Kimlere ve hangi sınıflara ödeme yapılacağı, Tevbe sûresinin 60. ayetinde
belirlenmiştir. Bunlar, iki grup halinde ele alınabilir:
1- Şahsî İhtiyacı Dolayısıyla Ödeme Yapılanlar
a. Fakirler ve Miskinler:
Fakir, miskinden daha iyi durumdadır. Fakir, nisap
miktarı veya daha fazla mala sahip olmayan ya da nisaba mâlik olduğu
halde, malı ihtiyacına yetmeyen Müslüman demektir. Miskin ise, bir
günlük yiyeceğe dahi muhtaç olan, hiçbir mala sahip olmayan fakir veya
hiçbir mala sahip olmayıp, yiyecek-giyecek ihtiyaçları için dilenmek
zorunda kalan Müslüman muhtaçlardır. Bu gibi kimselerin, bir günlük
rızkı ve bedenini örtmesi için son çare olarak dilenmesi helaldir, fakat bu
miktar elde edilince dilenmeleri haram olur.
Hanefîler fakir ve miskinlere ödenecek zekât miktarının, nisabı
bulmamasını önermişler, hatta bu miktarda ödeme yapmayı mekruh
saymışlardır. Çünkü bu miktarla onlar da dinen zengin konumuna gelecekler
ve bir takım malî sorumluluklarla muhatap olacaklardır. Fakat borçlu ve
ailesi kalabalık olanlara nisap kadar da zekât ödenebilir. Diğer mezhepler ise bir belirlemede bulunmayıp “kifâye” yani yeterli miktarı esas almışlardır.
b. Boyunduruktan Kurtarılması Gerekenler (rikâb):
Boyunduruktan kurtarılması gerekenler; köle azadı, düşman elinde bulunan esirlerin kurtarılması ve sömürge altındaki Müslümanların kurtarılması şeklinde yorumlanmıştır.
Yapılacak ödeme, kişiler ve miktar açısından, her çağın ihtiyaçları ve toplumsal şartlara göre değişik olur.
c. Borçlular (ğârimîn):
Borçlular, borca batanlar ve beklenmedik sıkıntılara
uğrayanlar biçiminde yorumlanır. Şöyleki, borcundan fazla olarak nisap
miktarı mala ya da paraya sahip olamayan veya nisap miktarı malı
olmayıp, kendisinin başkasında malı olup da alma imkânı bulunmayan
kimse borçlu kabul edilir. Borçluya borcunu ödemesi için ödeme yapmak,
fakire zekât ödemekten efdaldir. Sağ borçlunun borcu, mükellef
tarafından alacaklısına borçlunun izniyle ödenebilir. Beklenmedik felâket
ve sıkıntılara uğrayanlara gelince bu da su ve sel baskını, deprem,
yangın, kuraklık vb. felâketlere uğrayanlarla, kasıtlı olmaksızın
(sözgelimi kaza kurşunuyla veya trafik kazasında) bir kimseyi öldürme ve
bu yüzden kan diyeti ödemeye mecbur olma gibi kazalara maruz kalan
kimseleri, borçlarını ödeme olanaklarından mahrum olarak borca batmış başka kimseleri ifade edecek şekilde tefsir edilmiştir ve zekât geliri bu
sınıfa harcanmıştır.
Borçlulara zekât ödenebilmesi için, ihtiyaç dışında herhangi bir şart
aranmaz. Borçlu ödeyeceği borç için gerçekten ihtiyaç içinde bulunmalıdır.
Bu sebeple, nakit veya ticaret malıyla borcunu tamamen ödemeye gücü yeten kimseye zekât ödenmez. Ancak, bu şartın, borçlu elinde hiçbir malın
bulunmaması şeklinde anlaşılmaması gerekir. Çünkü aslî ihtiyaçlar bu gibi
durumlarda da mal varlığından kabul edilmez. İçki, zina, kumar vb. ile
nafakasından israf ederek borçlananlara zekât ödenmez. Fakat tövbe ettikleri takdirde, böylelerine zekât ödenebilir.
Borçluya zekât ödenebilmesi için, borcun vadesinin gelmesi ve
ödenmemesi halinde hapsi sonuçlaması gerekir. Borçlulara ödeme, ihtiyacı
kadar yapılır. Ölünün borçları, zekâttan ödenmez. Ayrıca zekât ve keffâret
gibi Allah borçları olanlar “ğarimîn” sınıfından sayılmazlar ve böyle
kimselere zekât verilmez.
d. Yolda Kalanlar (ibnü’s-sebîl):
Bu kavram; yolda kalanlar, bizzat kendi yerinde malını kaybedenler ya da alacağını alamayan tüccarlar, dilenciler, buluntu çocuklar ve yolculuk için gerekli bütün kolaylıklar şeklinde yorumlanmıştır. Tercih edilen anlamı ise şudur: Memleketinde malı olduğu halde o anda bulunduğu yerde parası veya malı olmayıp yolda kalan kimsedir. Yolculuğa çıkan kimsenin malî güçlükle karşılaşması muhtemeldir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim, “yol oğlu” manasına gelen ibnü’s-sebîl kavramını “yolda kalanlar” anlamında sekiz defa tekrarlar.
Yolda kalan kimseye zekât ödenebilmesi için, kendisini memleketine
ulaştıracak maddi gücünün bulunmaması, böylelikle muhtaç duruma düşmüş olması gerekir. Yolda kalmışlara, dönüş ve çeşitli masraflar için memleketine dönmesini sağlayacak kadar ödeme yapılır. Yolda kalanlar, ihtiyacı kadar zekât alabilir; daha fazlasını almak helal değildir. Fakat mümkünse, bu gibilerin borç alması, zekât almaktan daha iyidir.
2. Kamu Yararı Dolayısıyla Ödeme Yapılanlar
a. Zekât Memuru:
el-Âmilûn tabiri, zekât memuru şeklinde yorumlanmıştır.
Zengin de olsa zekât memuruna maaş ödenir.
b. Kalpleri Kazanılmak İstenenler (müellefe-i kulûb):
Ödenecek zekâtla, kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenen kimseler, Müslüman veya gayri müslim olarak ikiye ayrılırlar: İslâm dinine girmelerini sağlamak
maksadıyla, İslâm’a meyilli olan gayri müslimlere ödeme yapılabilir.
Müslümanlara kötülük yapmaktan uzak olmalarını sağlamak maksadıyla,
bu gibi kimselerin kalpleri kazanılır. Yeni Müslüman olup kavmi veya
mensup olduğu sosyal çevre içinde şerefli ve itibarlı bir yeri olan ve kendi
ailesini ve çevresini İslâm dinine girmeye ikna edeceği ümit edilen
kimselere de zekât ödenebilir. Yeni Müslüman olup, imanı zayıf olan
kimselerin imanlarını kuvvetlendirmek için, kendilerine zekât ödenir.
Kendileri Müslüman olunca, geride kalan kâfirlerin kötülüklerinden
Müslümanları koruyacak olan kuvvetli iman sahiplerine de zekât
ödenebilir.
c. Allah Yolunda (Fî Sebîlillâh):
“Sebîlullâh”, “Allah’ın rıza ve sevabına ulaştıran yol” demektir. Özel manada fî sebîlillah kavramı, gazi ve mücâhid, hacılar ve umre yapanlar ile hac yolu, zekât memuru dışındaki sınıflar ve ilim tahsili yapanlar şeklinde yorumlanmıştır. Bu tabir, öncelikle Allah yolunda cihad yapanlar ile gaziler anlamına gelir. Zekât, gaziler sınıfından fakirlere ödenir, zenginlerine ödenmez. Hanefîler dışındaki birçok mezhebe göre Allah rızası için yapılan bütün hayır işleri, bu çerçevenin içine girer.
Bu tabir, uygulamada, dul kadınlara ve yetimlere yapılan bağışlar, hastane
ve camilere verilen hediyeler, mektep ve mektebe gidenlere yapılan bağışlar, iyilik ve hayırlar, silahlandırma, memleket topraklarının savunulması için yapılan tesisler vb. din ve devletin yaşamasını sürdüren her türlü iyilik ve hayrat işlerini ve İslâm’ın müdafasını içermiştir.
Hanefîler, zekâtın rüknü olan temlik şartı gerçekleşmeyeceği gerekçesiyle, ilke olarak kurumlara zekât ödenemeyeceğini kabul etmişlerdir.
Kısacası, Allah ve din yolunda olduğu izlenimi verecek her türlü faaliyet,
fîsebîlillâh kapsamında düşünülebilir.
Yapılacak ödemenin miktarı, her bölge ve çağın şartlarına göre değişir. Emanet bilinci taşıyan ve güven kazanmış vakıf ve derneklere de, sayılan kalemlerdeki faaliyetlerde kullanılmak üzere zekât emanet edilebilir.