A. Tanımı
Dinin ana kaynaklarının (Allah ve resulünün) özü/mahiyeti açısından değil,
vasfı açısından kötülük ve zarar içermesine dayanarak dış bir unsur
dolayısıyla haramlığına hükmettiği fiildir.
Bu tür haramlara, “vasfından dolayı/geçici haram” da denebilir. Dolaylı haramlar; dinin beş temel amacı olan can, akıl, din, nesil ve malın korunmasını genelde ikinci, bazan birinci dereceden hedefleyen yasaklardır.
Riba (faiz) veya fâsit şart içeren satış;
başkasının malını rızasız almak gibi.
Bu fiiller, özünde zarar ve kötülük içerdiklerinden dolayı değil, vasfından dolayı haramdır. Bu haramlık, haram bir fiile bitişik olması veya harama sebebiyet vermesi gibi dış bir durum dolayısıyla ortaya çıkar.
Mesela az önce geçen riba (faiz) veya fâsit şart içeren satışı ele aldığımızda şunu görürüz: Satış aslında meşru bir fiildir. Söz konusu yasak, fiilin aslı açısından değil, fiille yakın ilişkisi bulunan geçici bir gayri meşru durumdan dolayı konmuştur. Bu gayri meşru durum, ribalı satışta, karşılığı olmayan bir fazlalığın bulunması; fâsit şart taşıyan satışta ise, sözleşmenin ihtilaf ve çekişmeye açık olmasıdır.
Başkasının malını rızasız almak fiilinde, bizzat başkasının malını almak bölümü için herhangi bir haramlık sözkonusu değildir; haramlık, başkasının malına mâlikinden izinsiz olarak elkoymaktan dolayı ortaya çıkmıştır.
B. Hükmü
Dolaylı haramın hükmü de üç açıdan ele alınabilir:
a. Meşruiyeti:
Fiil, aslı açısından meşrudur, ama vasfı açısından gayri meşru sayılır. Vasfındaki gayri meşruluk ortadan kaldırılmadıkça, dolaylı haramlık sona ermez.
b. Hukukî Sonucu:
Mükellef dolaylı haram fiili yaparsa, Hanefîlere göre bu fiil bâtıl kabul edilmez; böyle bir fiil, kendisine bazı hukukî sonuçlar bağlanacak bir sebep oluşturabilir.
Sözgelimi, ribalı veya fâsit şart taşıyan satış, bâtıl akitlerden değil, fâsit akitlerden sayılır. Sözleşmenin tarafları, bu sözleşmeyi olduğu gibi uygulamaya koyarlarsa, her biri lehine karşılıklı edimler üzerinde mülkiyet hakkı doğar. Ancak, Şâri’nin yani Allah ve resulünün, bunun haramlığını gerektiren yasağının bulunması dikkate alınınca, böyle bir mülkiyet nezih sayılamaz; böyle bir mülkiyet, habis bir mülkiyettir.
c. Yaptırımı:
Dolaylı haramda, meşru kısım yapılabilir, ama haram kısmın terki farzdır.
Haramı yapmayıp terkeden, mükâfat ve sevap kazanır, yapan ise fiilin haramlık derecesine göre âsî ve günahkâr olur; dünyevî ve/veya
uhrevî ceza söz konusudur.
Ayet veya hadislere dayalı olan kesin dolaylı haramı inkâr eden de, dinin sınırları dışına çıkar. Haramlığın sübutu kesin delile dayalı değilse, helal sayan kimse tekfir olunmaz ama fâsık olarak nitelendirilir.
Haram şüphesi bulunan şeyden kaçınmak esastır:
“Sana şüpheli geleni bırak, şüpheli gelmeyeni al.”
(Buhârî, “Büyû”, 3; Tirmizî, “Sıfatu’l-kıyâmet”, 60).
Helalliği-haramlığı şüpheli şeyler konusunda Hz. Peygamber (s.a.v) sınır
çizgileri hassasiyetini hatırlatarak,
“hükümdarın korusu” benzetmesiyle, durumu veciz biçimde belirtmektedir: “Helal apaçık bellidir. Haram da, apaçık bellidir. Bu ikisi arasında, halktan birçoğunun, helal mi, haram mı olduğunu bilmediği şüpheli şeyler vardır. Dinini ve namusunu korumak için, bunları yapmayan esenliktedir.
Bunlardan bazısını yapan ise, haram işlemeye çok yaklaşmış olur.
Nitekim korunun çevresinde hayvanlarını otlatan kimse de koruya dalma tehlikesiyle burun buruna gelmiş olur. Dikkat ederseniz, her hükümdarın bir korusu vardır. Allah’ın korusu ise, haram kıldığı şeylerdir”
(Buhârî, “İman”, 39; “Büyû”, 2; Müslim, “Müsâkât”, 107; Tirmizî, “Büyû”, 1; İbn Mâce, “Fiten”, 14).
Buna göre, sınırları belirlenmiş alanlar konusundaki hassasiyet kadar, sınırı geçme tehlikesiyle karşı karşıya bırakan şüpheli şeylerden de kaçınmak, onların uzağında olmak gerekir.
Haram şüphesi, haram veya helale ilişkin nasların sübut (varlık kuvveti)
veya delâletleriyle (açıklık) ilgili olabileceği gibi, hükmün yaşanan olaya
uygulanması sırasında da ortaya çıkabilir.
Haram olma ihtimal ve şüphesi kuvvetli ve ağırlıklı olursa, bundan kaçınmak gerekir. Ancak, bazı zayıf ihtimaller veya şüpheler dolayısıyla meşru fiilleri yasaklamak doğru değildir. Böylesi bir tutum, hayatı zorlaştırdığı gibi, kişilerde yersiz vesveseler de üretir.
“Helal ve haram bir arada bulunduğunda, haram helale tercih edilir.”
ilkesi, haramların işlenmesinin doğuracağı zararların ve kötülüklerin
önlenmesinin önceliğini anlatır.
İslâm dininin tevhid (Allah’ın varlığı ve birliği) ve tenzih (Allah’ın
yetkinliği ve mükemmelliği) eksenli inanç sistemine uygun bir Müslüman
kişiliği oluşturma amacıyla, bazı haramlar belirlenmiştir. Bunların en
başında, Allah’a şirk koşmanın haramlığı gelir. Allah’tan başkasına kutsallık
izafe edilmesi anlayışını ortadan kaldırma amaçlı haramlar da böyledir.
Bu çerçevede, putların ve onlara sunulan kurbanların “rics” (pis/iğrenç/murdar) olarak nitelenmesi ve İslâmî usûle göre kesilmiş olmasına rağmen sırf Allah’tan başkası adına (fısk: el-En‘âm 6/121; en-Nahl 16/115) veya kasten Allah adı anılmaksızın kesilip normalde helal olması gereken hayvan
etlerinin haram kılınması, özellikle belirtilebilir.
Hac ibadeti sırasında ihramlıyken bazı ihram yasaklarının olması, tamamen kendini Allah’a adayıp kendisiyle, başka hacı adaylarıyla ve doğal çevreyle barışık düzgün bir ibadet yapmakla ilgilidir.
Domuz etinin haram kılınması da, hem gerekçesiz haramlığı dolayısıyla Allah’ın emri oluşu yönünden bu çerçevede, hem de zarar ve iğrenç oluş çerçevesinde düşünülebilir.