulmayacak örneklerdir.

Timur’un oğlu Şâhruh’un (ö.1447) Herat ve Horasan’daki valilik döneminde Suriye ve Mısır’dan gelen mücellitler bu sanatı erişebileceği en yüksek seviyeye getirmişlerdir. Yine Timur’un torunu Baysungur (1397-1433) “Kitaphâne” ismiyle kurduğu sanat atölyesinde hat, tezhip, minyatür gibi sanat dalları arasında mücellitliği de ön planda tutmuş, bu durum Hüseyin Baykara (ö. 1506) ve Ali Şîr Nevâî (ö. 1501) devrinde de sürmüştür.

Herat’ta yapılan dışı ruganî (lake), içi oymalı (müşebbek) ciltler
bugüne kadar geçilebilmiş değildir.

İran’daki Safevî devri de Timûrlular dönemi gibi sanatkârane ciltlerin
görüldüğü bir çağdır. Tebriz, Şîraz ve İsfahan merkezlerinde, kalıpla
basılarak yapılan kitap kapları da, ruganî cinsleri gibi göz alıcıdır.

Anadolu Selçukluları devrinden zamanımıza intikal eden cilt örnekleri
fazla değildir. Koyu kahve veya vişneçürüğü renklerinin tercih edildiği bu
kaplarda geometrik desene pek rastlanmaz. Kalıp basmak yerine yürütme
demiriyle çizilen tezyinî unsurlara yer verilmiştir. Üst ve alt kabın birbiriyle
desen bakımından farklılık göstermesi de olağandır.

Osmanlı devri kitap kaplarının ilk örneklerinde Selçuklu tesiri belirgindir.

Fâtih Sultan Mehmed devrinde (1451-1481) yapılan ciltlerde Timurlu,
Akkoyunlu ve Karakoyunlu tesirleri de görülür. Deri renkleri de eskisine göre
çeşitlenir. Kalıp yerine, yürütme demiriyle, hayranlık uyandıran kitap kapları
yapılmıştır.

Sultan II. Bâyezid döneminde (1481-1512) saray çevresindeki
nakkaşhânenin imâlatı olan enfes kitap kapları görülür.

Kanûnî Sultan Süleyman (1520-1566) ve kitap meraklısı Sultan III. Murad (1574-1595) devirlerinden şahane örnekler zamanımıza gelmiştir.

Kabın üstünün tamamen desenlerle dolu olması yerine, arada boşluk bırakmayı tercih eden Osmanlı mücellitleri şemse, salbek, köşebend ve gerektiğinde kenar suyu bölümlerinin yer aldığı kapları tercih etmişler, farklı ve bol desenli kalıplar kullanmışlardır. Bazı kaplarda şemse-köşebend arasındaki boşluğa yazma kaplarda olduğu gibi, zermürekkep ve fırça ile havalı veya çift tahrir denilen küçük ve ince motifler işlenir.

Osmanlı Devleti’nin XVII. yüzyıldaki duraklaması kitap kaplarında da
hissedilir. Lâkin yine de letâfetini muhafaza eder.

XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı tahtında yirmi yedi yıl kalan Sultan III. Ahmed (1703-1730) Topkapı Sarayı’nda müstakil kütüphane inşa ettirecek derecede bir kitap tutkunudur. Artık Batı ile yüzyüze gelen Osmanlı sanatında bunun tesirleri görülmeye başlamakla beraber, yine de kimliğini koruyan şaheserler verilir.

Bu devirde yapılan ruganî kaplar da dikkat çeker.

Asrın sonlarında tezhip sanatına tamamen hâkim olan Batı tarzı desenler,
kitap kaplarında da kendini gösterir. Hele XIX. asır, klasikle münasebetlerin
tamamen koparıldığı bir çağdır. Artık işin kolayına kaçıldığı için yazma kap
tarzı daha yaygındır.

Zilbahar adıyla bilinen basit uygulamanın yanı sıra, şükûfe kaplara da daha çok rastlanır.

Gömme şemse kaplar ara sıra yapılmakla beraber, eski asaletini kaybetmiş sıradan örnekler ağırlıktadır.

Nihayet 1936’da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’ne bağlı olarak açılan
Türk Tezyinî Sanatları şubesinde, klasik tarzdaki kitap kaplarının yeniden
tanınması ve yayılması için büyük gayret gösterilmiştir.

Bugün Türk cilt sanatında aynı üslûbun hâkimiyeti sürmektedir.