“Mevlevî âyini” denildiği zaman,
a) Semâ ve mukabele de denilen, tasavvuftaki devran anlayışına uygun
biçimde, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin (ö. 1273) zaman zaman
yaptığı nakledilen kendi etrafında dönme (semâ) şeklindeki
hareketinden alınan ilhamla, kendisinden sonra geliştirilerek
düzenlenmiş bir zikir toplantısı,
b) Bu zikir esnasında okunmak ve çalınmak üzere bestelenmiş bir dinî
mûsiki eseri anlaşılmaktadır.
Mevlevî semâı, kısaca bir “aşk meclisi” olarak ifade edilir.
Mevlevî âyini, kıyamet gününü; semâ, insanın mi‘râcını (yükselişini), mânevî yolculuğunu simgeler. Kollarını açarak semâ eden semâzenin sağ eli dua edercesine göklere dönük, Allah’ın ikramını almaya hazır, devamlı olarak baktığı sol eli ise yere dönüktür. Böylece Hak’tan aldığı mânevî güzellikleri, Hak gözüyle baktığı halka ulaştırmaktadır.
Semâzenin başındaki sikke mezar taşı, tennûre kefeni, sırtındaki hırkası da kabridir. Semâ yapılan semâhane kâinatı, semâhânenin sağ tarafı görünen maddî âlemi, sol tarafı ise görünmeyen mânâ âlemini sembolize eder.
Ney insan-ı kâmili (olgun insanı), neyin üflenmesi ise ölümden sonra sûr sesiyle dirilmeyi anlatır.
Mevlevî âyinleri üslûp ve melodik yapı bakımından Türk mûsikisinin en
seçkin eserleri arasında yer alır. Her birine “selâm” adı verilen dört bölümde düzenlenen âyinlerin güfteleri genellikle Mevlânâ’nın Mesnevî, Dîvân-ı Kebîr gibi eserlerinden, oğlu Sultan Veled’in şiirlerinden ve bazı Mevlevî şairlerinin manzumelerinden seçilmiştir.
Âyinler, “âyinhanlar” ve “saz topluluğunun” yani ses ve sazın ortaklaşa icrasından ibarettir. Âyin icra etmekle görevli topluluğa “mutrip” adı verilir. Bu toplulukta âyin okuyanlara “âyinhan” denilir ve bunları kudümzenbaşı yönetir.
Neyzenbaşının idaresindeki saz heyetinde ise öncelikle ney, kudüm, rebap ve halîle gibi sazlar yer alır. Ancak günümüzde mutrip heyetine hemen bütün yaylı ve mızraplı sazlar katılmaktadır.
Bir Mevlevî âyininin icrasını şu ana başlıklarla özetleyebiliriz:
a) Âyin bestesi içerisinde bulunmamakla birlikte her âyinin başında
okunması gelenek haline gelen, güftesi Mevlânâ’ya, bestesi Mustafa Itrî
Efendi’ye ait rast makamındaki “na‘t”ın okunması,
b) Okunacak ve çalınacak âyîn-i şerifin makamında neyle uzunca yapılan
“baş taksim”,
c) Aynı makamda dört haneli bir “peşrev”in çalınması,
d) Neyzenbaşının yaptığı kısa “taksim”,
e) Dört selâmdan oluşan “âyîn-i şerif”in okunup çalınması,
f) “Son peşrev” ve “son yürük semâi”nin yürükçe icrası,
g) Ney veya başka bir sazla yapılan kısa “son taksim”,
h) Âyinhanlardan biri tarafından okunan “aşr-ı şerif”,
ı) Tarikatçı veya duâcı dede ile en sonunda şeyhin okuduğu “Fâtiha” ve
“gülbanklar”.
Mevlevî âyinlerinde belirli usuller kullanılır:
Peşrevler devr-i kebîr,
I. selâm devr-i revân, ağır düyek, düyek;
II. ve IV. selâmlar ağır evfer;
III. selâmın ilk dörtlüğü devr-i kebîr, çok seyrek firenkçîn
(çok az da olsa evfer, düyek, evsat, darb, devr-i hindî),
saz terennümleri aksak semâi usulü ile ölçülmüştür.
Bu selâmda Ahmed Eflâkî’nin Sultan Veled hakkında kaleme
aldığı “Ey ki hezâr âferîn, bu nice sultan olur” mısrâıyla başlayan ve bütün
âyinlerde tekrarlanan Türkçe iki beyitlik bölümden sonra Farsça olarak
devam eden diğer dörtlüklerde gittikçe hızlanan yürük semâi usulü
kullanılmıştır.
Son peşrev düyek veya sofyan usulüyle ölçülmüş olup, son yürük semâi oldukça hızlı bir şekilde vurulur.