Mal ile İlgili Şartlar

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Mal ile İlgili Şartlar
« : 09 Ocak 2018, 15:05:34 »
Zekât yükümlüsü olmak için, sahip olunan malın şu beş niteliği taşıması
gerekir:

1- Tam Mülkiyet

Zekâtın farz olmasının en önemli şartlarından birisi, malın mükellefin elinde
tam mülkiyetle bulunarak dilediği gibi tasarruf hakkına sahip olmasıdır.
Malın bizzat sahibinin elinde –zilyed olarak- mâlik sıfatıyla bulunması tam
mülkiyeti meydana getirir. Bu sebeple, henüz ele geçirilmeyen mal için zekât ödemek gerekmez.

Tam mülkiyet şu unsurlar bir araya gelince gerçekleşmiş olur:

a) Malın sahibinin elinde bulunması,
b) Malda başkasına ait hak bulunmaması,
c) Kendi seçimiyle tasarruf hakkı bulunması,
d) Fayda ve menfaatin mâlike ait bulunması.

Malın mülkiyet hakkı bulunmakla birlikte, kendisinden faydalanma hakkı
bulunmayan mallar zekâta tâbi olmazlar. Meselâ, denize düşen, devletçe el
konulan, evde değil açık arazide gömülüp izi kaybolan mallar ile inkâr edilen
senetsiz alacaklar bu türdendir. Bu gibi mallar mâl-i dımâr (telef mal) adını
alır. Fakat bu mallar ele geçince, –diğer şartları da taşırlarsa- zekâta tâbi
olurlar.

Haram yollarla kazanılmış olan malların, bilinirse sahiplerine veya
mirasçılarına geri verilmesi, bilinmezse -sevap beklemeksizin ve çok
yakınlara harcanmaksızın- fakirlere tasadduk edilmesi gerekir. Haram ile
helal karışmış ve ayırmaya imkân bulunmazsa, malın tamamı üzerinden zekât ödenir.

Ortak mallarda mülkiyet ortakların hisselerine göre düzenlenir. Her
ortağın nisabı, ayrı ayrı hesaplanır. Bütün ortakların hisseleri nisabı
doldurunca, hepsinin de zekât ödemesi gerekir.

Alacaklar da zekât konusudur. Ancak alacakların durumuna göre zekât
yükümlülüğü değişiklik arzeder. Zekât yükümlülüğü açısından tam mülkiyet
şartını taşımadığından ancak teslim alınınca zekât düşen alacaklar, sağlam,
orta kuvvette ve zayıf biçiminde üç kısımda ele alınır:

a) Sağlam Alacak (deyn-i kavî):

Ödünç verilmiş paralar ile ticaret mallarının
bedelleri olan alacaklardır. Bir alacak, istendiği zaman ödeyebilecek malî
güçte olan, borcunu itiraf eden veya borcu sağlam belgelerle ispat
edilebilen borçludaysa sağlam veya tahsili umulan alacak adını alır.
Sağlam alacakların zekâtı, borçlular tarafından inkâr edilmedikçe,
alacağın ele geçmesinden sonra, hem içinde bulunulan, hem de geçmiş
yıllar için ödenir. Bu çeşit alacakların ele geçen kısmı, nisabın beşte biri
olunca da zekâtın ödenmesi gerekir. Beşte birden az olarak ele geçince,
başka bir zekât konusu malla birlikte nisap hesabına girer. Buna göre
ödenme ihtimali yüksek alacaklar için, her yıl zekât ödenir.
Hanefî imamlarından Muhammed’e göre, sağlam alacak, borçlu
tarafından inkâr edilmekte ise, alacaklının ispat edici belgeleri bulunsa bile,
tahsil edildiği zaman, geçmiş yıllara ait zekâtı ödenmez. Sağlam görülen
görüş de budur. Şu halde, borçlunun ödeme zorluğu çekmesi veya ödemeyi
reddetmesi durumunda, alacağın zekâtı ancak tahsil edilince ve sadece o yıla ait olarak verilmelidir.

b) Orta Kuvvette Alacak (deyn-i mütevassıt):

Ticaret alacağı olmayan ve adi alacak da denen alacaklardır. Ticarî işyeri olmayan ev, tarla vb. emlâkin kira alacakları, nafaka bedeli, zekâtı gerekmeyen bir malın ihtiyaç dolayısıyla satılmasından doğan alacaklar, birer orta alacaktır. Nisab miktarından (aşağıda açıklanacağı üzere 85 gr. altın bedelinden) az olarak ele geçen böyle bir alacağın tümünün zekâtını o anda hemen ödemek gerekmez. Ancak, mükellefin zekât düşen başka bir malı varsa, tahsil ettiği kısım ona ilave edilir. Ebû Hanîfe’ye göre, bu tür alacakların geçmiş yıllara ait zekâtı olmaz.

c) Zayıf Alacak (deyn-i zaîf):

Hiçbir mal veya paraya bedel olmadan miras,
vasiyet, mehir, diyet (ölüm/yaralama tazminatı) ve kadının ödeyeceği
muhâle’a (anlaşmalı boşanma bedeli) vb. yollarla yepyeni bir kazanç
olarak kişinin mülkiyetine başkasından geçecek alacaklar zayıf alacaklar
adını alır. Bu çeşit alacaklar, tahsil edilip mülkiyete girince ve nisaba
ulaşıp üzerinden bir yıl geçince zekâta tâbi olur. Geçmiş yıllar için zekât
ödenmez, ancak bunlar başka bir zekât konusu mala eklenebilir.

2- Nisaba Ulaşma

“Zekâtın farz olması için tespit edilen malın en az miktarı” demektir. Nisabı,
asgarî zenginlik miktarı, asgarî geçim indirimi veya özellikle zekâtın istisna
sınırı olarak da ifade etmek de mümkündür. Nisap, kişiyi zengin kılar ve ona
bazı sorumluluklar yükler. Nisaptan az malı olanlar, zengin sayılmaz ve
onların bu malları nisabı bulana kadar aslî ihtiyaç olmakta devam eder.
Nisabın miktarıyla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerim’de herhangi bir belirleme
yoktur. Bu miktar, sadece el-Bakara 2/219, el-A’râf 7/199 ve el-Furkân 25/67 ayetlerinde “el-afv”, yani mükellefin ihtiyaç fazlası gibi çok genel bir
ifadeyle açıklanmıştır.

Nisap konusuna açıklık kazandıran bilgi kaynakları, hadisler ve Hz. Peygamber’in uygulaması ile bunlar ışığında ileriye sürülen
ictihatlardır.

Geleneksel anlayışta nisap türleri, nisab-ı ğınâ (yükümlülük doğuran
zenginlik) ve nisab-ı istiğnâ (önleyici zenginlik) biçiminde iki bölümde ele
alınır:

a. Nisab-ı Ğınâ (yükümlülük doğuran zenginlik):

Bu zenginlik kendi arasında iki kısma ayrılır:

- Zekât Yükümlülüğü Doğuran Zenginlik: Temel ihtiyaçlardan sonra artıcı
özelliğe sahip belli miktarda yıllanmış mal ve paranın bulunmasıdır. Bu
zenginlik, zekât ödemeyi gerektirir, sadaka almayı haram kılar. Bu nisabın
miktarı 85 gr. 22-24 ayar altının Türk Lirası karşılığıdır.

- Fitre ve Kurban Yükümlülüğü Doğuran Zenginlik: İhtiyaçtan fazlası
olup yukarıdaki artıcı ve yıllanmış özelliği taşımayan malların zekât nisabına
ulaşan miktarıdır. Bu zenginlik, fitre ve kurban kesme yükümlülüğü doğurur. Ayrıca, sadaka almayı da haram kılar.

b. Nisab-ı İstiğnâ (önleyici zenginlik):

Bu çeşit zenginlik yükümlülük
getirmemesinin yanında, bir yandan zekât ve fitre almayı, öte yandan da
dilenmeyi önleyici özellikte olmak üzere iki kısımdır:

- Zekât ve Fitre Almayı Önleyen Zenginlik: Zekât konusu mallardan
herhangi birinin nisabına sahip olan, zekât öder, ama alamaz. Bununla
birlikte, bu miktar varlığı ve geliri olmasına rağmen geliri kendisinin ve
ailesinin ihtiyacına yetmeyen, bu ihtiyaçları ölçüsünde zekât alabilir.

- Dilenmeyi Önleyen Zenginlik: Bir günlük rızkı ve örtünmeyi sağlayacak
elbisesi olana (miskin), sadece bunlar için dilenmesi farz, daha fazlası için
dilenmesi haramdır; sadaka alması ise haram değildir.

3- Nemâ (Artıcılık)

Malın zekâta tâbi tutulabilmesi için gerekli şartlardan biri de artan, gelir ve
kazanç sağlayan bir mal olmasıdır. Zekâtın ifade ettiği anlam, büyümek ve
artmaktır. Mal artıcı, gelir ve kazanç sağlayıcı özellik taşımaması halinde
zekâta tâbi olmaz. Çünkü zekât, servet üretimi için gerekli sermaye malları
üzerine konur, büyüme kabiliyeti olmayan servet üzerine konmaz. el-Bakara 2/219 ayetindeki “afv” (fazlalık) tabiri de buna işaret etmektedir.

Nemâ iki kısma ayrılır:

- Hakiki nemâ:

Bir malın doğum yoluyla, ticaretle veya tarım yoluyla
gözle görülür artmasıdır. Dolayısıyla ticarete konu olan mallar, tarım ürünleri ve hayvanlar hakiki/gerçek nemâ özelliğine sahip mallardır.

- Hükmi nemâ: Bir malın bizzat kendisinde potansiyel olarak bulunan
artma özelliğidir. Mesela para, altın ve gümüş hükmi/takdiri nemâ özelliğine
sahip mallardır. Çünkü bunlar kar ve gelir getirme potansiyeline sahiptirler,
ayrıca tasarruf amacıyla biriktirilirler.

Her iki şekliyle artıcı olmayan binek hayvanları, oturulan ev, kullanılan
ev eşyası ve mesleği icrada gerekli olan aletler zekâta tabi değildir.

4- İhtiyaç Fazlası Olma

Zekât konusu malın, temel ihtiyaçlardan fazla olması gerekir.
Fıkıh literatüründe “havâic-i asliyye” diye isimlendirilen temel ihtiyaç
maddeleri, kişinin elinde bulunmadıkça hayatını devam ettirebilmesi
imkânsız veya çok güç hale gelen ve zorunlu olarak sahip olunması gereken
maddelerdir. Gıda maddeleri, giysiler, mesken, araba, işyeri ve iş-meslek
gereçleri, bir yıllık nafaka başlıca temel ihtiyaçlardır. Temel ihtiyaçlar, bir
sene süreyle mal sahibine tanınan istisna durumudur. İşte bunlar ve borçlar, nisap hesabı dışında tutulur.

Temel ihtiyaçlar için konulan ölçü, belli bir miktarla sınırlandırılmış
olmayıp, her çağda ve yerde geçerli olabilecek esneklikte genel ilkeler olarak ortaya çıkmaktadır. Keyfî ve lüks harcamalardan kaçınmak şartıyla, normal seviyede bir hayat sürmek için Müslümanın yaptığı bütün harcamalar, zekâttan istisna edilir. Bir başka ifadeyle zekât konusu malın, yıllık temel ihtiyaçlardan sonra nisabı bulması ve artıcı olması gerekir.
Havâic-i asliyye (temel ihtiyaçlar) konusunu, internet motorları aracılığıyla
araştırınız. Bu noktada ele alacağımız bir konu da borçluluğun zekâta etkisidir.

Borçluluk ve Zekât:

Temel ihtiyaçlar içinde yer alan borçların zekât
mükellefliğini etkilemesi için, nisabı tamamen kaplaması veya eksiltmesi
gerekir. Borçların, sadece önümüzdeki bir yıllık bölümü nisaptan düşülür.
Daha sonraki yıllara ait borçlar, o yılların nisap durumunu etkiler.
Zekât yükümlülüğünü etkilemesi açısından borçlar üç kesimde ele alınır:

- Kul Borçları:

Ödünç, kira borcu gibi insanların birbirleriyle olan ticarî
vb. ilişkilerinden doğan kul borçlarının mutlaka ödenmesi gerekir. Kul hakkı
olmasından dolayı, ödeme sırası itibarıyla, dinî borçlardan ve bu arada
zekâttan da önce gelirler. Zekât için gerekli diğer şartları taşıyan kimse,
zekâta tâbi mallarından bu borçları hesap edip çıkaracaktır. Geriye kalan mal
nisabı dolduruyorsa zekâtını öder, aksi halde bu kişiye zekât farz olmaz.

- Allah’a Ait Borçlar: Kullarca istenmesi söz konusu olmayan adak,
keffâret, fitre, hac vb. borçlar, zekâtın farz olmasını engellemez.

- Allah ve Kul Hakkı Ortak Olan Borçlar: Allah’a ait olmakla birlikte,
kullar tarafından da ödenmesi istenebilen borçlardır. Geçmiş yıllara ait veya
henüz ödenmemiş zekât borcu gibi. Bunlar zekât yükümlülüğünü etkiler.
Mesela bir kişinin nisaba ulaşan ve üzerinden bir yıl geçmiş fazladan parası
olsa fakat geçmiş yıllardan kalan zekât borcu da bulunsa söz konusu borç
kadar olan paraya ayrıca zekât düşmez.

Borçların zekât mükellefliğini etkilemesi için, başkasından ödeme imkânı
bulunmadığından, nisabı tamamen kaplaması veya eksiltmesi gerekir. Borç
hangi türden olursa olsun toprak ürünlerinde zekâta engel değildir. Şâfiîler ise hangi çeşitten olursa olsun borcun zekâtın vücûbuna engel olmadığını
söylemişlerdir.

Hanefîlere göre zekât borcu vasiyet edilmediği takdirde düşer, vasiyet
edilince terikeden ödenir. Ölenin vasiyeti yoksa dünya ahkâmı bakımından,

mirasçıların terikeden ölenin zekâtını ödemesi gerekmez; öderlerse bu nâfile sadaka yerine geçer.

5- Yıllanma (havelân-ı havl: takvim yılı, yıllanma)

Bir mükellefe zekâtın farz olması için, nisap miktarı mala sahip olduktan
sonra, malın üzerinden bir kamerî takvim yılının geçmiş olması gerekir. Bu
duruma, havelân-ı havl ya da zekât yılı adı verilir. Takvim yılına tâbi her
zekât konusu mal için, nisabın yılın başında ve sonunda bulunması gerekir.
Yıl içindeki eksilme ve artışlar, sonucu değiştirmez. Bir kişiye zekât farz
olduktan sonra, ödemenin geciktirilmesiyle veya -ne kadar uzarsa uzasın sürenin geçmesiyle zekât borcu zamanaşımına uğramaz.
Madenler ve defineler için havelân-ı havl şartı aranmaz. Ziraat ürünlerinin
de zekâta tâbi olması için, hasattan sonra bir yıl geçmesi şart değildir. Her
hasat mevsimi için –yılda birkaç kez ürün alınması halinde dahi- ayrı ödeme
yapılır.

Havelân-ı havl, bütün zekât konusu mallar için aranmaz; özellikle hem
sermayesi, hem de geliri zekât konusu olan mallar için söz konusudur.
Mükellefin elinde bulunan zekât konusu malın havelân-ı havl (yıllanma)
hesabı başladıktan sonra, meşru mülkiyet yollarından biriyle öbür mallara
katılan her çeşit yeni mal, artış ve gelir, mâl-i müstefâd (ara/beklenmedik
gelir) adını alır. Böyle bir mal, üzerinden yıl geçmesi şartı aranmaksızın zekât matrahına dâhil olur. Buna göre, kişinin düzenli geliri olan ücret ve maaşlar ile ikramiye, hibe vb. kazançlar da mâl-i müstefâd kabul edilir.
Malın kendi cinsinden veya kendi cinsi aracılığıyla meydana getirdiği
artış, yavrulama veya kâr yoluyla olur. Asıl nisabı bulsun bulmasın, aslın
nisabına eklenir ve aslın havelân-ı havline göre zekât birlikte ödenir. Asıl mal yalnız başına nisabı tamamlamaz ise, kâr dışında bir yolla elde edilen ve asılla birlikte nisabı tamamlayan gelirin takvim yılı, bu tamamlamanın
gerçekleştiği tarihten başlar. Aslın cinsinden olmayan artış ve gelir, -meselâ
deve yanında sığır, sığır yanında koyun, koyun yanında nakit- her biri
başlıbaşına ele alınır, aslın nisabına eklenmez ve onun havelân-ı havline tâbi olmaz. Mâl-i müstefâdın kendisi nisabı bulursa, havelân-ı havli başlı başına hesaplanır ve zekât ona göre ödenir.

Takvim yılının dolmasından sonraki artış ve gelir, zekât konusu malın
bedeli olmadığı takdirde, geçen takvim yılının nisabına eklenmez, elde
edildiği yılın nisabına eklenir ve öylece zekâtı ödenir.

Yıl içinde nisap helak olunca, takvim yılı da sona ermiş olur. Bu sırada
mükellef, yeniden nisabı elde ederse, takvim yılı da yeniden başlar.
Zekât, genel olarak tek bir mal için, yılda tek bir kere ödenir. Bir malın
veya paranın zekâtını ödedikten sonra, yine aynı mala aynı kamerî yıl içinde
ikinci bir mükellefiyet yüklenmez. Çifte zekât (izdivâcü’z-zekât) denilen bu
durum, bizzat Hz.Peygamber (s.a.v) tarafından yasaklanmıştır. Ayrıca, zekâtı ödenen bir mala ikinci kez zekât yüklemek, makul ve insaflı da değildir.